Deniz ALTINBAŞ
Fransa’nın yeni cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, seçim kampanyası sırasında Türkiye’nin AB (Avrupa Birliği) üyeliğine karşı çıkarak yerine “imtiyazlı ortaklık” gibi üyelik dışında daha farklı ilişki biçimlerini savunmuştu. Seçildikten sonra bazı kesimler bu söylemlerin sadece seçimlere yönelik olduğunu ve Sarkozy’nin yumuşayacağını iddia ederken, özellikle Sarkozy’ye yakın çevreler Cumhurbaşkanı’nın düşüncelerinin değişmeyeceğini ileri sürdü. Gerçekte ise Sarkozy’nin tutumu, Türkiye’nin müzakere sürecini tamamen durdurmak değil, yavaşlatarak nihai kararı birkaç ay sonrasına ertelemek oldu.
Sarkozy’nin göreve gelir gelmez bu konuyu gündeme getirmemesinin başlıca nedeni, gündemde yeni AB Anlaşması gibi kritik bir konunun bulunması idi. Diğer taraftan dönem başkanı Almanya’nın Türkiye ile üç başlığın açılması şeklindeki planını “tamamen” bozmak istemediğini söylemek de mümkün. Nitekim Sarkozy, müzakere sürecinin tamamını veto etmek yerine, tam üyeliği öngören bir başlık olduğu düşüncesiyle ekonomik ve parasal politika faslının açılmasını engelleyerek “şimdilik” yavaşlatma sürecini tercih etti.
Sarkozy, Türkiye’nin AB üyeliğine alternatif olarak AB, Afrika ve Orta Doğu’daki Akdeniz ülkelerini toplayacağı “Akdeniz Birliği” adını verdiği bir girişim öneriyor. Ayrıntılarının henüz hazırlanma aşamasında olduğu söz konusu Birlik, adı geçen ülkelerin tamamı tarafından destek görmedi. Türkiye, AB’ye alternatif olamayacağını ileri sürerek kesin bir dille reddedince, Sarkozy farklı alternatifler geliştirmeyi seçti. Nitekim, Fransız Cumhurbaşkanı Türkiye’nin adaylık sürecine son vermeye yönelik bir strateji üzerinde çalıştığını dile getiriyor.
Sarkozy yönetiminin bir başka planı, AB’nin genişleme sürecinin devamı, nihai sınırları ve Türkiye’nin yeri konularını Avrupa’da tartışmaya açmak. “Türkiye ile asıl randevu Aralık ayında olacak” diyen Sarkozy, bir “Âkil Adamlar Grubu”nun söz konusu başlıkları değerlendireceğini ileri sürüyor. Her ne kadar Almanya Başbakanı Angela Merkel tarafından destek görme ihtimali bulunsa da, AB içinde Türkiye’nin Avrupa nihai sınırlarının dışında bırakılması fikrine yönelik muhalefet de mevcut. Örneğin dönem başkanı Portekiz, böyle bir tartışmanın açılmasına karşı olduğunu, hatta Türkiye’nin üyelik sürecinin devam etmesi gerektiğini sık sık dile getiriyor. Bu durumda, Fransa’nın Türkiye’nin süreçten çıkarılması tartışmasını başlatması, kendi dönem başkanlığı olan 2008 yılının ikinci yarısına kalabilecek.
Türkiye tartışmasının AB Anlaşması tartışmaları ile paralel bir şekilde gerçekleştirilmesi önemli. Çünkü, bu anlaşmayı zorunlu hale getiren nokta AB’nin yeni üyelere göre yeniden düzenlenmesi. Genişlemenin AB içinde krizlere neden olduğu, artık “sorun” anlamına geldiği düşüncesi Türkiye tartışmalarının tam da Sarkozy’nin istediği biçimde sonuçlanmasını sağlayabilir. Halbuki, bu sorunların genişlemenin kendisinden değil AB’nin hatalarından kaynaklandığı aslında son derece açık. Sürekli kötü örnek olarak gösterilen Bulgaristan ile Romanya’nın reformlarını tamamlamadan üyeliğe kabul edilmesi ve şimdi de bu yönde adım atmaktan kaçınmaları, genişlemenin değil AB’nin karar alıcılarının hatalarının sonucu.
Genişlemenin sorun olduğu düşüncesi bir yana, Türkiye’nin coğrafi olarak Avrupa’da bulunmadığı, hatta Türkiye’nin üyeliğinin diğer ülkelerin demokrasi yönündeki reformlardan vazgeçmesine sebep olacağı inanışı gibi manasız bahaneler ileri sürülüyor. Ancak Fransa için gerçek sebebin, gerek uluslararası düzlemde gerek AB içinde zayıflayan etkinliğinin Türkiye gibi büyük bir ülkenin katılımıyla hepten yok olacağı inancı. “Türkiye’nin AB’de yeri olamaz” diyen Sarkozy’nin Haziran ayında açılması planlanan önemli bir başlığı engelleme başarısı da aslında Avrupa’da gücü yeniden ele geçirmeye yönelik çabalarının göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Yeni tasarlanan madeni avroların arka yüzlerinde AB’ye resmen aday olmayan ülkeler bile Avrupa haritasında yer alırken Türkiye’nin dışarıda bırakılması, Türkiye’nin asla yer alamayacağı bir Avrupa’nın tasarlanmakta olduğunu gösteren örneklerden biri. Türkiye’nin serbest dolaşımın ve bazı ortak politikaların dışında tutulmak istenmesi, sadece Türkiye’ye bu kadar sık bir şekilde müzakerelerin “ucu açık” bir süreç olduğunun hatırlatılması, Türkiye’nin –en azından şimdilik– AB tarafından istenmediğinin işaretleri. Ankara ise, AB’nin tepkisi ne olursa olsun AB müktesebatına uyum çalışmalarının sürdürüleceğini ve AB hazır olana kadar bekleneceğini ileri sürüyor.
Sarkozy, belki de, kendisinin de sürekli dile getirdiği gibi, aslında tüm Avrupalı liderlerin düşünüp de söyleyemediğini dürüstlükle ifade ederek Türkiye’yi artık kandırmamak gerektiğini düşünüyor olabilir. Veya, etkinlik yarışında Türkiye’yi Fransa’ya ciddi bir rakip olarak gördüğü için ulusal çıkarlar çerçevesinde bu üyeliğe karşı olabilir. Bahaneler ya da gerçek neden ne olursa olsun, Sarkozy’nin Türkiye’nin adaylığını iptal etmeye yönelik girişimlerinin AB içinde ne derece destek bulacağı veya diğer liderleri ikna etmekte ne kadar zorlanacağı, Türkiye açısından takip edilmesi gereken önemli bir süreç olacak.
Sarkozy’nin göreve gelir gelmez bu konuyu gündeme getirmemesinin başlıca nedeni, gündemde yeni AB Anlaşması gibi kritik bir konunun bulunması idi. Diğer taraftan dönem başkanı Almanya’nın Türkiye ile üç başlığın açılması şeklindeki planını “tamamen” bozmak istemediğini söylemek de mümkün. Nitekim Sarkozy, müzakere sürecinin tamamını veto etmek yerine, tam üyeliği öngören bir başlık olduğu düşüncesiyle ekonomik ve parasal politika faslının açılmasını engelleyerek “şimdilik” yavaşlatma sürecini tercih etti.
Sarkozy, Türkiye’nin AB üyeliğine alternatif olarak AB, Afrika ve Orta Doğu’daki Akdeniz ülkelerini toplayacağı “Akdeniz Birliği” adını verdiği bir girişim öneriyor. Ayrıntılarının henüz hazırlanma aşamasında olduğu söz konusu Birlik, adı geçen ülkelerin tamamı tarafından destek görmedi. Türkiye, AB’ye alternatif olamayacağını ileri sürerek kesin bir dille reddedince, Sarkozy farklı alternatifler geliştirmeyi seçti. Nitekim, Fransız Cumhurbaşkanı Türkiye’nin adaylık sürecine son vermeye yönelik bir strateji üzerinde çalıştığını dile getiriyor.
Sarkozy yönetiminin bir başka planı, AB’nin genişleme sürecinin devamı, nihai sınırları ve Türkiye’nin yeri konularını Avrupa’da tartışmaya açmak. “Türkiye ile asıl randevu Aralık ayında olacak” diyen Sarkozy, bir “Âkil Adamlar Grubu”nun söz konusu başlıkları değerlendireceğini ileri sürüyor. Her ne kadar Almanya Başbakanı Angela Merkel tarafından destek görme ihtimali bulunsa da, AB içinde Türkiye’nin Avrupa nihai sınırlarının dışında bırakılması fikrine yönelik muhalefet de mevcut. Örneğin dönem başkanı Portekiz, böyle bir tartışmanın açılmasına karşı olduğunu, hatta Türkiye’nin üyelik sürecinin devam etmesi gerektiğini sık sık dile getiriyor. Bu durumda, Fransa’nın Türkiye’nin süreçten çıkarılması tartışmasını başlatması, kendi dönem başkanlığı olan 2008 yılının ikinci yarısına kalabilecek.
Türkiye tartışmasının AB Anlaşması tartışmaları ile paralel bir şekilde gerçekleştirilmesi önemli. Çünkü, bu anlaşmayı zorunlu hale getiren nokta AB’nin yeni üyelere göre yeniden düzenlenmesi. Genişlemenin AB içinde krizlere neden olduğu, artık “sorun” anlamına geldiği düşüncesi Türkiye tartışmalarının tam da Sarkozy’nin istediği biçimde sonuçlanmasını sağlayabilir. Halbuki, bu sorunların genişlemenin kendisinden değil AB’nin hatalarından kaynaklandığı aslında son derece açık. Sürekli kötü örnek olarak gösterilen Bulgaristan ile Romanya’nın reformlarını tamamlamadan üyeliğe kabul edilmesi ve şimdi de bu yönde adım atmaktan kaçınmaları, genişlemenin değil AB’nin karar alıcılarının hatalarının sonucu.
Genişlemenin sorun olduğu düşüncesi bir yana, Türkiye’nin coğrafi olarak Avrupa’da bulunmadığı, hatta Türkiye’nin üyeliğinin diğer ülkelerin demokrasi yönündeki reformlardan vazgeçmesine sebep olacağı inanışı gibi manasız bahaneler ileri sürülüyor. Ancak Fransa için gerçek sebebin, gerek uluslararası düzlemde gerek AB içinde zayıflayan etkinliğinin Türkiye gibi büyük bir ülkenin katılımıyla hepten yok olacağı inancı. “Türkiye’nin AB’de yeri olamaz” diyen Sarkozy’nin Haziran ayında açılması planlanan önemli bir başlığı engelleme başarısı da aslında Avrupa’da gücü yeniden ele geçirmeye yönelik çabalarının göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Yeni tasarlanan madeni avroların arka yüzlerinde AB’ye resmen aday olmayan ülkeler bile Avrupa haritasında yer alırken Türkiye’nin dışarıda bırakılması, Türkiye’nin asla yer alamayacağı bir Avrupa’nın tasarlanmakta olduğunu gösteren örneklerden biri. Türkiye’nin serbest dolaşımın ve bazı ortak politikaların dışında tutulmak istenmesi, sadece Türkiye’ye bu kadar sık bir şekilde müzakerelerin “ucu açık” bir süreç olduğunun hatırlatılması, Türkiye’nin –en azından şimdilik– AB tarafından istenmediğinin işaretleri. Ankara ise, AB’nin tepkisi ne olursa olsun AB müktesebatına uyum çalışmalarının sürdürüleceğini ve AB hazır olana kadar bekleneceğini ileri sürüyor.
Sarkozy, belki de, kendisinin de sürekli dile getirdiği gibi, aslında tüm Avrupalı liderlerin düşünüp de söyleyemediğini dürüstlükle ifade ederek Türkiye’yi artık kandırmamak gerektiğini düşünüyor olabilir. Veya, etkinlik yarışında Türkiye’yi Fransa’ya ciddi bir rakip olarak gördüğü için ulusal çıkarlar çerçevesinde bu üyeliğe karşı olabilir. Bahaneler ya da gerçek neden ne olursa olsun, Sarkozy’nin Türkiye’nin adaylığını iptal etmeye yönelik girişimlerinin AB içinde ne derece destek bulacağı veya diğer liderleri ikna etmekte ne kadar zorlanacağı, Türkiye açısından takip edilmesi gereken önemli bir süreç olacak.


0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.