2 Haziran 2009 Salı

19 Mayıs 1919 ve Sonrası


Değiştir

Mustafa Kemal Paşa’nın hayatında Şişli’deki evden pek önemsenmeden söz edilir. Ancak bu ev; Modern Türkiye ve Türk Demokrasisi’nin doğduğu yerdir.

Türk halkının düştüğü ümitsiz durumdan kurtarılması çarelerini arayan askerler, sivil dünyanın aksine inanılmaz bir öngörü ile halka gitmekten başka çare olmadığını anlamışlardı. Savaşa girerken, savaşırken ve savaştan çıkarken kimse halka danışmak gereği duymamıştı. Gelecekle ilgili kararlar verilirken, planlar yapılırken de kimse Türk halkına sormayı düşünmüyordu. İşte böyle bir ortamda askerler tek kurtuluş yolunun “durumu halka anlatmak ve onu kendi geleceğine sahip çıkması gerektiğine ikna etmek” olduğu kararında birleştiler. Böylece “halkın iradesinin tecellisi, halkın iradesi yönünde hareket etme gereği” bir avuç genç asker aydın grubun müşterek görüşü olarak ortaya çıkınca, demokrasinin doğumu için ilk ve en önemli adım atılmış oldu.

Demokrasi düşüncesinin neden sivil aydınlar arasında değil de, yine askerlerin elleri arasında doğmasının belki pek çok nedeni vardır. Biz sadece biri üzerinde duracak, “askerlerin gerçek anlamda, Türk halkının çocukları olmasıdır” diyeceğiz. O günlerde, sivil aydınların bir kısmı halkın belirli bir seviyesinden, belirli (büyük) şehirlerden gelmekte, bir kısmı da Anadolu’nun en yakın bir kasabasını dahi tanımadan, Avrupa şehirlerinde eğitim görerek yetiştiğinden kendi halkını askerler kadar iyi tanımamakta ve hatta bir “Halk Sevgisi”nden uzak bulunmaktaydılar.
Bize göre askerler için en belirgin örnek Mustafa Kemal’in yaşamının bir bölümüdür. Küçük Mustafa’nın babası öldüğü zaman, annesi ve kız kardeşiyle birlikte bir çiftliğe, dayısının yanına gittiğini biliyoruz. Lord Kinross o dönemi şöyle anlatmaktadır.

“İki kardeş birlikte oynar ve sık sık kavga ederlerdi. Gündüzleri, iki çocuk tarlada bir kulübede oturarak fasulyelere dadanan kargaları gözleyip kovarlar, kış geceleri de ocak başında, ateşin yanındaki bir çuvaldan aldıkları kestaneleri kavururlardı.”(1) Mustafa Kemal bu çocukluk anısını hatırlamaktan daima büyük bir zevk alacak ve halk çocuğu olmaktan daima gurur duyacaktır. Daha sonraki yıllarda Çankaya’da ünlü “sofra” sohbetleri sırasında, çocukluk arkadaşları Nuri Conker ve Salih Bozok’la şakalaşırken çocuklukta ne yaptığının anlatılmasını istediği zaman, Nuri Conker’in “Garga bekçiliği” yapıyordu cevabını(2) daima gülerek ve hoşgörü ile karşılayacaktır.

Şişli’deki evde yapılan çalışmalar sırasında, Anadolu’dan gelen subaylardan Anadolu’nun durumu hakkında bilgi alınırdı. Cevaplar hiçte iç açıcı olmazdı. Mesela Ali Fuat Paşa’nın izlenimlerine göre; Vaziyet iyi değildi. Anadolu’da tam bir anarşi hüküm sürüyordu. Babıâli taşra teşkilatını sanki unutmuştu. Onunla hiç meşgul olmuyordu. Mahalli hükümetler atıl ve beceriksizdi. Her türlü teşkilat kökünden sarsılmıştı. Fırkacılık kavgaları almış yürümüştür. En küçük bir kasabada bile ittihatçılık ve itilafçılık mücadeleleri vardı. Düşmanlarımız bundan memnuniyet duyuyorlardı. Bir kısım hain vatandaşlarımız ve memurlarla işbirliği yaparak bu anarşiyi körüklüyorlardı.(3) Bundan da kötüsü basında ciddi bir subay, özellikle kurmay subay düşmanlığı başlatılmıştı.(4)

Şişli’deki eve Erzurum’daki Kolordu’nun Komutanlığına gidecek Kazım Karabekir Paşa, Deniz Kurmay Albay Rauf ve Kurmay Albay İsmet Beyler de uğrayacaklar ve birlikte bazı kararlar alacaklardır. Ancak kararları uygulama zordur.

“Mustafa Kemal Paşa’nın Şişli’deki evinde yaptığımız sohbet ve müzakerelerde, Milli mukavemeti İstanbul’dan değil, Anadolu’dan idare etmenin zaruri (olduğunu anladık). Birçok yüksek mevki sahibi zevatla görüşülmüş ve konuşulmuştu. İçlerinde yalnız eski Bahriye Nazırı Rauf, Jandarma Umum Kumandanı Miralay Refet Beylerle bazı fırka kumandanları ve erkânı harp reisleri Anadolu’da bilfiil vazife almayı kabul etmişlerdi. Diğerleri aynı cesareti gösteremiyorlar, tereddüt ediyorlar, türlü türlü mütalaalar ileri sürüyorlardı. Bazı yüksek mevki sahibi şahsiyetler arasında içine Arabistan’ı da alan bir Osmanlı Federasyonundan ve bu federasyonun Amerikan ve İngiliz müzaheret ve mandasıyla yapılmasından bahsetmiş olanlar da vardı. Bu zevatın düşüncelerinde evvela hilafet ve saltanatın muhafaza ve bekası hâkim oluyor, ancak ondan sonra milli menfaatleri düşünebiliyorlardı. Hâlbuki asıl olan vatan ve milletti”.(5)

Mustafa Kemal Şişli’deki evinde İsmet Bey’le görüşmüştü. İsmet bey Harbiye Nazırlığında Müsteşar olarak görevli bulunuyordu. Paris’te yapılacak barış konferansı için gerekli belgeleri hazırlıyor ve buraya gönderilecek Türk heyetine üye seçilebileceğini tahmin ediyordu.(6) Mustafa kemal İsmet Bey’i masa üzerine yaydığı bir haritanın başına getirerek “Anadolu’ya gitmek için en iyi yolun hangisi olduğunu ve bir direniş hareketine girişmek için en elverişli bölgenin hangisi olduğunu” sordu. İsmet Bey dikkatle haritayı inceledikten sonra “Demek kararınızı verdiniz dedi ve ilave etti “Anadolu’ya gitmek için bir sürü yol ve bir sürü de yer var. Ne yapacağınızı bana ne zaman söyleyeceksiniz?”. Bu soru üzerine Mustafa Kemal arkadaşına “Zamanı gelince” cevabını verdi,(7) başka bir şey söylemedi.

Kazım Karabekir’de Doğu Anadolu’ya Kolordusu başına giderken Mustafa Kemal Paşaya uğramış, Türkiye’nin kurtuluş ümidinin Doğu Anadolu’da olduğunu söylemiş ve onu Doğu Anadolu’ya davet etmiştir. Kazım Karabekir’in ziyareti Mustafa Kemal’in kesin kararını vermesine yardımcı olmuştur.(8) Artık yapılacak iş belli olmuştu. Anadolu’ya geçilecek ve orada özellikle Ankara ve Erzurum’daki iki kolordunun çekirdeğini teşkil edeceği bir milli direniş hareketi başlatılacaktı.
Beklenen fırsat, İngilizlerin baskısı sonucunda kendiliğinden doğdu. Samsun’da görevli İngiliz komutanı Yunanlıların bu bölgede, bağımsız bir “Pontus Krallığı” kurma amacı peşinde olduklarını açıklayan bir rapor göndermişti. İşgalcilerin Yüksek Mütareke komisyonu adını verdikleri komisyon; kendi kontrolleri altında bulunan Rumlara uslu oturmalarını tavsiye etmesi gerekirken ters bir tutum almış ve raporu Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya ileterek hükümetin Rum köylerini, Türk tecavüzünden korumak, kanun ve düzeni yeniden kurmak için derhal önlem almasını talep etmiştir. Ayrıca bunun bir insanlık görevi olduğunu belirterek, hükümetin bunu yapamaması halinde işgal kuvvetlerinin duruma el koymak zorunda kalacakları tehdidini de ihmal etmemiştir.(9)
Aslında bu batılıların “Neler olduğunu anlayamayan” uluslara karşı uyguladıkları basit bir yöntemdir ve Osmanlı devletine karşı insaf edilmeden uygulanmış ve başarılı olunmuştur. Koparılmak istenen bölge tespit edilir. Buraya şu veya bu nedenle (daha insancıl, dost, kültürel davranışlar maskesi altında ajan, silah, gerektiği ölçüde para gönderilir ve bu bölgelerde bir kargaşalık çıkarılır. Asayiş kuvvetleri bu ayaklanmada başarısız olursa mesele hallolmuştur. Sert tedbirler alınıp, baskı uygulanırsa dış güçler devreye girer. Yabancı askeri güçler devreye girince, bölgeye daha çok adam, daha çok silah ve daha çok para girmiş demektir. Ayaklanma büyür, bu safhada yerli birlikler bir bahane ile uzaklaştırılır ve artık bir daha hiçbir zaman geri dönemezler (tıpkı Girit’te, Rumeli’de olduğu gibi). Bundan sonraki safha siyasi manevralarla sonuca ulaşma safhasıdır ki bu ya bağımsızlık veya bir başka ülkeye ilhak anlamı taşır.(10)

İşte gelişmelerin böyle bir istikamet almasından, geçirdiği acı tecrübeler nedeni ile ürken Damat Ferit hükümeti, Karadeniz bölgesine her türlü kargaşalığı önleyecek kapasitede bir adam arayınca; kendisine Mustafa Kemal’in adı empoze edildi.(11) Bazı tereddütler giderildikten sonra Osmanlı Hükümeti tarafından Mustafa Kemal “Ordu Müfettişi” unvanıyla Anadolu’da görevlendirildi.(12)

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının İstanbul’da her türlü kurtuluş ümidini gözden geçirdiğini, hatta İngiliz ve İtalyan temsilcileriyle dahi görüştüğünü biliyoruz.(13) Fakat meselelerin çözüm yerinin işgal altındaki, kozmopolit yapıdaki İstanbul olmadığı artık kesinlik kazanmıştı. Mustafa Kemal Ordu Müfettişliği yetki belgesini cebine koyup Harbiye Nazırlığından dışarı çıktığı anı şu sözlerle anlatmaktadır. “Harbiye nezaretinden çıkarken heyecandan dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış, önümde geniş bir alem, kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanmış bir kuş gibi idim.” (14)

İstanbul’dan ayrılmadan Bekir ağa bölüğünde tutuklu yakın arkadaşı Fethi (Okyar) Beyi de ziyaret eder. Fethi bey bu görüşmeyi hapisteki yakın arkadaşlarına şu şekilde nakledecektir:

“O kararını vermiştir; bir kere Samsun’a ayak bastıktan sonra bu işlerin tümünü düzeltmeyince bir daha buraya gelmem, diyor ve işleri düzelteceğinden de kati surette emin bulunuyor.” (15)

Mustafa Kemal, tıpkı muharebe meydanında olduğu gibi artık kendisini; ulusun kurtuluşundan sorumlu bir komutan olarak görmektedir. Kurmayları (arkadaşları) ile birlikte Şişli’deki evde, çok yönlü bir durum muhakemesi yapılmış, durum net bir şekilde açığa çıkarılmış ve karar verilmiştir. Bundan sonra herkese düşen görev: komutanın vermiş olduğu kararın uygulanması için var gücü ile çalışmaktadır. Mustafa Kemal bu durumu yıllar sonra şu sözlerle açıklayacaktır.

“…Yaptıklarımız bir mantık zinciriyle düşünülürse, ilk günden, bugüne dek izlediğimiz genel gidişin, ilk kararımızın çizdiği çizgiden ve yöneldiği amaçtan hiç ayrılmamış olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.”(16)

İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesinden bir gün sonra 16 Mayıs günü Bandırma Vapuru ile yola çıkan Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919 günü Samsunda Anadolu’ya ayak basıp yanındaki 18 kişilik Karargâh Erkânı ile birlikte uzun yürüyüşüne başlamıştır. Hatırlanacağı gibi bu konuda kamuoyunda değişik iddialar ortaya atılmış ve gereksiz bir tartışma ortamı yaratılmıştır. En çok tartışılan konulardan biri: onu Anadolu’ya bizzat Padişahın ülkeyi kurtarmak için gönderdiği iddiasıdır. Bir başka iddia; bu amaçla kendisine 20- 40.000 altın verilmiş olduğudur.

Burada yanlışlar / doğrular birbiri içine sokulmuştur. Olağanüstü görevleri olan bir Ordu komutanını tabii ki hükümet seçecek ve devlet Başkanı onaylayacaktır. Ama Sultanın kendisini bizim anladığımız manada ülkeyi kurtarmak için görevlendirildiği iddiası tamamen uydurmadır. Padişahın isteği bölgedeki isyan durumunun kontrol altına alınarak belirttiğimiz şekilde İşgal güçlerinin bu bölgeyi de işgal etmesinin önlenmesidir.

Para meselesine gelince bazılarının sandık sandık altınlar olarak belirttikleri para sadece Mustafa kemal ve ekibinin ailelerine bırakmak için zorlukla aldıkları maaş, yolluk ve yevmiyelerinden başka bir şey değildir.

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışından itibaren çalışmalarında “Kurtuluş” ağırlık kazanmış gibi görünürse de askerlerin bu amaca ve daha ötesine ilerleyebilmek için takip ettikleri yol “Demokratik bir yoldur”. Bu yolun nirengi noktaları Amasya Genelgesi, Erzurum, Sivas Kongreleri ile Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ve Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun kabul edilişi olaylarıdır. Bu konulara sırası geldikçe temas edeceğiz.

DİPNOTLAR:
(1) Lord Kinross, Atatürk, Milli Milletin Yeniden Doğuşu, s.24-25 (Altın Kitaplar, Türkçesi Mehmet Sandor, Onuncu Basım, İstanbul-1988)
(2) Cemal Kutay, Ardında Kalanlar, s.130 (İstanbul–1988); Bknz. Ceyhun Atıf Kansu, Atatürkçü Olmak, s.5–11 (Varlık Yayınları, İstanbul–1980)
(3) Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, s.31( İstanbul–1953)
(4) Zeki Arıkan, Mütareke ve İşgal Dönemi İzmir Basımı, s. 85 (Türk Tarih Kurumu, Ankara–1989)
(5) A. F. Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, s.39
(6) Kinross, Atatürk , s.187
(7) Paraskev Paruşev, Atatürk Demokrat Diktatör, s.121 (Naime Yılmazer, E Yayınları, 1973-İst), Kinross,
(8) Kinross, Atatürk, s.188–189; K. Karabekir, İstiklal Harbimizin Esasları C.1-s.35 (Sinan Matbaası, 1933–1951)
(9) Kinross, Atatürk, s. 188–189; K. Karabekir, İstiklal Harbimizin esasları. C.I. s.35
(10) Michael Lewlyn Smith, Anadolu Üzerindeki Göz, s.27-38 (Hürriyet Yayınları, İstanbul-1978)
(11) Dankwart A. Rustow, Atatürk as an Institation-Builder, s.61 (Ali Kazancıgil and Ergun Özbudun, Atatürk, London–1981). Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, s.62
(12) Sadi Irmak, Atatürk, Bir Çağın Açılışı, s.74-76 (İnkılap Yayınevi, İstanbul-1984), Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s.168-171 (Bateş A.Ş., İstanbul-1984), Kılıç Ali Hatıralarını Anlatıyor, s.12-13 (Sel Yayınları, Atatürk Kütüphanesi, 5, İstanbul-1955)
(13) Çankaya, s.59–60
(14) Aynı eser, s.170; F. R. Atay, K. Atatürk Anlatıyor, s.141–147
(15) Yunus Nadi; Mustafa Kemal Paşa Samsun’da, s.11-12 (Sel Yayınları, Atatürk Kütüphanesi: 7, İstanbul-1955)
(16) Atatürk, Söylev (Nutuk)-I, s.11 (Türk tarih Kurumu, Ankara, 1978)

Tarih Bülteni

0 Yorum yapılmış.

Yorum Gönder

*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.

 

Tarih Bilgi Ambarı Copyright 2007-2009