Ekrem DUMANLI
Hafta içinde Türk Silahlı Kuvvetleri, Kuzey Irak'taki terör merkezlerine operasyon yaptı. Medya ve kamuoyu tarafından yakından izlenen harekât, dünyada da dikkatle takip edildi. Aslında uzun bir zamandan beri bekleniyordu bu gelişme. Daha doğrusu Türkiye, sabırla ve ısrarla bütün diplomatik temaslarını gerçekleştirmiş, Amerika ve Avrupa başta olmak üzere komşu ülkelere de meramımız anlatılmıştı.
Askerî operasyon yapmak tek başına bir anlam ifade etmiyordu çünkü. Önemli olan, askerî harekâtın meşruiyet gerekçelerini dünyaya anlatmak ve dünya kamuoyunun desteğini almaktı. Nitekim öyle oldu ve Türkiye büyük bir başarı kazandı. Hükümet ve asker ortak bir hedef için iyi bir görev dağılımı yaptı ve hem iç kamuoyunda hem de uluslararası arenada önemli bir başarı elde etti. Özlenen tablo da buydu...
Bu başarıyı bir kenara kaydedip en hayati soruya yönelmek şart: 30 yıla yakın bir zamandan beri devam eden etnik terörün gerçekten beli kırılmış mıdır? Terör örgütü tarafından sindirilmiş halk, devletten beklediği şefkat ve merhameti artık bulabilecek mi? Daha ötesi, bölge halkının uzun zamandan beri boğuştuğu sosyal ve ekonomik problemlerin çözümü için doğru adımlar atılacak mı? Asıl mesele budur ve bu tarihî sorumluluk devletten başlayıp sivil toplumun bütün katmanlarını (ve tabii ki bütün medyayı da) kuşatacak kadar geniş bir mesuliyet dairesi çizmektedir.
22 Temmuz seçimleri açık bir şekilde gösterdi ki Güneydoğu'da halk, uzun bir süreden sonra ilk defa PKK'nın işaret ettiği partiye mahkûm olmamıştır. O bölgede halkın büyük çoğunluğunun yeni siyasi partiler arayışı, umutların tükenmediğini, bölgeye verilecek hizmetlerle halkın kazanılabileceğini ispat ediyor. Bazı çevrelerdeki paniğin asıl sebebi de budur! Hükümet bu bölgede inisiyatif alıyor. Son olarak Avrupa'ya açılan AK Partili Kürt milletvekilleri PKK'ya terör örgütü diyemeyen DTP'nin kimyasını fena halde bozmuş durumda. O kadar ki, partinin sivri dilli bazı üyeleri devletin bir bölümüne 'laikliği koruma' adına işbirliği teklifinde bulunuyor. Bunu yaparken kullanılan üslup, PKK ve DTP'nin halkın dinî inancıyla ne kadar problemli olduğunu ortaya koyduğu gibi, gerek gördüklerinde her türlü işbirliği için nasıl kimlik krizlerine girdiğini de gözler önüne seriyor...
PKK'nın ulusalcı ve laikçilerle ittifakı
Güneydoğu'daki sivil inisiyatifin terör örgütünü rahatsız etmesi, aslında anlaşılabilir bir durum. PKK yoksulluğun, çaresizliğin, eğitimsizliğin devam etmesini istiyor; çünkü oradan besleniyor. Siyasî irade Doğu'ya laf değil hizmet ürettikçe etnik ırkçılık huzursuz oluyor; çünkü beslendiği damar çürüyor. Yöre halkı devletle kucaklaştıkça etnik partide bozgun havası hissediliyor. Bütün bunları anlamak mümkün; zira ırkçılık halkın mağduriyetini siyasî emelleri için kullanmak istiyor. Suiistimale açık kapılar kapandıkça birtakım hırçınlıkların baş göstermesi normal.
Yakın bir gelecekte daha ilginç gelişmelerle karşı karşıya kalabiliriz. Mesela dün denecek kadar kısa bir süre öncesine kadar birbirinin zıddı ve düşmanı gibi görünen ulusalcı bazı merkezlerle ırkçı-Kürtçü örgütler işbirliğine girebilir. Bunun emareleri ortadadır. Bunun zemini çeşitli vesilelerle yoklanıyor. AK Parti karşıtlığı ya da cemaat-tarikat karşıtlığı gibi söylemlerle maskelenen ortak eylem planlarının arkasında ulusalcı bazı çevrelerin bulunması ve bunun bir ucunun PKK terörüne kadar uzanması tesadüfî değil. PKK müttefiki bazı siyasetçilerin ağzında sakız olmaya namzet 'laik rejimin teminatı olmak' vaadinin arkasında böyle bir zemin yoklama mantığı yatıyor. Dünkü Zaman'da Mümtaz'er Türköne'nin 'Kemalist Kürtçüler' yazısı çok önemli ve düşündürücü. Elit PKK'nın laikçilik söylemiyle orduyu yanına çekmek istemesi de ilginç bir gelişme. Ancak bu tehlikeyi muhataplarının anlamaması mümkün değil...
Aslında ulusalcılarla etnik ayrılıkçılar arasındaki eylem ittifakı öteden beri biliniyor; ancak söylenemiyordu. Son günlerde sıkça dile getirilen 'derin PKK'nın bir ucu bu çizgiye dayanıyor. Terörün devam etmesi birbirine düşman gözüken bazı çevreleri ayakta tutuyor. Bölgedeki havanın yumuşaması, halkın devletle kucaklaşması, sivil toplumun oraya hizmetler taşıması bazı çevreleri bu yüzden rahatsız ediyor; ancak hiç önemli değil, Türkiye'nin bölünmemesi, kardeşliğin devam etmesi uğruna her türlü fedakârlık yapılabilir; yapılmalıdır...
Türkiye 'Kürt sorunu'nda ilk defa önemli fırsatlar yakalamış durumda. Bir yandan terör örgütü askerî operasyonlarla köşeye sıkıştırılmış, sindirilmiş, herkesten tecrit edilmiş durumda; diğer yandan da Kürt vatandaşlarımız ilk defa bu kadar temel hak ve özgürlükler alanında mesafe almış ve kendilerine hizmet getirilmiş durumda. Altın fırsat budur! Bu saatten sonra bölgeye aş, iş, eğitim, hizmet götürülmelidir. Bölgeye yapılacak her türlü yatırım göstermelidir ki, Kürtler de bu ülkenin birinci sınıf vatandaşıdır; ülkede yaşayan diğer insanların kardeşi, akrabası, dindaşı, yoldaşı, arkadaşıdır. Lafla peynir gemisi yürümez; kardeşliğin fiilen ispat edilmesi şart! O yüzden iktidarıyla, muhalefetiyle, devlet imkânlarıyla, sivil toplum kuruluşlarının gayretiyle adeta bir seferberlik yapmak zorundayız. Emperyalist güçlerin parçalama planı ancak ve ancak bu şekilde akim bırakılabilir. Daha kapsayıcı bir özgürlük, daha kuşatıcı bir demokrasi ve daha yaşanabilir bir ülke...
Günlük telaşın derdine fazlaca düşen medya, bazen büyük fotoğrafı algılamakta yetersiz kalıyor. Açık söylüyorum: Bu ülkeyi bölmek isteyenlere karşı yakalanan tarihî fırsat değerlendirilemezse (Allah korusun) bu ülke bambaşka bir mecraya sürüklenir. 'Aman bu ülke bölünmesin' diye Güneydoğu'ya yatırım yapmaya gayret eden, Kurban Bayramı'nı sıcacık yuvasında değil de Doğu halkıyla geçiren Anadolu insanını saçma sapan laflarla hırpalamak gazetecilik yapmak değildir. Bugün herkese sorumluluk düşüyor. 'Baba beni okula gönder' kampanyalarının da bir anlamı var; keseceği bütün kurbanlarını Güneydoğu'daki fakir halka dağıtmanın da. Bu tür sivil çalışmalar ne 'kartel reklâmı' gibi basit hesaplara feda edilebilir ne de 'cemaat' suçlamasıyla perdelenebilir. Aksi istikamette yapılan her yayın, öyle bir maksat güdülmese bile, terör örgütüne dolaylı bir yardımdır. Türkiye, devasa problemlerini aştı, 'Kürt sorunu'nu da aşacak; yeter ki aklıselim galip gelsin, grupçuluk, aşiretçilik yapılıp kendi gölgesiyle insanlar mücadele etmesin...
Zaman
Hafta içinde Türk Silahlı Kuvvetleri, Kuzey Irak'taki terör merkezlerine operasyon yaptı. Medya ve kamuoyu tarafından yakından izlenen harekât, dünyada da dikkatle takip edildi. Aslında uzun bir zamandan beri bekleniyordu bu gelişme. Daha doğrusu Türkiye, sabırla ve ısrarla bütün diplomatik temaslarını gerçekleştirmiş, Amerika ve Avrupa başta olmak üzere komşu ülkelere de meramımız anlatılmıştı.
Askerî operasyon yapmak tek başına bir anlam ifade etmiyordu çünkü. Önemli olan, askerî harekâtın meşruiyet gerekçelerini dünyaya anlatmak ve dünya kamuoyunun desteğini almaktı. Nitekim öyle oldu ve Türkiye büyük bir başarı kazandı. Hükümet ve asker ortak bir hedef için iyi bir görev dağılımı yaptı ve hem iç kamuoyunda hem de uluslararası arenada önemli bir başarı elde etti. Özlenen tablo da buydu...
Bu başarıyı bir kenara kaydedip en hayati soruya yönelmek şart: 30 yıla yakın bir zamandan beri devam eden etnik terörün gerçekten beli kırılmış mıdır? Terör örgütü tarafından sindirilmiş halk, devletten beklediği şefkat ve merhameti artık bulabilecek mi? Daha ötesi, bölge halkının uzun zamandan beri boğuştuğu sosyal ve ekonomik problemlerin çözümü için doğru adımlar atılacak mı? Asıl mesele budur ve bu tarihî sorumluluk devletten başlayıp sivil toplumun bütün katmanlarını (ve tabii ki bütün medyayı da) kuşatacak kadar geniş bir mesuliyet dairesi çizmektedir.
22 Temmuz seçimleri açık bir şekilde gösterdi ki Güneydoğu'da halk, uzun bir süreden sonra ilk defa PKK'nın işaret ettiği partiye mahkûm olmamıştır. O bölgede halkın büyük çoğunluğunun yeni siyasi partiler arayışı, umutların tükenmediğini, bölgeye verilecek hizmetlerle halkın kazanılabileceğini ispat ediyor. Bazı çevrelerdeki paniğin asıl sebebi de budur! Hükümet bu bölgede inisiyatif alıyor. Son olarak Avrupa'ya açılan AK Partili Kürt milletvekilleri PKK'ya terör örgütü diyemeyen DTP'nin kimyasını fena halde bozmuş durumda. O kadar ki, partinin sivri dilli bazı üyeleri devletin bir bölümüne 'laikliği koruma' adına işbirliği teklifinde bulunuyor. Bunu yaparken kullanılan üslup, PKK ve DTP'nin halkın dinî inancıyla ne kadar problemli olduğunu ortaya koyduğu gibi, gerek gördüklerinde her türlü işbirliği için nasıl kimlik krizlerine girdiğini de gözler önüne seriyor...
PKK'nın ulusalcı ve laikçilerle ittifakı
Güneydoğu'daki sivil inisiyatifin terör örgütünü rahatsız etmesi, aslında anlaşılabilir bir durum. PKK yoksulluğun, çaresizliğin, eğitimsizliğin devam etmesini istiyor; çünkü oradan besleniyor. Siyasî irade Doğu'ya laf değil hizmet ürettikçe etnik ırkçılık huzursuz oluyor; çünkü beslendiği damar çürüyor. Yöre halkı devletle kucaklaştıkça etnik partide bozgun havası hissediliyor. Bütün bunları anlamak mümkün; zira ırkçılık halkın mağduriyetini siyasî emelleri için kullanmak istiyor. Suiistimale açık kapılar kapandıkça birtakım hırçınlıkların baş göstermesi normal.
Yakın bir gelecekte daha ilginç gelişmelerle karşı karşıya kalabiliriz. Mesela dün denecek kadar kısa bir süre öncesine kadar birbirinin zıddı ve düşmanı gibi görünen ulusalcı bazı merkezlerle ırkçı-Kürtçü örgütler işbirliğine girebilir. Bunun emareleri ortadadır. Bunun zemini çeşitli vesilelerle yoklanıyor. AK Parti karşıtlığı ya da cemaat-tarikat karşıtlığı gibi söylemlerle maskelenen ortak eylem planlarının arkasında ulusalcı bazı çevrelerin bulunması ve bunun bir ucunun PKK terörüne kadar uzanması tesadüfî değil. PKK müttefiki bazı siyasetçilerin ağzında sakız olmaya namzet 'laik rejimin teminatı olmak' vaadinin arkasında böyle bir zemin yoklama mantığı yatıyor. Dünkü Zaman'da Mümtaz'er Türköne'nin 'Kemalist Kürtçüler' yazısı çok önemli ve düşündürücü. Elit PKK'nın laikçilik söylemiyle orduyu yanına çekmek istemesi de ilginç bir gelişme. Ancak bu tehlikeyi muhataplarının anlamaması mümkün değil...
Aslında ulusalcılarla etnik ayrılıkçılar arasındaki eylem ittifakı öteden beri biliniyor; ancak söylenemiyordu. Son günlerde sıkça dile getirilen 'derin PKK'nın bir ucu bu çizgiye dayanıyor. Terörün devam etmesi birbirine düşman gözüken bazı çevreleri ayakta tutuyor. Bölgedeki havanın yumuşaması, halkın devletle kucaklaşması, sivil toplumun oraya hizmetler taşıması bazı çevreleri bu yüzden rahatsız ediyor; ancak hiç önemli değil, Türkiye'nin bölünmemesi, kardeşliğin devam etmesi uğruna her türlü fedakârlık yapılabilir; yapılmalıdır...
Türkiye 'Kürt sorunu'nda ilk defa önemli fırsatlar yakalamış durumda. Bir yandan terör örgütü askerî operasyonlarla köşeye sıkıştırılmış, sindirilmiş, herkesten tecrit edilmiş durumda; diğer yandan da Kürt vatandaşlarımız ilk defa bu kadar temel hak ve özgürlükler alanında mesafe almış ve kendilerine hizmet getirilmiş durumda. Altın fırsat budur! Bu saatten sonra bölgeye aş, iş, eğitim, hizmet götürülmelidir. Bölgeye yapılacak her türlü yatırım göstermelidir ki, Kürtler de bu ülkenin birinci sınıf vatandaşıdır; ülkede yaşayan diğer insanların kardeşi, akrabası, dindaşı, yoldaşı, arkadaşıdır. Lafla peynir gemisi yürümez; kardeşliğin fiilen ispat edilmesi şart! O yüzden iktidarıyla, muhalefetiyle, devlet imkânlarıyla, sivil toplum kuruluşlarının gayretiyle adeta bir seferberlik yapmak zorundayız. Emperyalist güçlerin parçalama planı ancak ve ancak bu şekilde akim bırakılabilir. Daha kapsayıcı bir özgürlük, daha kuşatıcı bir demokrasi ve daha yaşanabilir bir ülke...
Günlük telaşın derdine fazlaca düşen medya, bazen büyük fotoğrafı algılamakta yetersiz kalıyor. Açık söylüyorum: Bu ülkeyi bölmek isteyenlere karşı yakalanan tarihî fırsat değerlendirilemezse (Allah korusun) bu ülke bambaşka bir mecraya sürüklenir. 'Aman bu ülke bölünmesin' diye Güneydoğu'ya yatırım yapmaya gayret eden, Kurban Bayramı'nı sıcacık yuvasında değil de Doğu halkıyla geçiren Anadolu insanını saçma sapan laflarla hırpalamak gazetecilik yapmak değildir. Bugün herkese sorumluluk düşüyor. 'Baba beni okula gönder' kampanyalarının da bir anlamı var; keseceği bütün kurbanlarını Güneydoğu'daki fakir halka dağıtmanın da. Bu tür sivil çalışmalar ne 'kartel reklâmı' gibi basit hesaplara feda edilebilir ne de 'cemaat' suçlamasıyla perdelenebilir. Aksi istikamette yapılan her yayın, öyle bir maksat güdülmese bile, terör örgütüne dolaylı bir yardımdır. Türkiye, devasa problemlerini aştı, 'Kürt sorunu'nu da aşacak; yeter ki aklıselim galip gelsin, grupçuluk, aşiretçilik yapılıp kendi gölgesiyle insanlar mücadele etmesin...
Zaman
0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.