Sedat LAÇİNER
Uluslararası Stratejik Araştırma Kurumu
ABD Soğuk Savaş sonrasında İran, Irak, Kuzey Kore, Küba, Venezüella gibi ülkeleri sert bir dille eleştirdi. Bu eleştiriler Irak ve Afganistan’da işgale dönerken İran ve Suriye bir sonraki hedefler gibi tehdit edildi. 11 Eylül sonrasında ise Amerikan Başkanı Batı dünyasını İran ve radikal islam tehditleri karşısında birleştirip, ABD’ye de yeni bir lider rolü geliştirmeye çalıştı. Tüm silahlar, füzeler, 500 milyar doları aşan savunma harcamaları için de gerekçe radikal İslam ve terör olarak gösterildi. En son NATO genişlemesi ve füze kalkanı projesi için gerekçe olarak İran ve Ortadoğu’daki durum gösteriliyor. NATO Rusya’ya doğru ilerledikçe Amerikalılar “bu füzeleri size karşı değil, İran’a karşı sizin sınırlarınıza yerleştiriyoruz” diyorlar.
Güç mücadelesi güçlü olanlar arasında yaşanıyor. Medeniyet farkı, din, kültür farkları elbette çatışmaların ateşlenmesinde rol oynar. Ancak güçlü olanla güçsüz olan arasında uzun soluklu bir çatışma beklenemez. Nitekim modern zamanlarda bugüne kadarki güç mücadeleleri güçlü olanlar arasında ve daha çok da Batı’nın içinde cereyan etmiştir. 1. Dünya Savaşı’nda ve İkinci Dünya Savaşı’nda güç kaynakları daha çok Batılı ülkelerdir.
Bundan sonra da böyle olacaktır. İran’ın, ya da Taliban’ın ABD karşısında bir kutup oluşturabilmesi en azından görünür bir zaman diliminde mümkün değildir. İslam dünyasının Batı karşısına 500 milyar doları aşan savunma harcamasını meşrulaştıracak Amerika’ya gerçek anlamda meydan okuyacak bir güç çıkarabileceğini düşünmek zordur... Çünkü güç demek ekonomi demektir, üretim demektir, içeride güçlü bir sosyal yapı demektir. Medya, eğitim, teknoloji ve örgütlenme demektir. Uzatılabilecek bu listeyi kıstas aldığınızda Batı ile birlikte bu güç oyununu oynayabilecek herhangi bir Müslüman ülkeden bahsedebilmek zordur. Önümüzdeki güç çekişmeleri bu nedenledir ki yine Batı içinde olacaktır. Bu oyuna Batı dışından katılmaya aday olanlar ise Japonya ve Çin’dir. Çok zorlanırsa Hindistan, Güney Kore ve Brezilya da listeye eklenebilir.
Nitekim en son NATO genişlemeleri ve füze kalkanı projeleri de benzeri bir rekabete işaret ediyor. Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri NATO’ya (ve AB’ye) girebilmek için adeta yarıştılar ve bu mücadele halen devam ediyor. Ekonomik nedenleri bir yana bırakırsak bu çabanın en önemli nedeni Rusya karşısında Batı garantisini almak. Örneğin Polonya bu ülkelerin başında geliyor. Hem AB’ye, hem de NATO’ya alındığı halde kendisini hala tam olarak güvende hissedemiyor ve bir de füze kalkanı istiyor. Polonyalı Savunma Bakanı Bogdan Klich “NATO ve AB kurumlarının büyük çoğunluğu Batı Avrupa'da yerleşik durumda. Bizim Amerikalılarla füze savunmasını konuşmaya başlamamızın asıl nedeni de bu” diyor. Enerjide Rusya’ya, ekonominin birçok dalında ise Almanya’ya bağımlılığı artan Polonya geçmişteki kabuslu günlere geri dönmek istemiyor. Rusya ve Almanya arasında sıkışıp, bunların arasındaki rekabetin sonunda yeniden doğuya veya batıya doğru kaydırılmamak için ABD’yi bir dengeleyici olarak görüyor.
Sadece Polonya değil, Çek Cumhuriyeti gibi, Bulgaristan gibi birçok Doğu ve Orta Avrupa ülkesi güç mücadelesinda tehdit olarak Rusya’yı görüyor ve Batı kurumlarını Rusya saldırıları karşısında savunma aracı olarak tanımlıyor. Ne Polonya’nın ne de Romanya’nın aklında bir İran tehdidi var. Ayrıca AB üyeliğinin de kendilerini Rusya’dan tam olarak koruyamayacağı endişesini taşıyorlar.
NATO söylem düzeyinde ne kadar Rusya’ya karşı yapılanmadığını iddia ederse etsin. Yeni girenlerin tamamı NATO’yu Rusya karşısında tanımlıyor. Elbette bu durum ABD’nin de işine geliyor. Üye sayısı arttıkça Avrupa’da işlerini daha kolay hallediyor. Almanya ve Fransa’nın çıkarabileceği pürüzler Doğu Avrupalı üyeler yoluyla aşılıyor. Nitekim Irak Savaşı’nda da Avrupa’yı İngiltere’nin de yardımıyla Doğu ve Orta Avrupa ülkelerini kullanarak bölmüştü. Denebilir ki Amerikalıların İngiltere’den sonra Avrupa’da yeni Truva At’ları oldu.
Özetleyecek olursak ABD, NATO aracılığıyla büyük bir gücü Rusya sınırına yığıyor. Rusya hala tehdit olarak görülüyor. Washington’ın Ortadoğu’daki yer kapma çabası dahi olası süper güçlere karşı. Bu oyunda İran ya da Suriye rakip değil. Aksine bu ülkelerin muhalefeti işleri kolaylaştırıyor. Düşünsenize Körfez’de bir Saddam olmasaydı, İran böylesine saldırgan görünmeseydi ABD’ye Ortadoğu’da ‘ne ihtiyaç vardı?’
Amerika, Rusya’yı kuşatmaya devam edecek. Taa ki Rusya’dan emin olana kadar. Bu süreçte Türkiye’nin NATO üyesi olarak çok daha dikkatli olması gerekir. Özellikle en son füze kalkanı projesinde riskler ile olanaklardan eşit yararlanmak gerekiyor. Polonya gibi ülkeler füze kalkanı içinde yer alarak Rusya karşısında somut garantilere ulaşmak istiyorlar. Bu istek bir anlamda Türkiye’nin 1950’lerin sonunda Jüpiter Füzeleri’ni nükleer başlıklarına rağmen kendi topraklarında seve seve konuşlandırmayı kabul etmesine benziyor. Ancak Küba Krizi’nde bu karar Türkiye’yi Moskova gözünde hedef ülke haline getirmişti. Polonya gibi yeni üyeler bu risklerin farkında ve ABD’den sadece füze sistemini değil, kendi savunma güçlerini modernize etmesini de istiyorlar. Yani para istiyorlar. Örneğin Polonyalı Savunma Bakanı “ABD füze savunma sistemine ev sahipliği yapmak bazı riskler de getirecek” diyerek bu risklerin giderilmesi için Polonya savunmasına ABD’nin mali yardımda bulunmasını talep ediyor. Polonyalılara soracak olursanız bu yardımın toplam bedeli 20 milyar dolar civarında. Başka bir deyişle Polonya füze kalkanı projesine girmeye çok meraklı, ancak 20 milyar dolara kadar da bir fatura çıkarıyor. Elbette pazarlıklar sürecek. Bu ortamda Türkiye’nin de bazı pazarlık noktaları geliştirmesi gerekiyor. Füze kalkanı sisteminin Türkiye’yi de kapsayacağı NATO tarafından kamuoyuna duyuruldu. Ancak detaylar henüz ortada yok. Türkiye hem bu detayları kamuoyu ile paylaşmalı, hem de sistemin getireceği riskleri dengeleyecek önlemleri de almalı. Sonuçta AB ve NATO üyesi bir Polonya’nın kendisini güvende hissetmediği bir ortamda Türkiye’nin sadece NATO üyeliği ile kendisini Rusya karşısında güvende hissetmesi kolay değil.
USAK Gündem
Uluslararası Stratejik Araştırma Kurumu
ABD Soğuk Savaş sonrasında İran, Irak, Kuzey Kore, Küba, Venezüella gibi ülkeleri sert bir dille eleştirdi. Bu eleştiriler Irak ve Afganistan’da işgale dönerken İran ve Suriye bir sonraki hedefler gibi tehdit edildi. 11 Eylül sonrasında ise Amerikan Başkanı Batı dünyasını İran ve radikal islam tehditleri karşısında birleştirip, ABD’ye de yeni bir lider rolü geliştirmeye çalıştı. Tüm silahlar, füzeler, 500 milyar doları aşan savunma harcamaları için de gerekçe radikal İslam ve terör olarak gösterildi. En son NATO genişlemesi ve füze kalkanı projesi için gerekçe olarak İran ve Ortadoğu’daki durum gösteriliyor. NATO Rusya’ya doğru ilerledikçe Amerikalılar “bu füzeleri size karşı değil, İran’a karşı sizin sınırlarınıza yerleştiriyoruz” diyorlar.
Güç mücadelesi güçlü olanlar arasında yaşanıyor. Medeniyet farkı, din, kültür farkları elbette çatışmaların ateşlenmesinde rol oynar. Ancak güçlü olanla güçsüz olan arasında uzun soluklu bir çatışma beklenemez. Nitekim modern zamanlarda bugüne kadarki güç mücadeleleri güçlü olanlar arasında ve daha çok da Batı’nın içinde cereyan etmiştir. 1. Dünya Savaşı’nda ve İkinci Dünya Savaşı’nda güç kaynakları daha çok Batılı ülkelerdir.
Bundan sonra da böyle olacaktır. İran’ın, ya da Taliban’ın ABD karşısında bir kutup oluşturabilmesi en azından görünür bir zaman diliminde mümkün değildir. İslam dünyasının Batı karşısına 500 milyar doları aşan savunma harcamasını meşrulaştıracak Amerika’ya gerçek anlamda meydan okuyacak bir güç çıkarabileceğini düşünmek zordur... Çünkü güç demek ekonomi demektir, üretim demektir, içeride güçlü bir sosyal yapı demektir. Medya, eğitim, teknoloji ve örgütlenme demektir. Uzatılabilecek bu listeyi kıstas aldığınızda Batı ile birlikte bu güç oyununu oynayabilecek herhangi bir Müslüman ülkeden bahsedebilmek zordur. Önümüzdeki güç çekişmeleri bu nedenledir ki yine Batı içinde olacaktır. Bu oyuna Batı dışından katılmaya aday olanlar ise Japonya ve Çin’dir. Çok zorlanırsa Hindistan, Güney Kore ve Brezilya da listeye eklenebilir.
Nitekim en son NATO genişlemeleri ve füze kalkanı projeleri de benzeri bir rekabete işaret ediyor. Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri NATO’ya (ve AB’ye) girebilmek için adeta yarıştılar ve bu mücadele halen devam ediyor. Ekonomik nedenleri bir yana bırakırsak bu çabanın en önemli nedeni Rusya karşısında Batı garantisini almak. Örneğin Polonya bu ülkelerin başında geliyor. Hem AB’ye, hem de NATO’ya alındığı halde kendisini hala tam olarak güvende hissedemiyor ve bir de füze kalkanı istiyor. Polonyalı Savunma Bakanı Bogdan Klich “NATO ve AB kurumlarının büyük çoğunluğu Batı Avrupa'da yerleşik durumda. Bizim Amerikalılarla füze savunmasını konuşmaya başlamamızın asıl nedeni de bu” diyor. Enerjide Rusya’ya, ekonominin birçok dalında ise Almanya’ya bağımlılığı artan Polonya geçmişteki kabuslu günlere geri dönmek istemiyor. Rusya ve Almanya arasında sıkışıp, bunların arasındaki rekabetin sonunda yeniden doğuya veya batıya doğru kaydırılmamak için ABD’yi bir dengeleyici olarak görüyor.
Sadece Polonya değil, Çek Cumhuriyeti gibi, Bulgaristan gibi birçok Doğu ve Orta Avrupa ülkesi güç mücadelesinda tehdit olarak Rusya’yı görüyor ve Batı kurumlarını Rusya saldırıları karşısında savunma aracı olarak tanımlıyor. Ne Polonya’nın ne de Romanya’nın aklında bir İran tehdidi var. Ayrıca AB üyeliğinin de kendilerini Rusya’dan tam olarak koruyamayacağı endişesini taşıyorlar.
NATO söylem düzeyinde ne kadar Rusya’ya karşı yapılanmadığını iddia ederse etsin. Yeni girenlerin tamamı NATO’yu Rusya karşısında tanımlıyor. Elbette bu durum ABD’nin de işine geliyor. Üye sayısı arttıkça Avrupa’da işlerini daha kolay hallediyor. Almanya ve Fransa’nın çıkarabileceği pürüzler Doğu Avrupalı üyeler yoluyla aşılıyor. Nitekim Irak Savaşı’nda da Avrupa’yı İngiltere’nin de yardımıyla Doğu ve Orta Avrupa ülkelerini kullanarak bölmüştü. Denebilir ki Amerikalıların İngiltere’den sonra Avrupa’da yeni Truva At’ları oldu.
Özetleyecek olursak ABD, NATO aracılığıyla büyük bir gücü Rusya sınırına yığıyor. Rusya hala tehdit olarak görülüyor. Washington’ın Ortadoğu’daki yer kapma çabası dahi olası süper güçlere karşı. Bu oyunda İran ya da Suriye rakip değil. Aksine bu ülkelerin muhalefeti işleri kolaylaştırıyor. Düşünsenize Körfez’de bir Saddam olmasaydı, İran böylesine saldırgan görünmeseydi ABD’ye Ortadoğu’da ‘ne ihtiyaç vardı?’
Amerika, Rusya’yı kuşatmaya devam edecek. Taa ki Rusya’dan emin olana kadar. Bu süreçte Türkiye’nin NATO üyesi olarak çok daha dikkatli olması gerekir. Özellikle en son füze kalkanı projesinde riskler ile olanaklardan eşit yararlanmak gerekiyor. Polonya gibi ülkeler füze kalkanı içinde yer alarak Rusya karşısında somut garantilere ulaşmak istiyorlar. Bu istek bir anlamda Türkiye’nin 1950’lerin sonunda Jüpiter Füzeleri’ni nükleer başlıklarına rağmen kendi topraklarında seve seve konuşlandırmayı kabul etmesine benziyor. Ancak Küba Krizi’nde bu karar Türkiye’yi Moskova gözünde hedef ülke haline getirmişti. Polonya gibi yeni üyeler bu risklerin farkında ve ABD’den sadece füze sistemini değil, kendi savunma güçlerini modernize etmesini de istiyorlar. Yani para istiyorlar. Örneğin Polonyalı Savunma Bakanı “ABD füze savunma sistemine ev sahipliği yapmak bazı riskler de getirecek” diyerek bu risklerin giderilmesi için Polonya savunmasına ABD’nin mali yardımda bulunmasını talep ediyor. Polonyalılara soracak olursanız bu yardımın toplam bedeli 20 milyar dolar civarında. Başka bir deyişle Polonya füze kalkanı projesine girmeye çok meraklı, ancak 20 milyar dolara kadar da bir fatura çıkarıyor. Elbette pazarlıklar sürecek. Bu ortamda Türkiye’nin de bazı pazarlık noktaları geliştirmesi gerekiyor. Füze kalkanı sisteminin Türkiye’yi de kapsayacağı NATO tarafından kamuoyuna duyuruldu. Ancak detaylar henüz ortada yok. Türkiye hem bu detayları kamuoyu ile paylaşmalı, hem de sistemin getireceği riskleri dengeleyecek önlemleri de almalı. Sonuçta AB ve NATO üyesi bir Polonya’nın kendisini güvende hissetmediği bir ortamda Türkiye’nin sadece NATO üyeliği ile kendisini Rusya karşısında güvende hissetmesi kolay değil.
USAK Gündem
0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.