Doç. Dr. İhsan BAL
USAK Terör Uzmanı
Terörle mücadelenin teröristle mücadele ve terörizmle mücadele olmak üzere iki sütundan oluştuğunu varsaydığımızda, karşımıza eylemsel ve fikirsel mücadele olarak iki temel alan çıkmaktadır. Bu iki temel alan çoğu defa iç içe geçmekte ve birbirinin yerini almaktadır. Ancak terörün temel çalışma ekseni sözel iletişimi ceset üzeriden kurgulamak ve toplumlardaki tartışmaları bu merkezden yönetmeye çalışmaktır. Teröristlerin en başarılı olduğu alan ise kendileriyle mücadele edenlerin zafiyetleri üzerine tüm stratejilerini kurgulamalarıdır. Dolayısıyla başlangıçta son derece zayıf olan teröristler karşılarındakilerin hata payı ölçütünde büyüme şansına sahiptirler. Bu çerçeveden hareketle karşılaştıkları sorunlara arka destekleri ve boyutları itibarıyla aynı olmamakla birlikte mücadele ettikleri tehlikenin çalışma mantığı aynı olduğundan hareketle Türkiye- ABD terörle mücadele örnekleminde karşılaştırmalı ipuçları yakalanabilir.
Türkiye’nin terörle mücadele deneyimi doğrularla birlikte yanlışları da içinde barındırmaktadır. Türkiye yanlışlarını ayrıştırdığı ve doğrularını arttırabildiği ölçütte başarılı olacaktır. Türkiye’de terörizm tartışmaları ortaya çıktığında, terörle mücadelede örnek gösterilen ülkelerinden ABD, neyi ne kadar doğru yapmaktadır? Bu ülke ile Türkiye’nin terörle mücadele birikimlerinin karşılaştırmalı olarak kısaca analiz etmek bir kısım anlamlı sonuçları paylaşmak mücadelenin neresinde olduğumuz konusunda yardımcı olacaktır. ABD 11 Eylül saldırılarıyla sarsıldı. Karşısında El-Kaide denilen temelde Afganistan’da yoğunlaşmış bir örgüt buldu. Türkiye’nin ise karşısında, etnik ayrılıkçı PKK terör örgütü ile dinci Hizbullah terör örgütü vardı.
Peki, her iki ülke bu karşılaştığı örgütlerle nasıl mücadele etti? ABD dünyanın en güçlü ordusuna ve en güçlü teknolojik donanımlara sahipti. Ve bu elinde bulundurduğu araçlara güvenerek dünya üzerindeki reddedilemez politik gücünü de arkasına alarak, terörle mücadeleyi bir savaş şeklinde yürütmeyi temel stratejisi olarak benimsedi. Bu stratejisini farklı yöntemler ve taktiklerle uygulamaya sürdü.
Bu yöntem ve taktikler şu şekilde sıralanabilir:
· El-Kaide ve onu besleyen düşüncenin ne kadar kötü olduğunu anlatan propaganda savaşı. Bu çerçevede özellikle Taliban’ın ne kadar eski, bağnaz, geri bir düşman olduğu ve bu yüzyıla ait olmadığı sıkılıkla vurgulandı.
· Birleşmiş Milletler çerçevesinde ve diğer uluslararası organizasyonlarda çeşitli ittifaklar kurarak dostlarının sayısı arttırdı. Uluslararası lobiciliği doğru yürüttü. ABD’nin Afganistan’a karşı yürüttüğü savaşı başlangıçta 125 ülkenin desteklediği düşünülürse önemli bir politik meşruiyetle bunu yaptığı anlaşılır.
· ABD elde ettiği bütün avantajlarını Afganistan’daki terörle savaş sürecinde tek, tek elden kaçırmaya başladı. Aylarca süren hava bombardımanları Taliban kuvvetlerinin çok hızlı bir şekilde yenilmesi ve Tora Bora dağlarına yağdırılan özel nitelikli bombalar dünyanın süper gücünün, dünyanın en geri donanımlı savaşçılarını yendiğini gösteriyordu ancak gerçek hiçte böyle olmamıştı. ABD’nin yüksek donanımlı ordusu için hızlı kaçabilen, güvenli yerlerde saklanabilen ve hepsinden de öte Afganistan’a komşu ülke Pakistan’daki sivillerin içerisine giren militanları yakalamak olanaksız bir hale gelmişti. Atılan her bomba ve füze istenilen terör zanlılarından çok, sivil vatandaşları öldürmeye başlamıştı. ABD’nin savaş eksenli terörist kovalamacası 2003 yılından itibaren yerini başka metot arayışlarına bırakmıştı. Zira başta Usame Bin Ladin olmak üzere hiçbir El- Kaide militanını yakalayamamış, rasgele ele geçirilen birçok kişi çeşitli kamplara taşınmış ve bunların içerisinde Guantalamo’da, ABD’nin terörle savaş söylemini ciddi anlamda eriten bir hukuk dışılık ortaya çıkmıştır.
· Tora Bora dağlarında birçok yeni bombasını deneyen, üstün silah yetenekleri ve sınırsız bütçesiyle El-Kaide militanlarının arkasından ordusunu gönderen ABD, uluslararası eleştirilere çok aldırmamış; ancak El-Kaide tehdidinin her geçen gün artması ve ABD’nin müttefiklerine yönelik saldırılarını tırmandırmış olması bu mücadele yöntemine karşı sesleri yükseltmiştir.
· ABD istihbarat raporlarında kimse El-Kaide’nin tam sayısını bilmemekle birlikte, başta CIA olmak üzere ABD istihbarat kaynakları, 2001 yılında El-Kaidenin militan sayısını 5.000 civarında şeklinde vermekteyken, mücadelenin üstünden 6 yıl geçtikten sonra bu rakamın aynı kaynaklar tarafından 26.000’in üzerine çıktığı ifade edilmektedir. Dolayısıyla, başlangıç noktasına göre daha fazla teröristle karşı karşıya olunduğu anlaşılmaktadır.
· ABD’nin teröristler karşısında yürüttüğü stratejinin yanlışlığı son altı yıl içerisinde daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Mücadelenin ana üssü olan Afganistan’da, merkezi yönetim altı sene içerisinde Kabil’in dışına egemen olamamıştır. Üstelik son yıllarda gücünü arttıran El-Kaide ve Taliban’ın, Afganistan içerisindeki saldırılarının da hızla arttığı görülmektedir. Bu durum kovalamacanın tersine döndüğünü göstermektedir.
· Alandaki başarısızlıklarını örtme noktasında, ABD’nin terörizm ile mücadelede diplomatik çabaları ve propaganda faaliyetleri önemli bir işlev görmüştür. Dolayısıyla tüm yanlışlıklarına rağmen ABD, belirli bir ölçüde de olsa ittifaklarını korumayı başarmıştır.
· ABD’nin El-Kaide ile mücadelede kötü giden duruma dur diyebileceği veya en azından başarı hanesine yazabileceği operasyonları da vardır. Bunlar çoğunluklar CIA ağırlıklı operasyonlardır. ABD’nin El-Kaideye karşı başardığı en önemli operasyonların başında ise CIA öncülüğünde ve Pakistanlı ISI istihbaratı destekli, Pakistan’ın içerisine saklanmış olan üst düzey El-Kaide militanlarının yakalanması gelmektedir.
Anlaşılan odur ki, küresel çağın tehdidi olan terörizm, dünyanın en güçlü ordularına karşı olsa da, orduların takibinden kurtulan bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla orduların terörle savaşta yenilgi savı doğruyu yansıtmamaktadır. Çünkü terörle savaşın karşı cephesi bir ordu olarak yoktur, düşman görünmez, cephe somut değildir ve dolayısıyla askeri savaş doktrinleri uygulanamaz. Bu açıdan gelişen bu yeni tehdidi yeni araçlarla, yöntemlerle ve stratejilerle ortadan kaldırmak gerekmektedir. Bu yeni araçlar bireysel hızlılığı ve intikal hızlılığını arttıran, ileri teknolojiye sahip ancak hafif metalardır. Bu yeni aracın insan unsuru sayısal olarak sınırlı, hareket yeteneği, yüksek hızla intikal edebilen özel donanımlı, ani karar verebilen takım oyunu oynayabilen timlerdir.
Modern çağın bu yeni tehdidi, stratejik bir savaşı değil son derece girift bir mücadeleyi ifade etmektedir. Terörle savaş değil mücadelenin, bu mücadele eksenine göre de yöntemlerin, taktiklerin ve bunlara uygun araçların mücadele alanına taşınması gerekmektedir.
Bu açıdan bakıldığında sivillerin içine karışmış, gizli hücrelerde yaşayan görünmezi görünür kılmak ve iz sürebilmek için geniş çaplı istihbarata ve bu istihbarat bilgileriyle elde edilen verilerin çok hızlı bir şekilde icrası için özel donanımlı timlere ihtiyaç vardır. Onun içindir ki, ABD’nin başarılı varsayılabileceği tek alan teröristle mücadelede CIA’ in öncülük ettiği bir kısım operasyonlardır.
Türkiye açısından duruma baktığımızda, terörle mücadele deneyimimiz daha uzun solukludur. PKK örneğinde, belirli dönem ve alan hakimiyetleri kazanılmış olmakla birlikte, mücadele başarısının TSK’ dan beklenmesi yanıltıcı olmuştur. Dünyanın dördüncü önemli ordusu olarak kabul edilen Türk Ordusu, “Nasıl olur da bir kısım baskınlarda teröristlere zayiat verir” gibi sorularla muhatap olduğunu bilmekteyiz. Veya belirli noktalarda bulunan teröristlerin, özellikle Kuzey Irak’takilerin, bir an önce yakalanması ve yok edilmesi gibi beklentiler TSK üzerinde baskı oluşturmaktadır. Bu bekleyiş yanıltıcıdır.
Dünyadaki hiçbir ordu teröristleri avlamak için yetişmez. Savaş eğitimleri, terörist hücrelerine sızma, halkların içine karışmış teröristleri bulma, suçlu ile suçsuzu ayırma ve zanlıları saklandıkları hücrelerden teslim alma eğitimleri değildir. Bugünlerde son derece gerilimli bir atmosfer soluyan Türk Ulusu, ordusunun sınırın ötesine geçerek, adeta tüm teröristleri ve gerekirse onu destekleyenleri de yok edeceği beklentisine girmiştir.
Böyle bir beklentinin yanlış olduğunu söylemek şöyle dursun, abartılı olduğunu dahi ifade etmeye çalışmak, Türk Ordusunun gücünü anlamamak veya hafife almak gibi değerlendirilebilmektedir. İşte ipin koptuğu, aklın durduğu, iradenin, muhakemenin son derece zayiata uğradığı nokta budur. Devletlerin ordularının başarıları teröristleri yakalamakla ölçülemez. Orduların başarıları veya başarısızlıkları, savaşları kaybetmek veya kazanmakla ölçülür. Terörle ve teröristle savaş edilmez. Teröristle mücadele edilir.
PKK ile mücadeleyi bir savaş olarak değerlendirdiğimizde en önemli handikap, on binlerce askerin birkaç yüz teröristin peşinden koşturulması ve bu teröristlerin hala yakalanamıyor olmasıdır. Buradaki gariplik birinin gücünün, diğerinin güçsüzlüğü veya yeteneksizliğinden kaynaklanıyor olması değil; doğru araçlarla, doğru yöntemlerle ve doğru stratejilerle mücadelenin yürütülmüyor olmasıdır.
Teröristlerin yakalanmıyor olması, orduların onlardan daha güçsüz olduğu anlamına kesinlikle gelmez. Orduların görevi sivillerin içine karışmış, gizlenmiş, hatta masumları siper yaparak vur kaç taktikleriyle silah kullanan, hiçbir ahlaki, hukuki ve insani sınırlama tanımadan cinayet işleyen hücrelere karşı mücadele etmek değildir. Teröristleri yakalamadı diye onları suçlamak yanlıştır. Ordudan teröristleri bulmayı ve yakalamayı istemek yanlıştır.
Türkiye’de terörle mücadelede özellikle teröristlerin etkisiz hale getirildiği önemli operasyonlar da söz konusudur. Bunların başında 1990’lı yıllarda etkin olan ve silahlı militan sayısı 6.000’i geçen Hizbullah terör örgütü gelmektedir. Binlerce eylemin faili olan bu örgüt, 2000 yılında gerçekleştirilen planlı operasyonlarla, silahlı kanadıyla birlikte çökertilmiştir. Bu operasyonların özelliği, kullanılan araçları, yöntem ve taktikleri, terörle mücadelenin teröristle mücadele kısmı bakımından son derece önemli bilgiler içermektedir.
Diyarbakır’da 1999 yılında, bir hücre evinde ele geçirilen istihbarat bakımından son derece önemli bilgilerin, değerlendirilmesi, analizi ve buradan başlayan iz sürmeler sonucu, Türkiye genelinde gizlenmiş örgütün görünür bir haritası ortaya çıkarılmıştır. Teröristlerin elindeki gizlilik silahı güvenlik güçlerinin eline geçmiştir. Aylarca süren bilgi toplama, değerlendirme, analiz etme ve olgunlaşma safhalarından sonra, örgüte yönelik, ülke çapında 61 adet eşgüdümlü operasyon başlatılmıştır. Bu operasyonlar direk terör zanlılarına yönelik olmuş, hiçbir masum öldürülmemiş, 5.600 terör zanlısı yakalanmış, bunların 2700’ü yasal kanıtlarla ve bağımsız mahkemelerce terörist olarak mahkûm edilmiştir. ABD’nin El-Kaideye karşı başardığı en önemli operasyonlar, CIA öncülüğünde ve Pakistan ISI istihbaratı destekli, Pakistan’ın içerisine saklanmış olan üst düzey El-Kaide militanlarının yakalanmasıdır.
Bu başarıyı getiren yöntem, araçlar ve taktikleri aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:
· Ön istihbarat çalışması uzun bir süreçte soğukkanlılık ve sabırla yapılmış; bütün bilgiler toplanmış ve örgüt adeta bir turnusol kağıdıyla ortaya çıkarılmıştır.
· Bu yöntem sayesinde, devlet güçleri karşısında eylem yerini, zamanını ve hedefini belirleme üstünlüğüne sahip olan terör örgütünün bu üstünlüğü elinden alınmıştır. Bu yöntem terörle mücadelede inisiyatifin ele geçirilmesi bakımından olmazsa olmaz bir kural ve kaçınılmaz bir yöntemdir.
· Operasyonlar istihbaratın gösterdiği dürbünle görünür hale gelen terör hücrelerine yönelik, işi bu olan özel donanımlı terörist avcısı timler tarafından yapılmıştır. Bu ise teröristin malzeme olarak kullanacağı sivil kayıpların ortaya çıkmasını engellemiştir.
· Birçok hücreye aynı anda baskın düzenleyen timlerin ele geçirdiği dokümanlar ve belgeler hızlı bir şekilde istihbarat merkezinde değerlendirilmiş, zaman kaybedilmeden yeni operasyonlara başlanılmıştır.
· Bu operasyonlar serisi, üç hafta gibi bir sürede tamamlanmış, dünyanın sayılı ve en tehlikeli örgütlerinden biri olan Hizbullah terör örgütü çökertilmiştir.
Türkiye terörle mücadeleyi yeni öğrenen bir ülke değildir. Türkiye’nin sorunu; doğru yaptıklarını bir araya getirmeyi başaramaması, adeta doğruları tesadüfen yapması ve yanlışlarında da ısrar etmesidir. Türkiye’nin terörle mücadele süreci kafa karışıklıkları ile doludur. Çünkü gerçek veriler gerçek kişilerce bir araya getirilerek anlamlı analizler çok az yapılmaktadır. Son dönemde karşılaştığımız Türkiye sınırlarının dışına taşan PKK terörü, benzer yöntemlerle, özellikle teröristle mücadele açısından ele alınmalıdır. Tora Bora dağlarından Pakistan içerisine kaçan El-Kaide militanlarının yakalanması, CIA’nin örtülü operasyonları ile gerçekleşmiştir.
Türkiye, ülke içerisi deneyimlerini uluslararası alana taşıyarak, Kandil dağından kaçıp Irak halkının arasına saklanan PKK teröristlerinin önde gelenlerini, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) öncülüğünde yakalamak ve etkisiz hale getirmek durumundadır. Oysa bugünkü süreçte tartışılanlara bakacak olursak beklenti geniş çaplı bir askeri operasyona odaklanmış, Türkiye şehitlerine ağlarken, daha fazla şehit verme riskini arttırıcı olasılıklar üzerine tartışılmaya başlanmıştır. Bu yanlış beklenti ve tartışma zemini her yeni şehit haberi ile birlikte daha da alevlenecek ve eleştiri oklarını ordumuza çevirecektir.
Daha öncede söylediğimiz gibi ordular teröristleri yakalayamadıklarında değil, savaşları kaybettiğinde başarısızdırlar.
0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.