Sami SELÇUK-Star Gazetesi
Mussolini, Hitler, Lenin, Stalin, Franko, Salazar aynı zamanda birer totaliter önderdiler.
Ancak Atatürk asla totaliter bir önder olmadı. O, yukarıdaki mevkideşlerinin ve kurdukları düzenlerin şiddetle karşısında olmuştur, her zaman.
İşte öyküsü.
Yıl 1935. Recep Peker, Avrupa’da kimi ülkeleri dolaşır. Almanya’dan, özellikle Mussolini İtalya’sından çok etkilenir. 9.5.1935’te toplanacak olan CHP Kurultayına sunulmak üzere ayrıntılı bir tüzük ve izlence (program) hazırlar.
Tüzük ve izlence, dönemin tek partili totaliter/ideolojik yönetimlerindeki esaslara göre kaleme alınmıştır. Üyesi sınırlı, ama gücü ve yetkileri sınırsız bir kurul (heyet) tasarlanmıştır. Bütün kararları bu kurul verecektir. TBBM, devre dışı göstermelik bir kurum olacak, İtalya ve Almanya’da olduğu gibi, üniformalı gençlik örgütü kurulacaktır. Özellikle izlence çok ayrıntılıdır. Çocukların sütlerine varıncaya dek insan yaşamının her alanına el atmaktadır.
Zaten ‘şeytan da bu ayrıntıda saklıdır’. Çünkü önerilen, tam anlamıyla faşizmdir.
Başbakan İnönü’nün onayladığı tüzük ve izlence Atatürk’e sunulur.
Atatürk’ün tepkisi çok şiddetlidir:
‘Bu zorbalar kimlerdir? Bütün kuvvetleri nefsinde toplayıp tek partiyi, devleti ve memleketi kendi başlarına yönetecek olan yüksek meclisin azasını, bu zorbaları kimler seçecek? Bu zorbalar heyeti, kuvvet ve salahiyetlerini kimden ve nasıl alacak? Hayret, hayreti uzma... Bu ne sakat düşüncedir? Bu nasıl zihniyettir? Görülüyor ki, varmak istediğimiz hedef, henüz en yakın arkadaşlar tarafından bile zerre kadar anlaşılmış değildir (...) Neyse ki İsmet Paşa, Recep’in marifeti olan o saçmaları okumadan imza etmiş. Her şey olduğu gibi kalacak’.
Asıl şu cümle önemli: ‘Biz öyle bir idare, öyle bir rejim istiyoruz ki, bu memlekette bir gün padişahlığa taraftar olanlar dahi bir fırka kurabilsinler’ (H. R. Soyak’ın anılarından, I, s. 57-60).
Burada şaşırtıcı olan şudur: Cumhuriyeti kuran Atatürk, demokrasinin çoğulcu boyutunun iyice belirginleşmediği 1930’larda bile önsezisiyle özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiyi savunuyor.
Kuşkusuz bu görüş, 1961 ve 1982 anayasalarına aykırıdır. Ama olay, yaşanmıştır, gerçektir; inanılmaz bir ufku yansıtmaktadır.
Atatürk’ün karşı çıkmasıyla olası faşizm önlenir.
Atatürk’ün İslám diniyle ilgili görüşleri de biliniyor. Ama bu ilişki ya sömürülmüş ya da O haksız yere İslám’ın düşmanı gibi gösterilmiştir.
İşte öyküsü.
Fuat Köprülü, büyük bir bilim adamıdır. Onun başkanlığında bir ‘Dinde Reform Kurulu’ oluşturulmuştur. Kurul masa ve sandalyede namaz kılınması gibi birçok öneriyi Atatürk’e sunar. Atatürk öfkelenir: ‘Dinde reformu, der, din kendi içinde din insanlarıyla yapabilir. Ben siyaset insanıyım. Luther değilim.’ Kurulu kaldırır.
Görülüyor ki, Atatürk ideokrat, totaliter, Atatürkçülük ideoloji, totalitarizm değildir.
Tek kişinin yapacağı bir işi on kişi yaparsa, dokuz kişinin görünüşte işi vardır. Ama aslında dokuz kişi işsizdir. Ekonomide buna ‘gizli işsizlik’ denir. Atatürkçülüğü bir ideoloji olarak algılayıp onu bir totalitarizme dönüştürenler de aslında Atatürk’ü severken boğan gizli antikemalistlerdir.
Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü gizli antikemalislerden kurtarmak, bilimsel yörüngesine oturtmak gerek. O zaman sadece Avrupa Birliğinin değil, bütün kapıların açıldığını, Atatürkçülüğün tam demokrasiye geçmede gerçek işlevini yerine getirdiği görülecektir.
27.08.2007 -Star Gazetesi
Ancak Atatürk asla totaliter bir önder olmadı. O, yukarıdaki mevkideşlerinin ve kurdukları düzenlerin şiddetle karşısında olmuştur, her zaman.
İşte öyküsü.
Yıl 1935. Recep Peker, Avrupa’da kimi ülkeleri dolaşır. Almanya’dan, özellikle Mussolini İtalya’sından çok etkilenir. 9.5.1935’te toplanacak olan CHP Kurultayına sunulmak üzere ayrıntılı bir tüzük ve izlence (program) hazırlar.
Tüzük ve izlence, dönemin tek partili totaliter/ideolojik yönetimlerindeki esaslara göre kaleme alınmıştır. Üyesi sınırlı, ama gücü ve yetkileri sınırsız bir kurul (heyet) tasarlanmıştır. Bütün kararları bu kurul verecektir. TBBM, devre dışı göstermelik bir kurum olacak, İtalya ve Almanya’da olduğu gibi, üniformalı gençlik örgütü kurulacaktır. Özellikle izlence çok ayrıntılıdır. Çocukların sütlerine varıncaya dek insan yaşamının her alanına el atmaktadır.
Zaten ‘şeytan da bu ayrıntıda saklıdır’. Çünkü önerilen, tam anlamıyla faşizmdir.
Başbakan İnönü’nün onayladığı tüzük ve izlence Atatürk’e sunulur.
Atatürk’ün tepkisi çok şiddetlidir:
‘Bu zorbalar kimlerdir? Bütün kuvvetleri nefsinde toplayıp tek partiyi, devleti ve memleketi kendi başlarına yönetecek olan yüksek meclisin azasını, bu zorbaları kimler seçecek? Bu zorbalar heyeti, kuvvet ve salahiyetlerini kimden ve nasıl alacak? Hayret, hayreti uzma... Bu ne sakat düşüncedir? Bu nasıl zihniyettir? Görülüyor ki, varmak istediğimiz hedef, henüz en yakın arkadaşlar tarafından bile zerre kadar anlaşılmış değildir (...) Neyse ki İsmet Paşa, Recep’in marifeti olan o saçmaları okumadan imza etmiş. Her şey olduğu gibi kalacak’.
Asıl şu cümle önemli: ‘Biz öyle bir idare, öyle bir rejim istiyoruz ki, bu memlekette bir gün padişahlığa taraftar olanlar dahi bir fırka kurabilsinler’ (H. R. Soyak’ın anılarından, I, s. 57-60).
Burada şaşırtıcı olan şudur: Cumhuriyeti kuran Atatürk, demokrasinin çoğulcu boyutunun iyice belirginleşmediği 1930’larda bile önsezisiyle özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiyi savunuyor.
Kuşkusuz bu görüş, 1961 ve 1982 anayasalarına aykırıdır. Ama olay, yaşanmıştır, gerçektir; inanılmaz bir ufku yansıtmaktadır.
Atatürk’ün karşı çıkmasıyla olası faşizm önlenir.
Atatürk’ün İslám diniyle ilgili görüşleri de biliniyor. Ama bu ilişki ya sömürülmüş ya da O haksız yere İslám’ın düşmanı gibi gösterilmiştir.
İşte öyküsü.
Fuat Köprülü, büyük bir bilim adamıdır. Onun başkanlığında bir ‘Dinde Reform Kurulu’ oluşturulmuştur. Kurul masa ve sandalyede namaz kılınması gibi birçok öneriyi Atatürk’e sunar. Atatürk öfkelenir: ‘Dinde reformu, der, din kendi içinde din insanlarıyla yapabilir. Ben siyaset insanıyım. Luther değilim.’ Kurulu kaldırır.
Görülüyor ki, Atatürk ideokrat, totaliter, Atatürkçülük ideoloji, totalitarizm değildir.
Tek kişinin yapacağı bir işi on kişi yaparsa, dokuz kişinin görünüşte işi vardır. Ama aslında dokuz kişi işsizdir. Ekonomide buna ‘gizli işsizlik’ denir. Atatürkçülüğü bir ideoloji olarak algılayıp onu bir totalitarizme dönüştürenler de aslında Atatürk’ü severken boğan gizli antikemalistlerdir.
Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü gizli antikemalislerden kurtarmak, bilimsel yörüngesine oturtmak gerek. O zaman sadece Avrupa Birliğinin değil, bütün kapıların açıldığını, Atatürkçülüğün tam demokrasiye geçmede gerçek işlevini yerine getirdiği görülecektir.
27.08.2007 -Star Gazetesi


0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.