29 Mayıs 2009 Cuma

Siyasi Partilerde Lider Değişikliğinin Etkileri ve Mareşal Fevzi Çakmak'ın SiyasiYaşama Girişi


Değiştir

Geçen haftalar içinde Türkiye’nin iki siyasi partisinde lider değişikliği yapıldı. Bu partilerden Demokrat Parti Merkez Sağ, DSP Merkez Sol eğilimli partilerdir. Tarafsız bir gözle bakarsak her iki parti de geleceğin siyasi yaşamı içinde büyük işler yapmaya aday partiler. Naçizane görüşlerime göre günümüz durumu normal bir durum değildir. İktidarda radikal eğilimli bir parti vardır. Oysa tarihsel olarak Türk Halkı içinde Radikal Sağ ve Radikal Sol örgütlerin oy yüzdeleri %5–15 arasıdır. Tahminimize göre merkez Sağın ortalama oy oranı % 30–40, merkez solun oy oranı da % 25–30 kadardır.

Bu gün Radikal Sağ görüşlere sahip olmasına rağmen AK Partinin % 43–47’ lere kadar yükselen oyların en önemli nedeni; bize göre ne Ordu ne de elektronik muhtıradır. En önemli neden: Merkez sağda oluşan dağınıklık ve lider boşluğudur. Ne DYP ne de ANAP liderleri Türk Halkını kucaklayacak çapta bir liderlik gösterememişler, birleşip yeni bir Merkez Sağ oluşumu için yapılan çalışmaların fiyaskoyla sonuçlanması halkın bu kesimi üzerinde büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Dolayısiyle Merkez Sağ oylar, halkın sevgisini kazanmayı başarmış Sağdaki bir başka lider Tayyip Erdoğan ve partisine kaymıştır.

Acaba tecrübeli politikacı Hüsamettin Cindoruk, eski DP veya AP hatta ANAP liderleri gibi yeniden Merkez Sağın oylarını bir araya toplamayı, daha doğrusu bu oyları AK partiden koparmayı başarabilecek midir? Bunu tahmin etmek oldukça zordur. Türk Demokrasisi ve Çağdaş yaşamı destekleme açısından Sayın Cindoruğun başarılı olmasını gönülden diliyor ve bu kanattaki gelişmeleri dikkatle izliyoruz.

Merkez Sol oluşuma gelince; bu konuda en büyük başarıyı 1970’li yıllarda büyük hayranlık beslediğimiz Bülent Ecevit elde etmişti. Karaoğlan, o günlerde bizim en büyük kahramanımız ve umudumuzdu. 1980 sonrasındaki siyasi oluşum içinde Radikal Sol dip yaparken Merkez Sol da bölümlere ayrıldı. Tarihi CHP; Atatürk’ün kurduğu parti olmasının verdiği avantajla Merkez Solun temeli olmaya devam etti. CHP’den ayrı bir şekilde oluşturulan DSP, SHP gibi partiler yine Ecevit’in lider olduğu dönem dışında, arzu edilen gelişmeyi gösteremediler. Merkez Sol oyları toparlamayı bir türlü başaramadılar. Kabul etmek gerekir ki CHP’nin varlığına rağmen Merkez Sol oyların çoğunu toplamak oldukça zordur.Tabii ki temennimiz; yeni lider Dr. Masum Türker’in bu başarıyı elde etmesi, kendisini ve partisini ülkesine büyük hizmetler yapabilecek bir seviyeye getirebilmesidir.

Bu gün, belki bu yeni oluşumlara katkıda bulunur umuduyla sizleri 1945–6 yıllarına, yani Demokrat Partinin kuruluş yıllarına götürmek istiyorum. O dönemde Demokrat Partinin karşılaştığı güçlükler bu günkü siyasi partilerimizin çoğunun içinde bulunduğu durumdan pek farklı değildi.

7 Ocak 1946 günü Ankara’da kuruluşu ilan edilen Demokrat Partinin dört kurucu üyesinden en fazla bilinen isim Atatürk’ün son yıllındaki Başbakanı Celal Bayardı. Yeterli bir genel eğitime sahip olmadığı bilinen Celal Beyi daha 1910’lu yıllardan, İttihat ve Terakki üyeliğinden beri tanıyoruz. Hayat mektebinde, mücadeleler içinde yetişmiş tipik bir komitacı olan Celal Beyin Demirci Mehmet Efe ve Çerkez Ethem meselesi sırasında Ethem yanlısı Bir görünümü mevcuttu.(1) Fakat daha sonra Meclis içinde ve dışında yaptığı görevlerle, özellikle ekonomik alanda Atatürk’ün sevgi ve dostluğunu kazanmış, İş Bankası’nın kuruluşu ve Bakanlığı sırasında Atatürk’ten büyük destek görmüş ve nihayet onun son Başbakanı olmuştu. Bayar dörtlü grup içinde Atatürk ilke ve inkılaplarına en bağlı ve Atatürkçü çizgiye en yakın bir kişi idi.
Demokrat Parti’nin ikinci ismi, o dönemlerde ünlü Köprülü ailesinin çocuğu, Türk tarihi ve Türk edebiyatı konularındaki eserleri ile uluslararası bir etkinliğe sahip olan Profesör Mehmed Fuad Köprülü idi. Heidelberg, Atina ve Paris Üniversitelerinin şeref doktoru olarak kabul ediliyordu.(2)

Üçüncü isim Adnan Menderes, Egeli bir çiftlik ağası idi. (3)
Menderes için bir diğer karanlık nokta eğitimiydi. O günlerde çoğu aydınlar ve Ordu mensupları genellikle Menderes’in devletin en üst kademelerinde görev yapabilecek seviyede yeterli bir kültür seviyesine sahip olduğu inancını paylaşmamaktaydılar.

Dördüncü büyük isim Refik Koraltan’a gelince 1891 doğumlu olan Koraltan bir hukukçu idi. Milli Mücadele döneminde bir gazete yöneticiliği ve daha sonra valiliklerde bulunduktan sonra 1942’de parlamento hayatına dönmüştü.(4)

Demokrat Parti’nin kurucuları arasında ordudan gelme hiç kimse bulunmamaktaysa da çağdaş bir Türk toplumunun oluşturulması idealine bağlı ordu mensupları hemen her yerde yeni kurulan DP’yi destekler bir çaba içine girmişlerdir. DP kurulduktan bir ay kadar sonra il örgütleri kurulmaya başlanmıştı. İlk il örgütleri Avukat Z. Hilmi Velibeşe’nin Başkanlığında Ankara, Ethem Menderes Başkanlığında ve bir emekli Albay Şefik Avni Özüdoğru’nun başkanlığında Samsun’da kurulmuştu.(5) Ancak, DP’nin örgütlenmesi zannedildiği kadar kolay olmamıştı. Bunun en önemli nedenlerinden biri, Milli Kalkınma ve Demokrat Parti’lerinden sonra parti kurulmasında bir patlama olmasıdır. T.Z. Tunaya 1947 Türkiye Yıllığına dayanarak, Türkiye’de 1946 yılında faaliyet gösteren siyasi parti sayısını 16 olarak belirtmektedir.(6)
Diğer bir neden, demokrasi tecrübesinin azlığı ve siyasi ahlakın henüz ilkel bir durumda oluşudur. Adalet Bakanlığı eski Müsteşarı Avukat Kenan Ö. Öner, 14 Şubat 1946’da kurdukları İstanbul İl Örgütünün ilk günlerini şu sözlerle anlatmaktadır.

“Partinin İstanbul teşkilatı, vazifesine başlamış olmakla beraber maddi ve manevi her vasıtadan mahrum, çırılçıplak bir halde idi. Paramız yok, yerimiz yok, bizlerle çalışacak arkadaşlarımız yoktu. Memlekette böyle işler için faydalı arkadaş bulmak da para kadar güçlük ihsas ediyordu. Hiçbirimizin siyasi faaliyetteki yeri olmadığı için kendilerine müracaat edecek tanıdıklarımız da pek az bulunuyor. Onların en namuslu ve en faziletlileri de bizimle beraber çalışmaktan çekiniyorlardı. Tanıdığımız ve inandığımız herkese müracaat ederek hiç olmazsa ilçeler teşkilatını kurabilmek için bize insan tavsiye etmesini rica ediyorduk. Bazıları temennilerimi kabul ederek isim veriyor, bir kısmı buna bile cesaret edemiyordu.”(7)

“Teşkilatımız ilk aylarda, birçok sebeplerle çok yavaş gidiyordu. En esaslı ve en faal yerler için seçtiğimiz insanlar korkuyor, kabul etmiyor, edenlerin birçoğu da iktidar partisinin, hatta hükümetin baskısı altında çok geçmeden istifa ediyordu.”(8) DP’nin kuruluş günlerinde Aydın’da hükümet tabipliği yapmakta olan Mükerrem Sarol, Adnan Menderes’le tanışıp, onun isteği ile partiye girdikten sonra, bir gün Aydın Valisi tarafından çağrıldığını ve kendisine şu tavsiyede bulunulduğunu anlatmaktadır.

“Yarından tezi yok hemen parti ile ilişiğini keseceksin. Ben burada vali isem ve Dr. Fazıl Şerafettin (Bürge) CHP müfettişi kaldıkça senin Aydın’dan mebus olman mümkün değildir. Mutlaka Meclis’e girmek istiyorsan bunun yolları vardır. CHP’ye girersin ve muradın derhal yerine getirilir.”(9)

Aynı günlerde Celal Bayar “Milli birliğinin bozulmaması için vatandaşların DP’ye girmemesi” şeklinde Halk partililerin yaptığı kötü propagandalardan şikâyetçi olurken, Adnan Menderes’te İzmir’de idare amirlerinin birer Halk Partili gibi çalışmalarından, uygulanan baskı ve yapılan korkutmalardan yakınıyordu.

Bu kritik dönemde DP’nin yoluna daha güvenle ve daha fazla halk desteği ile devam edebilmesi için güçlü bir “ele ihtiyaç vardı. DP’liler, bu güçlü el” olarak eski ve ünlü bir askeri Mareşal Fevzi Çakmak’ı düşündüler ve onunla temasa geçtiler. Cihat Baban DP’lilerin düşüncelerini şu sözlerle açıklamaktadır:
“1946 Nisan ayı. CHP seçimleri yenilemeye karar vermiş olduğu için, Halk partisi ile Demokrat parti arasında çatışmalar alabildiğinde sertleşmişti. (Terakkiperver ve Serbest Fırkaların başına gelenler) aslında DP muhalefetini yaşatmak isteyenlerin gözünü açmaya yaramıştı. Öyle bir tedbir almak gerekirdi ki, DP ne Terakiperver, ne de Serbest Fırka’nın akıbetine uğrasın. Bu tedbir, Mareşal Fevzi Çakmak’ı küskünlüğünden istifade ederek muhalefet saflarına çekmek, böylece siyasi hayatta DP’ye oy verecek vatandaşa bir nevi emniyet kalkanı temin etmekti.
DP vatandaşa “CHP iktidarı DP’yi feshedemez, senin Serbest Fırkanın kapatılmasında olduğu gibi belalar gelemez. İşte İstiklal Savaşının üç büyüklerinden bir tanesi, Mareşal Fevzi Çakmak, senin önünde göğsünü sana siper etmiş. Sana zarar verecek, seni fişe geçirecek, fabrikadan attıracak, sana memuriyet vermeyecek olan iktidarın, bütün bu zorbalıkları yapabilmesi için evvela Mareşali tasfiye etmesi lazım. Bu ise yürek iste buna kimse teşebbüs edemez” demeliydi. (10)

Tasvir gazetesi Başyazarı Cihat Baban’ın DP adına teşebbüsleri başlangıçta olumsuz cevap alır. Mareşal kendisine “Hiçbir şey istemiyorum, bana Saraçoğlu geldi, Milletvekilliği ve arkasından da Meclis başkanlığı teklif etti, reddettim. Askerlikte ihtiyarlayan, işe yaramayan adamın, politikada hizmeti olur mu?” cevabını verir. Bunun üzerine Baban Mareşal’e Napolyon’un bir sözünü hatırlatır:
“General 60 yaşını buldu mu, onu askerin başından çekmeli, şerefli, fakat rahat bir milli göreve nakletmeli.”(11)
Daha sonra DP’nin teşebbüsleri devam eder ve Baban ikinci defa Mareşal’i ziyaret ettiğinde görüşmeler şu şekilde gelişir:
“Söz sözü açtı, Bayar’ın teklifi bahis konusu olunca:
Ben bir partinin adamı olamam, dedi. Bayar’a da bunu söyledim. Bu sebepten dolayı da teklifini maalesef reddettim.

Paşa, dedim, bir partinin adamı olamazsınız! Doğrudur. Fakat millet isterse, milletin karşısına çıkar, hayır hayır, ben senin arzuna, isteğine, bana gösterdiğin teveccühe rağmen, vazife yapmayacağım der misiniz?

Meydan savaşlarının ünlü kahramanı büyük askerin bir tereddüt geçirdiğini hissetmemek mümkün olmadı. “Millet ister mi? Milletim istiyorsa vazifeden elbet kaçmam ama millet nasıl ister?”

Unutuldu, kenara atıldı zannedilen, üniformasından ayrı kalmakla hayattan uzaklaşmayı aynı şey zanneden adam “Millet isterse” sözünde kendisini büyüleyici bir sihir buldu. O zaman kendisine, İstanbul halkının onu bağımsız milletvekili yapmak üzere binlerce imza topladığını söyledim.
Bana izin verirseniz, öğleden sonra tekrar geleyim, size İstanbul’da toplanan imzalar hakkında bilgi vereyim, kararınızı o zaman lütfedersiniz dedim.

Düşündü, yumuşamıştı, ordunun etrafına gölge saçan tarihi çınar, birden, baobap ağacı gibi büyümüştü, konuşurken sanki ağacın yaprakları hışırdıyordu. Sesindeki içtenliği, eski bir askerin kesin tutumuyla zedelemeden,

Milletim isterse bir, bağımsız olmak şartıyla iki… Bu iki şartla milletvekili olmayı kabul ederim.
Bir kördüğüm çözülmüş, Demokrat Parti’nin kaderi, birden bire değişmişti.

Mareşal’in evinden ayrıldıktan sonra büyük bir hızla Sümer sokağa gittim. Bayar beni merakla hatta sabırsızlıkla bekliyordu. Odaya girer girmez:
Oldu efendim, dedim. Mareşal adaylığını koymaya razı oldu.
Ve anlatmaya başladım. Milletin isteğiyle ve bağımsız olarak adaylığını koyacaktı.
Bayar’ın gözlerinin derinliğinde birdenbire memnuniyet kıvılcımları çaktı, yüzü seviçten kızardı, boynuma sarıldı, beni öperken ısrarla “büyük hizmet ettin! Büyük hizmet ettin! Çok teşekkür ederim” dedi. (12)

Mareşal’in iktidarın bütün tekliflerini(13) reddederek bağımsız da olsa muhalefet saflarında yer alması DP’nin talihini değiştiren bir olay olmuş ve partinin teşkilatlanması ve partiye katılmalar süratlenmiştir. Öyle ki 21 Temmuz 1946 günü yapılan seçimlerde DP, 49 ilde seçime katılmış ve bu illerde 273 aday gösterilmiştir. (14)

22 Temmuz 1946 seçimlerinden sonra Demokrat Pari Cumhurbaşkanı seçimi geldiği zaman İnönü’nün karşısına Mareşal’i aday olarak çıkarmış ve bağımsız Mareşal, 60 kadar oy almıştı.(15) Sonuç olarak belirtmek gerekirse siyasette bir ordu insan, bir insan kadar etkili olamazken bazen de böyle bir tek insan, bir ordu kadar etkili olabiliyor.

DİPNOTLAR:
(1) Ş.S. Aydemir, Menderes’in Dramı, s.347 (Remzi Kitabevi, İstanbul-1969)
(2) Geoffrey Lewis, Modern Turkey, s.140
(3) M. Goloğlu, a.g.e., s.29; Aydemir, Menderes’in Dramı, s.52-57
(4) Geoffrey Lewis, Modern Turkey, s.139
(5) M. Goloğlu, a.g.e., s.43
(6) T.Z. Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, s.548 (1859-1952, Doğan Kardeş Yayınları A.Ş. Basımevi, İstanbul-1952)
(7) Kenan Öner, Siyasi Hatıralarım ve Bizde Demokrasi, s.18-19 (Osmanbey Matbaası, İstanbul-1948)
(8) Aynı eser, s.36
(9) Mükerrem Sarol, Bilinmeyen Menderes, s.35-36 (Kervan Yayınları, İstanbul-1983)
(10) C. Baban, Politika Galerisi, s.95-96
(11) Aynı eser, s.97
(12) C. Baban, a.g.e., s.98-101
(13) Kemal Karpat, Turkey’s Politics, s.160 (The Transition to a Multi-Party System, Princeten, New Jersey-1959)
(14) Aynı eser, s.163
(15) C. Baban, a.g.e., s.102

Tarih Bülteni

0 Yorum yapılmış.

Yorum Gönder

*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.

 

Tarih Bilgi Ambarı Copyright 2007-2009