4 Mayıs 2008 Pazar

Ortadoğu'da Psikolojik Savaş


Değiştir
Dünyanın ezeli ve ebedi “hesaplaşma alanı” olarak nitelendirilen Ortadoğu’da gün geçmiyor ki yeni bir hesaplaşma uğruna yeni bir çatışma, yeni bir savaş senaryosu yazılmasın ya da zaten var olan senaryolar yeni gelişmeler ve konjonktürel dengeler gözetilerek güncellenmesin. Her köşesi ayrı bir siyasi/dini/etnik/ekonomik ya da hepsini birden içeren muhasebelere sahne olan Ortadoğu’ya ilişkin yazılan daha doğrusu güncellenen son senaryolardan birinde “Ortadoğu ve savaş” deyince duymaya alıştığımız isimler yer alıyor. Resmi olarak İsrail’in kurulduğu 1948’den bu yana devam eden 60 yıllık savaşın yeni bir aşaması olarak değerlendirilen bu yeni senaryoda İsrail, Hamas, Hizbullah, Suriye ve kimilerine göre dolaylı kimilerine göre de direk olarak İran yer alıyor. 2008 yazında patlak vermesi muhtemel olan savaşın psikolojik alt yapısı ise çoktan oluşturulmuş durumda. Özellikle İsrail ve Suriye’de medya eliyle halk savaşa hazırlanıyor. Her iki ülkede de askeri tatbikatlar ciddi anlamda hız kazanmış görünüyor. Zira Mart ayı içerisinde İsrail 60 yıllık tarihinin en büyük ölçekli askeri tatbikatını gerçekleştirdi. Neredeyse eş zamanlı olarak Suriye’de de askeri çalışmalar yapıldığı ve ülkenin karşı karşıya olduğu ekonomik darboğaza rağmen, finansal kaynaklar son haddine kadar kullanılarak, hatta kimi zaman aşılarak, uzunca bir süredir Sovyet sistemi üzerine kurulu olduğu gerekçesi ile çağın gerisinde kaldığı yazılıp çizilen Suriye ordusunun modernizasyonuna girişildiği biliniyor. Bu bağlamda Suriye halkı üzerinde de son derece titiz bir halkla ilişkiler çalışması yürütülüyor. Suriye’de halk dört koldan psikolojik olarak Suriye’nin ulusal onuru, 40 yıllık kalp ağrısı, olarak nitelendirilen İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri’nin geri alınması için girişilecek olası bir savaşa hazırlanıyor.

33 Gün Savaşı’nın etkileri sürüyor

2006 yazında Hizbullah’ın İsrail karşısında kazandığı psikolojik/ideolojik zaferin Ortadoğu’da yaratmış olduğu etkiler aradan 2 yıl geçmiş olmasına rağmen halen birçok açıdan tazeliğini korumaya devam ederken Suriye’de bu bağlamda uygulanmaya çalışılan psikolojik çalışmalarda pek de zorlanılmıyor. Çünkü yine bu savaş sonucunda Ortadoğu’daki baskın algılamalardan biri olan “İsrail’in yenilmezliği”nin büyük ölçüde zedelenmiş olması daha doğrusu artık İsrail’in de “yenilebilir” olduğunun görülmesi Suriye’de gerek askeri ve siyasi çevrelerde gerekse de halkta İsrail’e karşı savaşmak hatta Golan’ı savaşarak geri almak konusunda belirgin bir cesaretin ortaya çıkmasına neden oldu. Aradan geçen 2 yıla rağmen İsrail’in halen kendini tam olarak toparlayamamış olması Suriye’ye ayrıca cesaret veriyor. Bunun yanı sıra Şam’ın ABD/İsrail ikilisi ve bu ikilinin bölgesel müttefikleri karşısında gün geçtikçe ideolojik anlamda güçlenen Tahran ile saflarını giderek sıklaştırması da Suriye’yi psikolojik olarak güçlendiriyor.
İsrail halkının ise doğal olarak tam tersi bir şekilde Hizbullah ile yaşanan savaşla birlikte itimat ettiği birçok kuruma olan güveni sarsılmış durumda. Her şeyden önce ilkin Hamas’ın ve hemen ardından da Hizbullah’ın değme aksiyon filmlerini geride bırakacak bir plan ile İsrail’in son derece güçlü olan hava ve kara ablukasını, kazdıkları tünelleri kullanarak delmeleri ile ulaştıkları kontrol noktalarına baskınlar düzenleyerek İsrail askerlerini esir almaları (1) ve ardından da Hizbullah ile, sonuçları İsrail için son derece sarsıcı olan bir savaşa girilmesi İsrail’de neredeyse tüm ezberleri bozdu. Böylece İsrail halkı, istihbarat teşkilatları Şin Bet, Mossad ve İsrail güvenlik kuvvetlerine olan sonsuz güvenlerinin bir sonu olduğunun ve İsrail’in sınırsız olarak nitelendirilen gücünün de bir sınırı olduğunun farkına varmış oldu. Belki daha da önemlisi kemikleşmiş algıların aksine İsrail halkı tehdit unsurlarının artık İsrail’in askeri teknoloji anlamında çok gerilerde olmadığının, tehlikenin artık İsrail topraklarına roket atacak kadar, sıradan İsrail vatandaşlarını korunaklı ülke sınırları içerisindeki evlerinde hedef alıp, ölümlerine sebep olacak ve yine milyonlarca Şikel’lik harcamalar sonucunda elde edilen son teknolojiler ile korunan şehirleri neredeyse harabeye çevirecek kadar yaklaştığının da farkına vardı. Böylece İsrail matematiksel olarak yani insan kayıpları karşılaştırıldığında kağıt üzerinde kazanmış olduğu Hizbullah savaşını aslında zihinlerde kaybetmiş oldu. Hatırlanacağı üzere Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın, Beyrut’un güneyinde yerle bir olan evler, yok olan mahalleler ve hayatını kaybeden binlerce Lübnanlıya rağmen henüz ateşkes bile ilan edilmeden meydanlara çıkıp “zafer ilan etmesi” Lübnan halkı ya da daha geniş anlamda tüm Araplar için ironik de olsa İsrail’e karşı beklenen, özlenen zaferin ilanı sayılmıştı. Çünkü İsrail ne 1967’deki 6 Gün Savaşı’nda ne de 1973’deki Yom Kippur Savaşı’nda olduğu gibi toprağına toprak katabilmiş ne de gücüne güç katabilmişti. Üstüne üstlük savaşa girerken ortaya koyduğu “Hizbullah’ın kökünü kazıma” hedefinin yanına bile yaklaşamamış tam tersi Hizbullah’ı paradoksal bir şekilde yüceltmişti. Hal böyle olunca da İsrail’de halk zaten 2000 yılında ilan edilen ve Hamas’ı Hamas yapan II. İntifada (Aksa İntifadası) ile birlikte kendi topraklarında karşı karşıya gelmeye başladığı “düşman”ın nefesini bir kez daha ve hatta daha yoğun bir şekilde ensesinde hissetmeye başladı. Kısacası birçok kaynağa 33 Gün Savaşı olarak geçen İsrail-Hizbullah Savaşı İsrail halkında derin izler bırakan toplumsal bir travmaya neden oldu.

Söz konusu travma halen ciddi biçimde kendini göstermekle birlikte İsrail’in son dönemde her yönden baskı altında tuttuğu ve bu bağlamda Gazze’ye hapsetmeye çalıştığı Hamas’ın tüm baskılara ve tecride rağmen öngörülerin aksine hem siyasi hem de askeri anlamda günden güne güçleniyor olması ve hatta yakın bir gelecekte Hamas’ın yeni bir Hizbullah, Gazze’nin de yeni bir Güney Lübnan’a dönüşmesi olasılığının giderek artıyor olması İsrail’deki travmayı iyice derinleştiriyor. İsrail halkının içine düştüğü bu travmaya neden olan tüm bu psikolojik unsurlara bir de yukarıda adı geçen aktörlerin hepsinin İsrail’in baş düşman ve en büyük tehdit odağı olarak gördüğü İran’ın desteğini almış olduğu görüşü eklenince durum İsrail için daha da vahimleşiyor. Nitekim İsrail’deki hakim görüşe göre Hamas da, ideolojik bir bağlantısı olmamasına rağmen Hizbullah gibi İran tarafından önemli oranda destekleniyor. İran ve Suriye’nin her alanda ortaya koydukları ortak tutum zaten aleni bir şekilde ortada ve yine aynı şekilde Suriye’nin Hamas ve Hizbullah’a verdiği destek de açık bir şekilde biliniyorken İsrail’in tehdit algılamalarını kırmızı alarm seviyesine çıkarması çok da abartılı görünmüyor. Velhasıl kelam görünen o ki yakın bir gelecekte Ortadoğu’ya yine kanlı bir hesaplaşma bekliyor…
(1) 2006 yılında esir alınan askerler halen Hamas ve Hizbullah’ın elinde bulunuyor.


TUSAM
Tarih Bülteni

0 Yorum yapılmış.

Yorum Gönder

*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.

 

Tarih Bilgi Ambarı Copyright 2007-2009