Ayşe ÖNAL
ABD’de Adalet Bakanı istifa etti. Başkanın en yakınlarından olan bakan Gonzales, Kongre’yi kandırdığı iddiası karşısında, Bush’un desteğine rağmen istifa etti. Yardımcısı ve yardımcısının yardımcıları da istifa ettiler. Bir önce ki Adalet Bakanı John Ashcroft da, Ebu Garib Cezaevi ve Guantanamo’da tutukluların başına gelenlerden ötürü istifa etmişti.
‘Dünya da ABD’den en nefret edenler biz değil miyiz? Bize ne, ABD’deki istifadan?’
İtiraf edelim, nefret ettiklerimizden biri bile yapmış olsa, makamdan vazgeçebilme duygusu hiç fena görünmüyor. Mesela bazı Alevilerin, Ermeniler olduğu keşfinin sahibi, TTK Başkanı Halacoğlu ‘Yahu tarih bana sekiz numara büyük, artık makamla vedalaşıp kendi ayak numarama göre bir yer bulayım’ dedi mi?
Mesela, yasaları düzenlemeyip ‘Bize ne 301-302’den, bırakalım savcılarla suçlular kozlarını birbirleriyle paylaşsınlar. Güzel başımızı niye ağrıtalım’ diyen adaletçiler adaletin sahibi olmaktan vazgeçtiler mi? ABD Adalet Bakanı’na şaşırmak tabiî ki hakkımız!
Orta not; Suçlu derken, hakkaniyet isteyenleri ırkçı şiddetle aşağılayıp, yeni yetme katillere hedef tutanları, rejim için cansiperane bomba depolayıp, glock koleksiyonu yapanları kastetmiyorum. Serbest düşünüp, serbest konuşalım nevinden suçluları kastediyorum.
Türkiye’nin cumhurbaşkanı, makamını muhtıra krizi kadrosundan uzatmalı olarak doldurdu ve ayrılıyor. İtalyan modacıları kıskançlıktan çatlatan türban ‘fashion’ı ile köşkü eş durumundan alevlendiren yeni cumhurbaşkanımız geliyor. Ahali sakin durur mu? Bizans’tan alıntılanmış bir gelenekle maviler ve yeşiller olarak bölündü.
Mavilere eski cumhurbaşkancılar, yeşillere yeni cumhurbaşkancılar diyelim, diyecektim ama renkten ima çıkarmak düşkünlüğümüzden ürküp, renkleri değiş tokuş yapıyorum.
Yeşilcilerin cumhurbaşkanı, sosyal aklımıza dar gelen bir nefs sınavından şaibeli tam notla geçti. Nasıl olsa gitti, artık arkasından yazabilirim. Şaibeli; çünkü kırmızı ışıkta durması, gelen hediyeleri köşke bırakması, kişisel harcamalarını cebinden karşılaması, devlet damına çıkıp, ‘Yahu aşağıda halkı göremiyorum’ dememesi, kişisel eşyalarının markalarını değiştirmemesi pek akıl kárı görünmüyordu. Yüzüne karşı övenlerin arkasından ‘fırsatları kullanmayı bilememiş bir biçare’ olduğunu düşündüklerine eminim. Bizde makamından fazla birine rastlamak adetten değildir. Sahibi makamı değil makam sahibini cilalar. Bu nedenle makamlar ihtirasla arzulanır. Önüne hiçbir fani baraj konulamaz... Hayatı, makam sahibinin güç elinde değilken vaat ettikleri değil, güç sahibi olduktan sonra yaptıkları belirler. Birisinin makamdan fazla olup olmadığını, makam esnasındaki duruşundan anlarsınız ama canınız anlamak istiyorsa.
Kızılhaç’ın kurucusu Henry Dunant 1901 de ilk Nobel’i aldığında, yüz küsur bin İsviçre Franklık ödüle elini sürmemiş, bir köyde yoksulluk içinde ölmüştü.
Dunant da hangi müzeden çıktı şimdi! Müzesi tam karşımda duruyor da ondan karıştı; ‘Herhangi birine yapılan her şeyden hepimiz sorumluyuz.’ İmza Dunant... Yoksul ve yalnız ölen adam...
‘Dünya da ABD’den en nefret edenler biz değil miyiz? Bize ne, ABD’deki istifadan?’
İtiraf edelim, nefret ettiklerimizden biri bile yapmış olsa, makamdan vazgeçebilme duygusu hiç fena görünmüyor. Mesela bazı Alevilerin, Ermeniler olduğu keşfinin sahibi, TTK Başkanı Halacoğlu ‘Yahu tarih bana sekiz numara büyük, artık makamla vedalaşıp kendi ayak numarama göre bir yer bulayım’ dedi mi?
Mesela, yasaları düzenlemeyip ‘Bize ne 301-302’den, bırakalım savcılarla suçlular kozlarını birbirleriyle paylaşsınlar. Güzel başımızı niye ağrıtalım’ diyen adaletçiler adaletin sahibi olmaktan vazgeçtiler mi? ABD Adalet Bakanı’na şaşırmak tabiî ki hakkımız!
Orta not; Suçlu derken, hakkaniyet isteyenleri ırkçı şiddetle aşağılayıp, yeni yetme katillere hedef tutanları, rejim için cansiperane bomba depolayıp, glock koleksiyonu yapanları kastetmiyorum. Serbest düşünüp, serbest konuşalım nevinden suçluları kastediyorum.
Türkiye’nin cumhurbaşkanı, makamını muhtıra krizi kadrosundan uzatmalı olarak doldurdu ve ayrılıyor. İtalyan modacıları kıskançlıktan çatlatan türban ‘fashion’ı ile köşkü eş durumundan alevlendiren yeni cumhurbaşkanımız geliyor. Ahali sakin durur mu? Bizans’tan alıntılanmış bir gelenekle maviler ve yeşiller olarak bölündü.
Mavilere eski cumhurbaşkancılar, yeşillere yeni cumhurbaşkancılar diyelim, diyecektim ama renkten ima çıkarmak düşkünlüğümüzden ürküp, renkleri değiş tokuş yapıyorum.
Yeşilcilerin cumhurbaşkanı, sosyal aklımıza dar gelen bir nefs sınavından şaibeli tam notla geçti. Nasıl olsa gitti, artık arkasından yazabilirim. Şaibeli; çünkü kırmızı ışıkta durması, gelen hediyeleri köşke bırakması, kişisel harcamalarını cebinden karşılaması, devlet damına çıkıp, ‘Yahu aşağıda halkı göremiyorum’ dememesi, kişisel eşyalarının markalarını değiştirmemesi pek akıl kárı görünmüyordu. Yüzüne karşı övenlerin arkasından ‘fırsatları kullanmayı bilememiş bir biçare’ olduğunu düşündüklerine eminim. Bizde makamından fazla birine rastlamak adetten değildir. Sahibi makamı değil makam sahibini cilalar. Bu nedenle makamlar ihtirasla arzulanır. Önüne hiçbir fani baraj konulamaz... Hayatı, makam sahibinin güç elinde değilken vaat ettikleri değil, güç sahibi olduktan sonra yaptıkları belirler. Birisinin makamdan fazla olup olmadığını, makam esnasındaki duruşundan anlarsınız ama canınız anlamak istiyorsa.
Kızılhaç’ın kurucusu Henry Dunant 1901 de ilk Nobel’i aldığında, yüz küsur bin İsviçre Franklık ödüle elini sürmemiş, bir köyde yoksulluk içinde ölmüştü.
Dunant da hangi müzeden çıktı şimdi! Müzesi tam karşımda duruyor da ondan karıştı; ‘Herhangi birine yapılan her şeyden hepimiz sorumluyuz.’ İmza Dunant... Yoksul ve yalnız ölen adam...
Kaynak:Star Online


0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.