Siyasi iktidarların ilk üç ayı her zaman önemli olmuştur. İlk üç ayda yapılanlar, alınan mesafe, atılan adımların doğrultusu gelecekte yapılacakların da bir işaretidir, bir güvencesidir.
Özal’ın ilk üç ayında yapılanlar, Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu’nun değiştirilmesi, Katma Değer Vergisi Kanunu’nun tartışılmaya açılması bugün hala dönemin önemini belirleyen değişiklikler.
AKP iktidarının da ilk üç ayı çok önemlidir; TBMM açıldıktan sonraki ilk üç ay belki daha da önemlidir.
İlk üç ay performansı AKP için belki de diğer parti ve iktidarların da ilk üç ay performansından daha önemli hale gelmiştir.
AKP’nin 27 Nisan muhtırasını ve 367 hikayesini izleyen süreçte yüzde 47 oy oranıyla TBMM’de geniş bir çoğunluk elde etmesi, Sayın Gül’ün Çankaya’ya çıkması Cumhuriyet’in demokratikleşme adımları olarak olumludur, ülkemizin normalleşme sürecinde önemli bir artıdır.
İlk önemli icraat olarak da anayasa hazırlama sürecinin devreye girişi de yine benim algılarıma göre çok olumludur.
Ancak, seçmenlerin ve nüfusun azımsanmayacak ve azımsanmaması da demokratik teammüllerde zorunlu bir yüzde otuzluk kesimi 22 Temmuz ve 28 Ağustos süreçlerini, yeni bir sivil anayasayı bir normalleşme süreci olarak algılamamaktadırlar ve bu algının doğruluğu ya da yanlışlığını tartışmak da ne bizim ne de AKP’nin işidir.
Özellikle yönetim sorumluluğunu üstlenmiş olan AKP’ye içinde bulunduğumuz süreçte düşen en önemli görev bu yüzde otuzluk tedirgin kesimin de endişelerini olabildiğince izale etmektir.
Söz konusu yüzde otuz içinde laiklik kaygılarını paravan olarak kullanan ve yeni süreçte altlarından kayan para ve mevki rantları için bir kesimin insani endişelerini suistimal eden küçük bir kesim de yok değildir (Mehmet Altan’ın 24 Eylül Pazartesi günkü star gazetesi başyazısı) ama azımsanması demokrasilerde kabul edilemeyecek bir ‘endişeli kesim’ de mevcuttur.
AKP’den benim kişisel beklentim bu ‘endişeli kesimin’ kaygılarını izale etmek için kendi temel duruşlarından taviz vermeleri asla değildir ve bu olmamalıdır da.
Ancak, AKP’nin hem kendi temel duruşundan taviz olarak algılanmayacak, hem söz konusu ‘endişeli kesimin’ kaygılarını sıfırlamasa bile (bu olanaksız) ciddi biri biçimde azaltacak ya da en azından ciddiye alınmalarını engelleyecek, hem küresel dengelerde AKP’nin elini güçlendirecek, hem özgürlük ve zenginliğe olumlu katkı yapacağı için içeride ve dışarıda meşruiyetini ve siyasal desteğini artıracak çok önemli bir manevra alanı vardır.
Ve ilk üç ay bu manevra alanında önemli adımlar atmanın tam da zamanıdır.
Bu manevra alanı da, 2003-2005 arası olduğu gibi yine AB konusudur.
TBMM yasama faaliyetine başladıktan çok kısa bir süre sonra Brüksel ‘İlerleme Raporu’nu açıklayacaktır.
Anayasa çalışmalarında alınacak mesafe bu Rapor’a olumlu yansıyacaktır, buna kuşku yok ama henüz bir sonuç alınmamış olacağı için olumlu yansıma sınırlı olacaktır.
Hemen yapılması gereken konular bellidir; TCK 301 mutlaka çağdaş bir içeriğe kavuşturulmalı ya da kaldırılmalı, Vakıflar Yasası mutlaka düzeltilmeli, Heybeliada konusunda bir çözüm bulunmalı, limanlar meselesinde de yine bir adım öne geçilmelidir.
Bu girişimler AKP’nin 2003-2005 çizgisi ile tümüyle tutarlıdır yani bir taviz niteliğinde değildir, bu konularda çözüm yoluna gidildiği ölçüde içeride refah ve özgürlük artışı yaşanacağı için siyaseten son derece kalıcı başarılı adımlardır ve bu adımları ciddi bir biçimde atan bir siyasal harekete endişe ile bakanlar zamanla mutlaka inandırıcılıklarını yitirecekler ve marjinalleşeceklerdir.
AB süreci Türkiye siyasetinin normalleşme, birleştirici sürecidir ve AKP’nin bu sürece her zaman ihtiyacı olacaktır.
AKP içinde bu dönüşümlere ilişkin oy kaygısı olan küçük bir azınlık varsa, unutmayalım yerel seçimlere 16 ay, genel seçimlere de en azından dört sene vardır.
İlk üç ay bu işleri kalıcı olarak çözmek için en uygun zamandır, take-off arkasından gelecektir.
Özal’ın ilk üç ayında yapılanlar, Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu’nun değiştirilmesi, Katma Değer Vergisi Kanunu’nun tartışılmaya açılması bugün hala dönemin önemini belirleyen değişiklikler.
AKP iktidarının da ilk üç ayı çok önemlidir; TBMM açıldıktan sonraki ilk üç ay belki daha da önemlidir.
İlk üç ay performansı AKP için belki de diğer parti ve iktidarların da ilk üç ay performansından daha önemli hale gelmiştir.
AKP’nin 27 Nisan muhtırasını ve 367 hikayesini izleyen süreçte yüzde 47 oy oranıyla TBMM’de geniş bir çoğunluk elde etmesi, Sayın Gül’ün Çankaya’ya çıkması Cumhuriyet’in demokratikleşme adımları olarak olumludur, ülkemizin normalleşme sürecinde önemli bir artıdır.
İlk önemli icraat olarak da anayasa hazırlama sürecinin devreye girişi de yine benim algılarıma göre çok olumludur.
Ancak, seçmenlerin ve nüfusun azımsanmayacak ve azımsanmaması da demokratik teammüllerde zorunlu bir yüzde otuzluk kesimi 22 Temmuz ve 28 Ağustos süreçlerini, yeni bir sivil anayasayı bir normalleşme süreci olarak algılamamaktadırlar ve bu algının doğruluğu ya da yanlışlığını tartışmak da ne bizim ne de AKP’nin işidir.
Özellikle yönetim sorumluluğunu üstlenmiş olan AKP’ye içinde bulunduğumuz süreçte düşen en önemli görev bu yüzde otuzluk tedirgin kesimin de endişelerini olabildiğince izale etmektir.
Söz konusu yüzde otuz içinde laiklik kaygılarını paravan olarak kullanan ve yeni süreçte altlarından kayan para ve mevki rantları için bir kesimin insani endişelerini suistimal eden küçük bir kesim de yok değildir (Mehmet Altan’ın 24 Eylül Pazartesi günkü star gazetesi başyazısı) ama azımsanması demokrasilerde kabul edilemeyecek bir ‘endişeli kesim’ de mevcuttur.
AKP’den benim kişisel beklentim bu ‘endişeli kesimin’ kaygılarını izale etmek için kendi temel duruşlarından taviz vermeleri asla değildir ve bu olmamalıdır da.
Ancak, AKP’nin hem kendi temel duruşundan taviz olarak algılanmayacak, hem söz konusu ‘endişeli kesimin’ kaygılarını sıfırlamasa bile (bu olanaksız) ciddi biri biçimde azaltacak ya da en azından ciddiye alınmalarını engelleyecek, hem küresel dengelerde AKP’nin elini güçlendirecek, hem özgürlük ve zenginliğe olumlu katkı yapacağı için içeride ve dışarıda meşruiyetini ve siyasal desteğini artıracak çok önemli bir manevra alanı vardır.
Ve ilk üç ay bu manevra alanında önemli adımlar atmanın tam da zamanıdır.
Bu manevra alanı da, 2003-2005 arası olduğu gibi yine AB konusudur.
TBMM yasama faaliyetine başladıktan çok kısa bir süre sonra Brüksel ‘İlerleme Raporu’nu açıklayacaktır.
Anayasa çalışmalarında alınacak mesafe bu Rapor’a olumlu yansıyacaktır, buna kuşku yok ama henüz bir sonuç alınmamış olacağı için olumlu yansıma sınırlı olacaktır.
Hemen yapılması gereken konular bellidir; TCK 301 mutlaka çağdaş bir içeriğe kavuşturulmalı ya da kaldırılmalı, Vakıflar Yasası mutlaka düzeltilmeli, Heybeliada konusunda bir çözüm bulunmalı, limanlar meselesinde de yine bir adım öne geçilmelidir.
Bu girişimler AKP’nin 2003-2005 çizgisi ile tümüyle tutarlıdır yani bir taviz niteliğinde değildir, bu konularda çözüm yoluna gidildiği ölçüde içeride refah ve özgürlük artışı yaşanacağı için siyaseten son derece kalıcı başarılı adımlardır ve bu adımları ciddi bir biçimde atan bir siyasal harekete endişe ile bakanlar zamanla mutlaka inandırıcılıklarını yitirecekler ve marjinalleşeceklerdir.
AB süreci Türkiye siyasetinin normalleşme, birleştirici sürecidir ve AKP’nin bu sürece her zaman ihtiyacı olacaktır.
AKP içinde bu dönüşümlere ilişkin oy kaygısı olan küçük bir azınlık varsa, unutmayalım yerel seçimlere 16 ay, genel seçimlere de en azından dört sene vardır.
İlk üç ay bu işleri kalıcı olarak çözmek için en uygun zamandır, take-off arkasından gelecektir.
0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.