Rum Yönetimi, 2005’te Mısır, Ocak 2007’de ise Lübnan ile “münhasır ekonomik bölge” anlaşmaları imzalayarak, Akdeniz’de Türkiye’nin egemenlik alanlarına tecavüz sayılabilecek girişimlerin önünü açmış durumda. Ayrıca, Ocak 2007’de Kıbrıs çevresindeki suları bölgelere ayıran ve bu bölgelerde yabancı şirketlere petrol ve doğal gaz arama izni veren bir yasayı da kabul etmişti. Şubat 2007’de başlattığı uluslararası ihale sürecinde ise, yabancı şirketlerin lisans başvurularını kabul etmekteydi. 17 Ağustos’ta sona erecek olan başvuru sürecinin ardından yapılacak değerlendirmelerle, hangi şirketlerin hangi bölgede arama yapabileceği 2007 sonunda netleşmiş olacak.
Bu noktada, sorulacak ilk soru; Kıbrıs etrafındaki sularda iddia edildiği gibi gerçekten 400 milyar dolarlık zengin petrol ve gaz yatakları bulunup bulunmadığı.Bilimsel araştırmaların sonucu ortaya konmadan bu soruya net bir cevap vermek mümkün değil. Petrolün hangi derinlikte bulunduğu, mevcut teknoloji ile çıkarma imkanları ve maliyeti de, konuya ticari ve ekonomik açıdan ilgi duyulması için önem taşıyor.
İkinci önemli soru, Kıbrıs etrafında petrol bulunduğunu varsayarsak, arama ve işletme izni verilmesinin kimin yetkisinde olduğu. Rum tarafının hukuki argümanları, “egemenlik haklarını kullandığı, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ile diğer anlaşma ve kurallara uygun hareket ettiği” yönünde. Oysa Rum Yönetimi, Mısır ve Lübnan ile anlaşmaya tüm Adayı temsil etme ehliyeti bulunmadığı halde, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına imza koydu. Yani, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin kurucu ortağı olan Kıbrıs Türklerinin onayı söz konusu değil. Ayrıca, Akdeniz’in yarı kapalı bir deniz olması nedeniyle, kıyıdaş tüm ülkelerin deniz yetki alanlarının kullandırılması konusunda işbirliği gerekiyor. Böyle bir işbirliği ve anlaşma da mevcut değil. Üstelik, uluslararası hukuka göre petrol ve gazın bulunduğu bölge ile ilgili siyasi sorun bulunmaması gerekirken, Kıbrıs sorunu 40 yılı aşan süredir çözümsüzlüğünü sürdürüyor.
Bu durumda, Rumların öncelikli amacının; bu bölgelerde petrol bulunmasından ziyade, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin temsili ve Doğu Akdeniz’deki yetki alanları konusunda “egemenliğini” tescil ettirmek olduğunu söylemek mümkün. Böylece, Türkiye’yi Akdeniz’de anlaşma yaptığı/yapacağı ülkeler ve petrol arama izni vereceği yabancı şirketlerin ait olduğu ülkelerle siyasi/askerî/hukuki bir sorun çerçevesinde karşı karşıya getirmeyi hedefliyor. Rum Dışişleri Bakanı’nın Türkiye-Avrupa Birliği müzakerelerinde “enerji” başlığının açılmasını engelleyeceklerini açıklaması ise, konunun bu platformda da istismar edileceğini gösteriyor.
Rum basınına göre, aralarında ABD’den Çin'e kadar, çeşitli ülkelere mensup 6 -7 şirket bu işe talip olmuş durumda. Avrupa Komisyonu ile ABD ve İngiltere’nin Lefkoşa Büyükelçilerinin, konunun “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik hakkını kullanması” olduğunu açıklamaları, Rum tutumunu destekleyen bir nitelik arz ediyor. Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamalarında ve Haziran 2007’deki Milli Güvenlik Kurulu bildirisinde ise Rumların böyle bir girişimine izin verilmeyeceği kesin bir dille belirtiliyor. Bu durumda, 2007 sonunda ihale sonuçlarının açıklanması ve Şubat 2008’de yapılacak Rum Başkanlık seçimlerinden sonra Doğu Akdeniz’de boyutları şimdiden kestirilemeyecek bir krize hazırlıklı olmak gerek. Bu noktada, dikkate alınması gereken bir olasılık ise, Rumların muhtemel bir krizi s-300 füzeleri meselesinde olduğu gibi uluslararası platformlarda koz olarak kullanmak isteyebileceğidir. Hatırlanacağı üzere, Rumlar, s-300 füzelerini AB ile müzakerelerinin başlatılması için pazarlık unsuru olarak kullanmış ve sonuçta füzelerin Girit’e gönderilmesini kabullenmişlerdi.
Bu noktada, sorulacak ilk soru; Kıbrıs etrafındaki sularda iddia edildiği gibi gerçekten 400 milyar dolarlık zengin petrol ve gaz yatakları bulunup bulunmadığı.Bilimsel araştırmaların sonucu ortaya konmadan bu soruya net bir cevap vermek mümkün değil. Petrolün hangi derinlikte bulunduğu, mevcut teknoloji ile çıkarma imkanları ve maliyeti de, konuya ticari ve ekonomik açıdan ilgi duyulması için önem taşıyor.
İkinci önemli soru, Kıbrıs etrafında petrol bulunduğunu varsayarsak, arama ve işletme izni verilmesinin kimin yetkisinde olduğu. Rum tarafının hukuki argümanları, “egemenlik haklarını kullandığı, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ile diğer anlaşma ve kurallara uygun hareket ettiği” yönünde. Oysa Rum Yönetimi, Mısır ve Lübnan ile anlaşmaya tüm Adayı temsil etme ehliyeti bulunmadığı halde, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına imza koydu. Yani, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin kurucu ortağı olan Kıbrıs Türklerinin onayı söz konusu değil. Ayrıca, Akdeniz’in yarı kapalı bir deniz olması nedeniyle, kıyıdaş tüm ülkelerin deniz yetki alanlarının kullandırılması konusunda işbirliği gerekiyor. Böyle bir işbirliği ve anlaşma da mevcut değil. Üstelik, uluslararası hukuka göre petrol ve gazın bulunduğu bölge ile ilgili siyasi sorun bulunmaması gerekirken, Kıbrıs sorunu 40 yılı aşan süredir çözümsüzlüğünü sürdürüyor.
Bu durumda, Rumların öncelikli amacının; bu bölgelerde petrol bulunmasından ziyade, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin temsili ve Doğu Akdeniz’deki yetki alanları konusunda “egemenliğini” tescil ettirmek olduğunu söylemek mümkün. Böylece, Türkiye’yi Akdeniz’de anlaşma yaptığı/yapacağı ülkeler ve petrol arama izni vereceği yabancı şirketlerin ait olduğu ülkelerle siyasi/askerî/hukuki bir sorun çerçevesinde karşı karşıya getirmeyi hedefliyor. Rum Dışişleri Bakanı’nın Türkiye-Avrupa Birliği müzakerelerinde “enerji” başlığının açılmasını engelleyeceklerini açıklaması ise, konunun bu platformda da istismar edileceğini gösteriyor.
Rum basınına göre, aralarında ABD’den Çin'e kadar, çeşitli ülkelere mensup 6 -7 şirket bu işe talip olmuş durumda. Avrupa Komisyonu ile ABD ve İngiltere’nin Lefkoşa Büyükelçilerinin, konunun “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik hakkını kullanması” olduğunu açıklamaları, Rum tutumunu destekleyen bir nitelik arz ediyor. Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamalarında ve Haziran 2007’deki Milli Güvenlik Kurulu bildirisinde ise Rumların böyle bir girişimine izin verilmeyeceği kesin bir dille belirtiliyor. Bu durumda, 2007 sonunda ihale sonuçlarının açıklanması ve Şubat 2008’de yapılacak Rum Başkanlık seçimlerinden sonra Doğu Akdeniz’de boyutları şimdiden kestirilemeyecek bir krize hazırlıklı olmak gerek. Bu noktada, dikkate alınması gereken bir olasılık ise, Rumların muhtemel bir krizi s-300 füzeleri meselesinde olduğu gibi uluslararası platformlarda koz olarak kullanmak isteyebileceğidir. Hatırlanacağı üzere, Rumlar, s-300 füzelerini AB ile müzakerelerinin başlatılması için pazarlık unsuru olarak kullanmış ve sonuçta füzelerin Girit’e gönderilmesini kabullenmişlerdi.


0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.