Doç.Dr.Melih CAN (Uluslararası İlişkiler Uzmanı)
Küresel güç mücadelesinde ABD'nin en yakın müttefiki olan İngiltere'nin Irak'ın güneyindeki Basra kentinde bulunan son üssündeki askerlerini çekme görüntüsü, tozu dumana katan tankların eşliğinde servis edildi ve tüm dünya bu çekilmeyi izledi.
ABD'de "çekilelim-çekilmeyelim" türünden tartışmalar devam ederken, Beyaz Saray'ın arka bahçesinden Bağdat'ın yeşil bölgesine iniş yapan ABD Devlet Başkanı George W. Bush da, eğer tekrardan aksi bir açıklama yapmazsa, Irak'tan çekileceklerini açıkladı. Çekilmeyi meşrulaştırıcı ve tepkileri azaltıcı arayışların bir sonucu olarak son dönemde havada uçuşan raporlar da açıkçası başta Ortadoğu bölgesi olmak üzere uluslararası gündemdeki yerini almakta gecikmedi. Bu yeni gündem dalgasıyla birlikte, haliyle birçok soru da kafaları meşgul etmeye başladı. Bunlar içinde "Irak'ta yeni bir döneme girilip girilmediği" sorusu açık ara başı çekiyor. Bu bağlamda Irak'ın bölünmesi projesinde hangi aşamaya gelindiği ve Türkiye'nin bu yeni sürece ne kadar hazırlıklı olduğu ve ne tür bir politika izleyeceği bir başka merak konusu. Merakımızı derinleştiren ve bugünkü yazımızın muhtevasını oluşturan diğer sorular içinde ise en çok merak edileni İngiltere'nin neden askerlerini "sahadan" çekme kararı aldığı. Bu soruyu tamamlayan soru ise, Ortadoğu'da İngiltere'nin yerini Fransa'nın gerçekten alıp almayacağı ve alacaksa da bunu kimin adına yapacağı.
YENİ IRAK ÜÇE Mİ BÖLÜNÜYOR?
Bu sorulara net bir cevap verebilmek oldukça zor. Fakat, bölgede yaşanan son gelişmeler, karşımıza özellikle 11 Eylül sonrası süreçte "İki ABD" arasında yaşanan güç mücadelesini, ve "Yeni Irak: Şiistan, Sünnistan ve Kürdistan" projesi bağlamında birtakım olası cevapları akıllara getiriyor. Sondan başlayarak, bu iki olasılık çerçevesinde bu soruyu cevaplandıralım. Kuşkusuz, İngiltere'nin Basra'dan çekilmesiyle ilgili olarak birçok şey söylenebilir. Nitekim, bu hususta birçok şey yazılıp konuşulmaya başlandı bile. Bunların başında da, ABD ile İngiltere arasında Irak politikası konusunda son dönemde yaşanan görüş ayrılıkları ve bunun neticesinde ortaya çıkan yüksek tansiyon geliyor. Ortaya konulan görüşlerin merkezinde yer alan bu değerlendirmeye göre, Amerikalı ve İngiliz eski generaller arasında yaşanan karşılıklı atışmalar, gelinen bu son aşamada etkili oldu. Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz ay (Ağustos 2007) eski ABD Genelkurmay Başkan Yardımcısı General Jack Keane, İngiltere'nin kontrolündeki Basra'da kötüleşen güvenlik durumu nedeniyle Vaşington'un yaşadığı "hayal kırıklığı"nı dile getirmiş, bunun üzerine de Irak'ta üst düzey görevlerde bulunmuş iki emekli İngiliz generalden bu açıklamaya sert cevap gelmişti. İngiliz generallerden, eski Genelkurmay Başkanı Sir Michael Jackson, ABD politikalarını "aklın iflası" olarak yorumlarken, Irak'ta savaş sonrası politikalar konusunda çalışan en kıdemli subay olan emekli Tümgeneral Tim Cross da Irak Savaşı sonrasında ülkede yaşanabilecek problemler konusunda ABD'yi uyardıklarını; ancak bunların göz ardı edildiğini ifade etmişti. Bu tartışmalar, hiç kuşkusuz ABD ile İngiltere arasında Irak'ta uygulanan stratejiler bağlamında yaşanılan ayrılığın/tartışmaların sadece görünen kısmını oluşturuyor. Daha derinde, farklı gelişmeler söz konusu gibi...
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ikili yapı, diğer bir ifadeyle "iki ABD" arasında yaşanan son gelişmeler, kendisini Vaşington-Londra arasındaki ilişkilere de yansıtmış durumda. ABD'de kaybeden durumundaki Neo-Con ekip, diğer bir ifadeyle "Şahin ABD", İngiltere ile özellikle de 11 Eylül sonrası ortaya koyduğu "güçlü duruşu"nu devam ettiremiyor. Amerika Birleşik Devletleri'nde Pentagon-CIA bazlı bu rekabet/çatışma ortamında yaşanan son gelişmeler ve büyük bir olasılıkla iktidara gelecek olan "Güvercin ABD"nin dillendirmeye başladığı "Yeni Irak ve Ortadoğu Projesi", İngiltere'nin politikalarına ve duruşuna uygun görünüyor. Bu noktada İngiltere açısından daha rasyonel görülen bu proje, İngiliz askerlerini daha güvenli bir noktada, "bekle-gör ve müdahale et" aşaması için hazır tutmayı hedefliyor. İngiltere bir anlamda Bush sonrası için şimdiden hazırlıklar yapıyor ve Güvercin ABD ile birlikte hareket edeceği yeni döneme kendisini hazırlıyor. Böylece minimum askerî ve malî kayıplar ve bunun neticesinde daha az kamuoyu baskısıyla Irak'taki çıkarlarını ve kazanımlarını devam ettirmek istiyor. Karşımıza, bir kez daha İngiliz sömürge tecrübesi ve pragmatizmi çıkıyor!
FRANSA'YI BÖLGEYE DAVET EDEN GÜÇ
Kuşkusuz bu durum, İsrail ve Yahudi lobisi ağırlıklı Neo-Con ekibinin işine gelmiyor. Özellikle de İsrail'in bölgedeki çıkarları ve hedefleriyle çelişen bu tutum, bir başka Avrupa ülkesini ön plana çıkartıyor. Son dönemde Yahudi kökenli Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy dönemi Fransa'sının Irak'ta boy göstermeye başlaması, bu bağlamda hiç de tesadüfi görünmüyor. Oysa aynı Fransa, Chirac döneminde Amerika'nın 2003 yılında Irak'ı işgal etmesine şiddetle karşı çıkmış ve "Yaşlı Avrupa" adına öncü bir rol oynamıştı. Bu durumda, en başından beri bir ABD projesi olarak bakılan Almanya'da Merkel ve Fransa'da Sarkozy dönemleri daha bir anlam kazanmaya başlıyor. Ve yine, birkaç hafta önce tatilini Amerika'da geçiren Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve Bush arasındaki görüşmelerde Irak'ın hangi boyutlarda ele alındığı da daha rahat anlaşılabiliyor. Bu "yaz tatili görüşmeleri" daha anlamlı bir hale geliyor. Nitekim, Irak Savaşı'nın başından beri ilk kez Iraklı liderlerle görüşmek üzere Bağdat'a "apar topar" giden Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner'in Irak'taki tüm toplum temsilcileri ve Irak hükümetiyle görüşmesi, her ne kadar "yumuşak bir ilişki dönemi" için arayışlar olarak adlandırılsa da, Kouchner'in ziyaret sonrası yaptığı "keskin" açıklamalar Fransa'nın bu işi gereğinden fazla ciddiye aldığını gösteriyor.
Diğer taraftan, Fransa daha ilk turda "tökezleyerek", kendinden beklenmeyen kötü bir performans sergiliyor. Fransa Dışişleri Bakanı, Bağdat dönüşünde Irak'ın içişlerine müdahale eden açıklamaları dolayısıyla Irak Başbakanı Maliki tarafından sert bir şekilde eleştirilince, geri adım atmak zorunda kalıyor ve özür diliyor. (Hatırlanacağı üzere, Bakan Kouchner, Newsweek dergisine "görüştüğü birçok kişinin Irak Başbakanı Nuri el Maliki'nin değişmesini istediğini" aktarmış, Irak Başbakanı Maliki'nin yerine Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Şii Adel Abdül Mehdi'yi önermişti. Kouchner, ayrıca, The International Herald Tribune gazetesinde çıkan yazısında, Irak'ın "geniş tabanlı milli birlik hükümetine" ihtiyaç duyduğunu, geniş tabanlı bir milli birlik hükümet için Paris'in çaba göstermeye hazır olduğunu belirterek, Irak'ın komşularının da Bağdat'ın sorunlarına yardımcı olması gerektiğini ortaya koymuş ve "Onlarsız ciddi adımlar atılamaz. Fransa, komşuların yardımı için ikna edilmesine yardımcı olmalı." şeklinde yazmıştı.) Bu görüntüsüyle Fransa adeta İsrail'in davetiyle İngiltere'ye karşı Irak'ta ve Ortadoğu bölgesinde "geç, gönüllü bir oyuncu" olarak kendisine yer edinmeye çalışan "yaşlı bir sömürgeci"yi andırıyor. Bu durum, son gelişmelerle ilgili olarak karşımıza çıkan mantık planında kabul edilebilecek akıl yürütmelerinden birini oluşturuyor. Diğer olasılık ise, "Yeni Irak: Şiistan, Sünnistan ve Kürdistan" projesi bağlamında ortaya konulan yeni bir sürece dikkatleri çekiyor. Bu noktada da, bugünlerde yoğun bir şekilde tartışılan "çekilme" hususuna bir kez daha açıklık getirmek gerekiyor. Böylesi bir değerlendirmede, her şeyden önce adına "çekilme" denilen şeyin, zannedildiği gibi ülkeden "tamamen bir çekilme" olmadığını, aksine daha kalıcı bir gelecek ve daha büyük bir coğrafyayı hedefleyen planın bir aşaması olarak "taktik bir adım" olduğunu ifade etmek gerekiyor. Çekilme adı altında, daha kalıcı olmanın yollarına bakılıyor ve bununla ilgili psikolojik harekât ise uzun bir süredir yürütülüyor. Nitekim, geçmişe dönük şöyle kısa bir tur yaptığımızda, çekilme yönünde başlatılan kampanyanın birkaç haftanın ya da ayın kampanyası olmadığını görebiliyoruz. Bu yeni döneme dönük atılan son adımlar, ülkede suni fakat kontrollü bir kaosu hedefliyor. Hedef ise, en başından beri ortaya konulan Irak'ın bölünmesi. Dolayısıyla, gerek Irak'taki gruplar, gerekse de başta Irak'a komşu ülkeler olmak üzere, tüm bölge açısından zafer turları ve naraları atmak için vakit daha çok erken...
Yeni dönemle ilgili psikolojik harekât 2003'ten bu yana ustaca yürütülüyor. Örneğin, 2004 yılında Henry Kissinger'ın "Irak'ta Şii teokrasisini dayatmaktansa, birbiriyle çekişen etnik gruplara kendi hükümetlerini kurma izni verebiliriz." açıklamasının ardından, Ortadoğu uzmanı Christopher Catherwood'un İngiliz The Times gazetesinde yayınlanan "Irak hakkındaki her şey, onu üçe bölün diyor" başlıklı köşe yazısında Yugoslavya örneğini vererek, "Tito'nun zoraki bir arada tuttuğu bu ülkenin 90'lı yıllarda parçalanması, Saddam sonrası Irak için de bir emsal oluşturuyor." demesi, bu sürecin psikolojik altyapısını oluşturuyordu.
ÇEKİLME TAKTİĞİ İŞE YARAR MI?
Hatırlanacağı üzere o dönemde, ABD'nin eski Hırvatistan Büyükelçisi Peter Galbraith de aynı örneği verenler kervanında yer alıyordu. Daha sonraki yıllarda, 24 Ekim 2006'da İngiliz basınında Irak'la ilgili olarak yapılan iki ayrı kamuoyu yoklamasının ön plana çıkartılması; bu kapsamda Guardian gazetesinde duyurulan ilk ankete göre, İngiliz askerlerinin Irak'tan çekilmelerini isteyenlerin oranının yüzde 61 ve Independent gazetesinde ise çok yakın bir sonuçla, yüzde 62 olarak yayınlanması da bugünkü sürecin habercileri arasındaydı. Ustaca yürütülen bu kampanyalarda Irak'ın üçe bölünebileceği mesajları da satır aralarında veriliyordu. Aynı gün yayınlanan Daily Telegraph gazetesinin manşetine İngiltere Dışişleri Bakanı Margaret Beckett'ın sözleri yerleşiyor ve Beckett, Irak'ın üçe bölünmek zorunda kalabileceğini söylüyordu. Aslında, biraz daha gerilere doğru bir zihin yoklaması yapıldığında, daha Irak'ın işgali öncesinde, 1990'lı yılların başından Irak'ın işgaline kadar uzanan süreçte yazılan senaryolarda Irak'ın üçe bölünmesi devamlı şekilde öngörülüyordu. "Kuzey", "Orta" ve "Güney" olarak kısaca adlandırılan bu bölünmede Irak'ın kuzeyinde ABD ve İsrail'in yeni müttefiki "Kürdistan"ın; ortasında "Sünnistan"ın; güneyde ise "Şiistan"ın kurulması hedefleniyordu.
Netice itibarıyla ifade etmek gerekirse, son dönemde ABD ve İngiltere'nin Irak'tan asker çekme ya da Irak'tan çekilme şeklinde ortaya çıkan son hamlesi, esas itibarıyla Ortadoğu'nun daha küçük parçalara ayrılarak, daha düşük maliyet ve kayıpla Amerikan hegemonyasının devamını hedefliyor. Aynı şekilde, ABD'nin Ortadoğu'daki en önemli müttefiki İsrail'in güvenliğinin, bölgesel gücünün/liderliğinin sağlanması ve pekiştirilmesi de öncelikler arasındaki yerini koruyor. Bu noktada da, ABD ve İngiltere Irak'ta bilinçli olarak jeopolitik bir boşluk yaratma girişiminde bulunuyor. Jeopolitik boşlukta Irak'ta bir iç savaşın çıkması ve buna başta Irak'a komşu ülkeler olmak üzere, bölge ülkelerinin önde gelenlerinin katılımı bekleniyor. İran Devlet Başkanı Mahmud Ahmedinejad'ın son açıklamaları ve Arap Birliği'nin verdiği tepki, bu yeni sürecin bölge açısından hiç de kolay geçmeyeceğini gösteriyor...
Zaman
YENİ IRAK ÜÇE Mİ BÖLÜNÜYOR?
Bu sorulara net bir cevap verebilmek oldukça zor. Fakat, bölgede yaşanan son gelişmeler, karşımıza özellikle 11 Eylül sonrası süreçte "İki ABD" arasında yaşanan güç mücadelesini, ve "Yeni Irak: Şiistan, Sünnistan ve Kürdistan" projesi bağlamında birtakım olası cevapları akıllara getiriyor. Sondan başlayarak, bu iki olasılık çerçevesinde bu soruyu cevaplandıralım. Kuşkusuz, İngiltere'nin Basra'dan çekilmesiyle ilgili olarak birçok şey söylenebilir. Nitekim, bu hususta birçok şey yazılıp konuşulmaya başlandı bile. Bunların başında da, ABD ile İngiltere arasında Irak politikası konusunda son dönemde yaşanan görüş ayrılıkları ve bunun neticesinde ortaya çıkan yüksek tansiyon geliyor. Ortaya konulan görüşlerin merkezinde yer alan bu değerlendirmeye göre, Amerikalı ve İngiliz eski generaller arasında yaşanan karşılıklı atışmalar, gelinen bu son aşamada etkili oldu. Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz ay (Ağustos 2007) eski ABD Genelkurmay Başkan Yardımcısı General Jack Keane, İngiltere'nin kontrolündeki Basra'da kötüleşen güvenlik durumu nedeniyle Vaşington'un yaşadığı "hayal kırıklığı"nı dile getirmiş, bunun üzerine de Irak'ta üst düzey görevlerde bulunmuş iki emekli İngiliz generalden bu açıklamaya sert cevap gelmişti. İngiliz generallerden, eski Genelkurmay Başkanı Sir Michael Jackson, ABD politikalarını "aklın iflası" olarak yorumlarken, Irak'ta savaş sonrası politikalar konusunda çalışan en kıdemli subay olan emekli Tümgeneral Tim Cross da Irak Savaşı sonrasında ülkede yaşanabilecek problemler konusunda ABD'yi uyardıklarını; ancak bunların göz ardı edildiğini ifade etmişti. Bu tartışmalar, hiç kuşkusuz ABD ile İngiltere arasında Irak'ta uygulanan stratejiler bağlamında yaşanılan ayrılığın/tartışmaların sadece görünen kısmını oluşturuyor. Daha derinde, farklı gelişmeler söz konusu gibi...
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ikili yapı, diğer bir ifadeyle "iki ABD" arasında yaşanan son gelişmeler, kendisini Vaşington-Londra arasındaki ilişkilere de yansıtmış durumda. ABD'de kaybeden durumundaki Neo-Con ekip, diğer bir ifadeyle "Şahin ABD", İngiltere ile özellikle de 11 Eylül sonrası ortaya koyduğu "güçlü duruşu"nu devam ettiremiyor. Amerika Birleşik Devletleri'nde Pentagon-CIA bazlı bu rekabet/çatışma ortamında yaşanan son gelişmeler ve büyük bir olasılıkla iktidara gelecek olan "Güvercin ABD"nin dillendirmeye başladığı "Yeni Irak ve Ortadoğu Projesi", İngiltere'nin politikalarına ve duruşuna uygun görünüyor. Bu noktada İngiltere açısından daha rasyonel görülen bu proje, İngiliz askerlerini daha güvenli bir noktada, "bekle-gör ve müdahale et" aşaması için hazır tutmayı hedefliyor. İngiltere bir anlamda Bush sonrası için şimdiden hazırlıklar yapıyor ve Güvercin ABD ile birlikte hareket edeceği yeni döneme kendisini hazırlıyor. Böylece minimum askerî ve malî kayıplar ve bunun neticesinde daha az kamuoyu baskısıyla Irak'taki çıkarlarını ve kazanımlarını devam ettirmek istiyor. Karşımıza, bir kez daha İngiliz sömürge tecrübesi ve pragmatizmi çıkıyor!
FRANSA'YI BÖLGEYE DAVET EDEN GÜÇ
Kuşkusuz bu durum, İsrail ve Yahudi lobisi ağırlıklı Neo-Con ekibinin işine gelmiyor. Özellikle de İsrail'in bölgedeki çıkarları ve hedefleriyle çelişen bu tutum, bir başka Avrupa ülkesini ön plana çıkartıyor. Son dönemde Yahudi kökenli Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy dönemi Fransa'sının Irak'ta boy göstermeye başlaması, bu bağlamda hiç de tesadüfi görünmüyor. Oysa aynı Fransa, Chirac döneminde Amerika'nın 2003 yılında Irak'ı işgal etmesine şiddetle karşı çıkmış ve "Yaşlı Avrupa" adına öncü bir rol oynamıştı. Bu durumda, en başından beri bir ABD projesi olarak bakılan Almanya'da Merkel ve Fransa'da Sarkozy dönemleri daha bir anlam kazanmaya başlıyor. Ve yine, birkaç hafta önce tatilini Amerika'da geçiren Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve Bush arasındaki görüşmelerde Irak'ın hangi boyutlarda ele alındığı da daha rahat anlaşılabiliyor. Bu "yaz tatili görüşmeleri" daha anlamlı bir hale geliyor. Nitekim, Irak Savaşı'nın başından beri ilk kez Iraklı liderlerle görüşmek üzere Bağdat'a "apar topar" giden Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner'in Irak'taki tüm toplum temsilcileri ve Irak hükümetiyle görüşmesi, her ne kadar "yumuşak bir ilişki dönemi" için arayışlar olarak adlandırılsa da, Kouchner'in ziyaret sonrası yaptığı "keskin" açıklamalar Fransa'nın bu işi gereğinden fazla ciddiye aldığını gösteriyor.
Diğer taraftan, Fransa daha ilk turda "tökezleyerek", kendinden beklenmeyen kötü bir performans sergiliyor. Fransa Dışişleri Bakanı, Bağdat dönüşünde Irak'ın içişlerine müdahale eden açıklamaları dolayısıyla Irak Başbakanı Maliki tarafından sert bir şekilde eleştirilince, geri adım atmak zorunda kalıyor ve özür diliyor. (Hatırlanacağı üzere, Bakan Kouchner, Newsweek dergisine "görüştüğü birçok kişinin Irak Başbakanı Nuri el Maliki'nin değişmesini istediğini" aktarmış, Irak Başbakanı Maliki'nin yerine Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Şii Adel Abdül Mehdi'yi önermişti. Kouchner, ayrıca, The International Herald Tribune gazetesinde çıkan yazısında, Irak'ın "geniş tabanlı milli birlik hükümetine" ihtiyaç duyduğunu, geniş tabanlı bir milli birlik hükümet için Paris'in çaba göstermeye hazır olduğunu belirterek, Irak'ın komşularının da Bağdat'ın sorunlarına yardımcı olması gerektiğini ortaya koymuş ve "Onlarsız ciddi adımlar atılamaz. Fransa, komşuların yardımı için ikna edilmesine yardımcı olmalı." şeklinde yazmıştı.) Bu görüntüsüyle Fransa adeta İsrail'in davetiyle İngiltere'ye karşı Irak'ta ve Ortadoğu bölgesinde "geç, gönüllü bir oyuncu" olarak kendisine yer edinmeye çalışan "yaşlı bir sömürgeci"yi andırıyor. Bu durum, son gelişmelerle ilgili olarak karşımıza çıkan mantık planında kabul edilebilecek akıl yürütmelerinden birini oluşturuyor. Diğer olasılık ise, "Yeni Irak: Şiistan, Sünnistan ve Kürdistan" projesi bağlamında ortaya konulan yeni bir sürece dikkatleri çekiyor. Bu noktada da, bugünlerde yoğun bir şekilde tartışılan "çekilme" hususuna bir kez daha açıklık getirmek gerekiyor. Böylesi bir değerlendirmede, her şeyden önce adına "çekilme" denilen şeyin, zannedildiği gibi ülkeden "tamamen bir çekilme" olmadığını, aksine daha kalıcı bir gelecek ve daha büyük bir coğrafyayı hedefleyen planın bir aşaması olarak "taktik bir adım" olduğunu ifade etmek gerekiyor. Çekilme adı altında, daha kalıcı olmanın yollarına bakılıyor ve bununla ilgili psikolojik harekât ise uzun bir süredir yürütülüyor. Nitekim, geçmişe dönük şöyle kısa bir tur yaptığımızda, çekilme yönünde başlatılan kampanyanın birkaç haftanın ya da ayın kampanyası olmadığını görebiliyoruz. Bu yeni döneme dönük atılan son adımlar, ülkede suni fakat kontrollü bir kaosu hedefliyor. Hedef ise, en başından beri ortaya konulan Irak'ın bölünmesi. Dolayısıyla, gerek Irak'taki gruplar, gerekse de başta Irak'a komşu ülkeler olmak üzere, tüm bölge açısından zafer turları ve naraları atmak için vakit daha çok erken...
Yeni dönemle ilgili psikolojik harekât 2003'ten bu yana ustaca yürütülüyor. Örneğin, 2004 yılında Henry Kissinger'ın "Irak'ta Şii teokrasisini dayatmaktansa, birbiriyle çekişen etnik gruplara kendi hükümetlerini kurma izni verebiliriz." açıklamasının ardından, Ortadoğu uzmanı Christopher Catherwood'un İngiliz The Times gazetesinde yayınlanan "Irak hakkındaki her şey, onu üçe bölün diyor" başlıklı köşe yazısında Yugoslavya örneğini vererek, "Tito'nun zoraki bir arada tuttuğu bu ülkenin 90'lı yıllarda parçalanması, Saddam sonrası Irak için de bir emsal oluşturuyor." demesi, bu sürecin psikolojik altyapısını oluşturuyordu.
ÇEKİLME TAKTİĞİ İŞE YARAR MI?
Hatırlanacağı üzere o dönemde, ABD'nin eski Hırvatistan Büyükelçisi Peter Galbraith de aynı örneği verenler kervanında yer alıyordu. Daha sonraki yıllarda, 24 Ekim 2006'da İngiliz basınında Irak'la ilgili olarak yapılan iki ayrı kamuoyu yoklamasının ön plana çıkartılması; bu kapsamda Guardian gazetesinde duyurulan ilk ankete göre, İngiliz askerlerinin Irak'tan çekilmelerini isteyenlerin oranının yüzde 61 ve Independent gazetesinde ise çok yakın bir sonuçla, yüzde 62 olarak yayınlanması da bugünkü sürecin habercileri arasındaydı. Ustaca yürütülen bu kampanyalarda Irak'ın üçe bölünebileceği mesajları da satır aralarında veriliyordu. Aynı gün yayınlanan Daily Telegraph gazetesinin manşetine İngiltere Dışişleri Bakanı Margaret Beckett'ın sözleri yerleşiyor ve Beckett, Irak'ın üçe bölünmek zorunda kalabileceğini söylüyordu. Aslında, biraz daha gerilere doğru bir zihin yoklaması yapıldığında, daha Irak'ın işgali öncesinde, 1990'lı yılların başından Irak'ın işgaline kadar uzanan süreçte yazılan senaryolarda Irak'ın üçe bölünmesi devamlı şekilde öngörülüyordu. "Kuzey", "Orta" ve "Güney" olarak kısaca adlandırılan bu bölünmede Irak'ın kuzeyinde ABD ve İsrail'in yeni müttefiki "Kürdistan"ın; ortasında "Sünnistan"ın; güneyde ise "Şiistan"ın kurulması hedefleniyordu.
Netice itibarıyla ifade etmek gerekirse, son dönemde ABD ve İngiltere'nin Irak'tan asker çekme ya da Irak'tan çekilme şeklinde ortaya çıkan son hamlesi, esas itibarıyla Ortadoğu'nun daha küçük parçalara ayrılarak, daha düşük maliyet ve kayıpla Amerikan hegemonyasının devamını hedefliyor. Aynı şekilde, ABD'nin Ortadoğu'daki en önemli müttefiki İsrail'in güvenliğinin, bölgesel gücünün/liderliğinin sağlanması ve pekiştirilmesi de öncelikler arasındaki yerini koruyor. Bu noktada da, ABD ve İngiltere Irak'ta bilinçli olarak jeopolitik bir boşluk yaratma girişiminde bulunuyor. Jeopolitik boşlukta Irak'ta bir iç savaşın çıkması ve buna başta Irak'a komşu ülkeler olmak üzere, bölge ülkelerinin önde gelenlerinin katılımı bekleniyor. İran Devlet Başkanı Mahmud Ahmedinejad'ın son açıklamaları ve Arap Birliği'nin verdiği tepki, bu yeni sürecin bölge açısından hiç de kolay geçmeyeceğini gösteriyor...
Zaman
0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.