Abdülhamit BİLİCİ
Kısa ve orta vadede Türkiye'nin başını en fazla ağrıtacak meselenin ne olduğu sorulsa, herhalde Irak'tan kaynaklanan sorunlara kolay kolay rakip çıkamaz. Bölgesel ve uluslararası birçok sorunun düğümlendiği Irak, ülkemizi de üç temel problem nedeniyle yakından ilgilendiriyor.
Birincisi, Irak'ın etnik ve mezhepsel çizgilerde bölünme riski; ikincisi, Kuzey Irak'taki Kürt yönetiminin terör örgütü PKK'yı barındırması; üçüncüsü, bütün Iraklıların, özellikle de Sünnilerin siyasi sürece katılmadığı bir dönemde hazırlanan anayasa gereği Kerkük'ün nihaî statüsünün bu yıl sonunda yapılacak bir referandumla belirlenecek olması. Hatırlarsanız, uzun zamandır özellikle son iki konuyu tartışan Türkiye'de, çözüme dair iki eğilim oluşmuştu. Bunlardan biri, askerî operasyon dışında bu sorunları çözmenin imkânsızlığını savunuyordu. Diğer yaklaşım ise askerî güç kullanmanın son seçenek olması gerektiğini, bu şıkkın Türkiye'yi dünyada özellikle AB ile ilişkilerde zor duruma düşüreceğini, akraba Kürt halkıyla karşı karşıya gelme ihtimalinin orta ve uzun vadede Türkiye'nin bölgede oynayacağı daha büyük rolleri olumsuz etkileyeceğini savunuyor, bu yüzden öncelikle askerî güç dışındaki seçeneklerin tüketilmesini istiyordu. Seçimden önce zirve yapan, her nedense şimdilerde unutulan bu tartışmada, çok farklı bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Türkiye, Irak'ta sık sık haddini aşan, terörü himaye eden ve Kerkük'ü bir oldubittiye getirmeye heveslenenlere karşı sert gücünü (hard power) kullanmadan netice almaya başladı. Kandil'deki PKK varlığı hâlâ sorun olmaya devam ediyor. Ancak temel sorunlardan biri olan Kerkük'te, Türkiye'nin istediği gibi referandum ertelendi. Kısa zaman öncesine kadar Kürt liderlerin "Gerekirse savaşırız" tehditleri savurduğu; Amerikalı yetkililerin ise "Elimizden bir şey gelmez. Anayasanın 140. maddesi açık. Konu, Iraklıların bileceği iş" dediği günlerden bu noktaya gelinmesi büyük başarı. Kansız olarak bu sonucun alınmasında emeği geçen herkesi tebrik etmek gerekiyor.
Kerkük'te referandumun ertelenmesi başarı
İşte 'yumuşak güç' de tam buna deniyor. Sert güç/yumuşak güç kavramlarını teorileştiren Amerikalı siyaset bilimci Joseph S. Nye, yumuşak gücü şöyle tarif ediyor: İstediğini, zor kullanmak veya para vermek yerine kendine çekme yoluyla elde etme becerisi. Tarihi derinlikten kültürel zenginliğe, din anlayışından demokratik sisteme, sanattan medyaya, sivil toplum kuruluşlarından ekonomiye sahip olduğumuz bütün değerler ülkemizin yumuşak gücünü oluşturuyor. Sert güç kullanılmadan bu sonucun alınması, Türkiye'nin küçümsenmemesi gereken bir yumuşak güce sahip olduğunu göstermiş oluyor. Bu neticenin alınmasında, ABD ile yapılan her görüşmede Kerkük'ün güçlü bir şekilde gündeme getirilmesinin; Şii, Sünnî, Kürt ve Türkmenlerden Asurî ve Şebeklere kadar uzanan geniş bir yelpazede tüm Iraklı gruplarla sürdürülen temasların; sorunun BM ve Uluslararası Kriz Grubu gibi etkin kurumların dikkatine sunulmuş olmasının rolü var. Bazıları 1 yıllık ertelemenin, önemli bir netice olmadığını iddia ediyor. Ancak konuyu birinci elden takip eden yetkililer, bu adım sayesinde Kerkük'ün çok kültürlü yapısının korunmasının sadece Irak'ın değil, bütün Ortadoğu'nun geleceği için örnek oluşturacağını düşünüyor.
Erteleme kararına bakılacak olursa, şu kazanımlar dikkat çekiyor: Öncelikle, anayasanın bir hükmü resmen uygulanmamış oluyor. Sünnîlerin süreç dışında olduğu bir dönemde alınan referandum kararı, özünde Kürtler ile Şiiler arasında şu zımnî mutabakata dayanıyordu: Bağdat'ın Şiileştirilmesine karşılık Kerkük Kürtleştirilecek. Halbuki bir yıl sonra referandumla ilgili kararlar, Sünnîlerin de içinde bulunduğu yeni Bağdat hükümetince alınacak. Referandumda hangi sorunun sorulacağı, oylamanın kimleri kapsayacağı belli değildi. Ertelemeyle birlikte, bu konuda daha kuşatıcı bir soru ve yöntem bulunması için çalışma fırsatı doğmuş oldu. Bir yıl sonra Kürtlerin tek taraflı bir yaklaşımı empoze etme şansı daha da zayıflamış olacak. Düne göre hem dünya hem de Iraklı gruplar, Kerkük'ü homojenleştirmenin tehlikelerini daha iyi anlamış durumda. Ayrıca Kerkük konusunun gündemden düşmesi, bu sorunla Irak'taki PKK varlığı arasındaki bağının da kopması anlamına geliyor. Dile getirmeseler de Kürt liderlerin kafasında PKK konusu, Kerkük'e karşı kullanılacak bir karttı. Şimdi Türkiye, hem ABD'ye hem de Kürt yönetimine PKK konusunda daha rahat baskı kurabilecek. Dolayısıyla sadece 'yumuşak güç' kullanılarak alınan bu netice, Türk diplomasisinin tartışmasız büyük başarısı. Yalnız diplomasinin rolünün yanı sıra ülkemizin yumuşak gücüne güç katan bir diğer hususu unutmak haksızlık olur. O da tüm engellemelere rağmen Türkiye'nin işleyen demokrasisi ve bu imkânı en son 22 Temmuz'da bir virtüoz edasıyla kullanan milletimizin feraseti.
22 Temmuz'un Kürtçesi
Aslında Irak'la ilgili baş ağrıtan iki konu da adına doğru ya da yanlış Kürt meselesi denen konuyla doğrudan ilgili. 22 Temmuz seçim sonuçları, bu mesele üzerinden içeride ve dışarıda yapılan hesapları tersyüz etti. Bir kere, Doğu ve Güneydoğu'da AK Parti'ye verilen büyük destek, bu bölgelerin Türkiye ile entegrasyondan yana olduğunu bütün dünyaya ilan etti. Yine bu seçimde, Kürtçü çizgiyi temsil eden DTP'li isimlerin Meclis'e girmesi, sorunun çözüm yerinin Erbil ya da Brüksel değil, Ankara olduğunu ortaya koydu. Birçok Kürt kökenli vatandaşımız, AK Parti'yi DTP'ye tercih ederek, ayrılık değil birliktelik istediğini gösterdi. Aksi takdirde Kürtçü çizginin önümüzdeki yerel seçimleri de kaybedeceği mesajını verdi.
İlk gezisini bölgeye yaparak kaynaşma adına tarihi bir adım atan Cumhurbaşkanı Gül'e, bölgede gösterilen coşkulu sevgi, 22 Temmuz'un verdiği mesajı bir kez daha teyit etti. Seçkinlerin de pek farkında olmadığı, bu ülkenin yumuşak gücü hakkında çok önemli ipuçları verdi. 22 Temmuz'da bu netice alınmamış olsa, ilgili aktörler yaklaşımlarını gözden geçirmez ve Kerkük'te bu olumlu sonuç alınmazdı. Irak Cumhurbaşkanı ve KYB lideri Celal Talabani'nin son açıklamaları da 22 Temmuz'un bakış açılarını ne denli değiştirdiğini kanıtlıyor. Talabani, Akşam'a verdiği röportajda bakın ne diyor: "Türkiye demokrasisi Kürtlere çok önemli fırsatlar sunuyor. Kürtler kendi vekillerini Meclis'e gönderiyor. Kürtlerin partileri ve basın-yayın organları var. Yeni anayasa onlara çok daha geniş haklar tanıyacak. Bu nedenle AKP hükümetine ve dolayısıyla Türk devletine savaş açmak, demokrasiye, hatta Kürt halkının haklarına savaş açmaktır."
22 Temmuz sonuçlarını okuyan Talabani, PKK'ya silah bırakma çağrısında bulunuyor ve şöyle diyor: "Bu savaş, Türkiye'deki Kürtlere sadece yıkıntı, göç ve ölüm getirdi. Oysa AK Parti politikaları umut verdi. Bu yüzden, Kürtler Diyarbakır'da bile AKP'yi tercih ederek DTP'den 4 ve AK Parti'den 8 milletvekili seçti. Bölgede gelecek AKP'nindir." Kürt lider, bağımsız Kürt devleti konusunda ise şöyle diyor: "Bunu savunanlara hep şunu söylerim: Diyelim ki Kürt devletini ilan ettik ve Suriye, İran, Irak, Türkiye bize savaş ilan etmeyip yalnızca ambargo uyguladı. Bu durumda nasıl yaşayacağız? Dışarıya nasıl gideceğiz? Ayrıca Kürt toplumu henüz bir Kürt devletini yürütecek durumda değil. Bağdat, bize parasal yardımı keserse nasıl yaşarız?" Umarız, dünyada sınırlar kalkarken bu bölgeye yeni sınırlar çekmek, asırlardır birlikte yaşamış akrabalar arasına fitne ekmek isteyen güçler ve onlara alet olanlar da milletin bu mesajını anlar. Siyasetten Talabani kadar anlamayan Barzani'nin kontenjanından Dışişleri Bakanlığı koltuğunda oturan H. Zebari de Türkiye'nin Kerkük'e ilgisini Yunanistan'ın İzmir'e ilgisine benzetmenin ne kadar abes olduğunu idrak eder.
Birincisi, Irak'ın etnik ve mezhepsel çizgilerde bölünme riski; ikincisi, Kuzey Irak'taki Kürt yönetiminin terör örgütü PKK'yı barındırması; üçüncüsü, bütün Iraklıların, özellikle de Sünnilerin siyasi sürece katılmadığı bir dönemde hazırlanan anayasa gereği Kerkük'ün nihaî statüsünün bu yıl sonunda yapılacak bir referandumla belirlenecek olması. Hatırlarsanız, uzun zamandır özellikle son iki konuyu tartışan Türkiye'de, çözüme dair iki eğilim oluşmuştu. Bunlardan biri, askerî operasyon dışında bu sorunları çözmenin imkânsızlığını savunuyordu. Diğer yaklaşım ise askerî güç kullanmanın son seçenek olması gerektiğini, bu şıkkın Türkiye'yi dünyada özellikle AB ile ilişkilerde zor duruma düşüreceğini, akraba Kürt halkıyla karşı karşıya gelme ihtimalinin orta ve uzun vadede Türkiye'nin bölgede oynayacağı daha büyük rolleri olumsuz etkileyeceğini savunuyor, bu yüzden öncelikle askerî güç dışındaki seçeneklerin tüketilmesini istiyordu. Seçimden önce zirve yapan, her nedense şimdilerde unutulan bu tartışmada, çok farklı bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Türkiye, Irak'ta sık sık haddini aşan, terörü himaye eden ve Kerkük'ü bir oldubittiye getirmeye heveslenenlere karşı sert gücünü (hard power) kullanmadan netice almaya başladı. Kandil'deki PKK varlığı hâlâ sorun olmaya devam ediyor. Ancak temel sorunlardan biri olan Kerkük'te, Türkiye'nin istediği gibi referandum ertelendi. Kısa zaman öncesine kadar Kürt liderlerin "Gerekirse savaşırız" tehditleri savurduğu; Amerikalı yetkililerin ise "Elimizden bir şey gelmez. Anayasanın 140. maddesi açık. Konu, Iraklıların bileceği iş" dediği günlerden bu noktaya gelinmesi büyük başarı. Kansız olarak bu sonucun alınmasında emeği geçen herkesi tebrik etmek gerekiyor.
Kerkük'te referandumun ertelenmesi başarı
İşte 'yumuşak güç' de tam buna deniyor. Sert güç/yumuşak güç kavramlarını teorileştiren Amerikalı siyaset bilimci Joseph S. Nye, yumuşak gücü şöyle tarif ediyor: İstediğini, zor kullanmak veya para vermek yerine kendine çekme yoluyla elde etme becerisi. Tarihi derinlikten kültürel zenginliğe, din anlayışından demokratik sisteme, sanattan medyaya, sivil toplum kuruluşlarından ekonomiye sahip olduğumuz bütün değerler ülkemizin yumuşak gücünü oluşturuyor. Sert güç kullanılmadan bu sonucun alınması, Türkiye'nin küçümsenmemesi gereken bir yumuşak güce sahip olduğunu göstermiş oluyor. Bu neticenin alınmasında, ABD ile yapılan her görüşmede Kerkük'ün güçlü bir şekilde gündeme getirilmesinin; Şii, Sünnî, Kürt ve Türkmenlerden Asurî ve Şebeklere kadar uzanan geniş bir yelpazede tüm Iraklı gruplarla sürdürülen temasların; sorunun BM ve Uluslararası Kriz Grubu gibi etkin kurumların dikkatine sunulmuş olmasının rolü var. Bazıları 1 yıllık ertelemenin, önemli bir netice olmadığını iddia ediyor. Ancak konuyu birinci elden takip eden yetkililer, bu adım sayesinde Kerkük'ün çok kültürlü yapısının korunmasının sadece Irak'ın değil, bütün Ortadoğu'nun geleceği için örnek oluşturacağını düşünüyor.
Erteleme kararına bakılacak olursa, şu kazanımlar dikkat çekiyor: Öncelikle, anayasanın bir hükmü resmen uygulanmamış oluyor. Sünnîlerin süreç dışında olduğu bir dönemde alınan referandum kararı, özünde Kürtler ile Şiiler arasında şu zımnî mutabakata dayanıyordu: Bağdat'ın Şiileştirilmesine karşılık Kerkük Kürtleştirilecek. Halbuki bir yıl sonra referandumla ilgili kararlar, Sünnîlerin de içinde bulunduğu yeni Bağdat hükümetince alınacak. Referandumda hangi sorunun sorulacağı, oylamanın kimleri kapsayacağı belli değildi. Ertelemeyle birlikte, bu konuda daha kuşatıcı bir soru ve yöntem bulunması için çalışma fırsatı doğmuş oldu. Bir yıl sonra Kürtlerin tek taraflı bir yaklaşımı empoze etme şansı daha da zayıflamış olacak. Düne göre hem dünya hem de Iraklı gruplar, Kerkük'ü homojenleştirmenin tehlikelerini daha iyi anlamış durumda. Ayrıca Kerkük konusunun gündemden düşmesi, bu sorunla Irak'taki PKK varlığı arasındaki bağının da kopması anlamına geliyor. Dile getirmeseler de Kürt liderlerin kafasında PKK konusu, Kerkük'e karşı kullanılacak bir karttı. Şimdi Türkiye, hem ABD'ye hem de Kürt yönetimine PKK konusunda daha rahat baskı kurabilecek. Dolayısıyla sadece 'yumuşak güç' kullanılarak alınan bu netice, Türk diplomasisinin tartışmasız büyük başarısı. Yalnız diplomasinin rolünün yanı sıra ülkemizin yumuşak gücüne güç katan bir diğer hususu unutmak haksızlık olur. O da tüm engellemelere rağmen Türkiye'nin işleyen demokrasisi ve bu imkânı en son 22 Temmuz'da bir virtüoz edasıyla kullanan milletimizin feraseti.
22 Temmuz'un Kürtçesi
Aslında Irak'la ilgili baş ağrıtan iki konu da adına doğru ya da yanlış Kürt meselesi denen konuyla doğrudan ilgili. 22 Temmuz seçim sonuçları, bu mesele üzerinden içeride ve dışarıda yapılan hesapları tersyüz etti. Bir kere, Doğu ve Güneydoğu'da AK Parti'ye verilen büyük destek, bu bölgelerin Türkiye ile entegrasyondan yana olduğunu bütün dünyaya ilan etti. Yine bu seçimde, Kürtçü çizgiyi temsil eden DTP'li isimlerin Meclis'e girmesi, sorunun çözüm yerinin Erbil ya da Brüksel değil, Ankara olduğunu ortaya koydu. Birçok Kürt kökenli vatandaşımız, AK Parti'yi DTP'ye tercih ederek, ayrılık değil birliktelik istediğini gösterdi. Aksi takdirde Kürtçü çizginin önümüzdeki yerel seçimleri de kaybedeceği mesajını verdi.
İlk gezisini bölgeye yaparak kaynaşma adına tarihi bir adım atan Cumhurbaşkanı Gül'e, bölgede gösterilen coşkulu sevgi, 22 Temmuz'un verdiği mesajı bir kez daha teyit etti. Seçkinlerin de pek farkında olmadığı, bu ülkenin yumuşak gücü hakkında çok önemli ipuçları verdi. 22 Temmuz'da bu netice alınmamış olsa, ilgili aktörler yaklaşımlarını gözden geçirmez ve Kerkük'te bu olumlu sonuç alınmazdı. Irak Cumhurbaşkanı ve KYB lideri Celal Talabani'nin son açıklamaları da 22 Temmuz'un bakış açılarını ne denli değiştirdiğini kanıtlıyor. Talabani, Akşam'a verdiği röportajda bakın ne diyor: "Türkiye demokrasisi Kürtlere çok önemli fırsatlar sunuyor. Kürtler kendi vekillerini Meclis'e gönderiyor. Kürtlerin partileri ve basın-yayın organları var. Yeni anayasa onlara çok daha geniş haklar tanıyacak. Bu nedenle AKP hükümetine ve dolayısıyla Türk devletine savaş açmak, demokrasiye, hatta Kürt halkının haklarına savaş açmaktır."
22 Temmuz sonuçlarını okuyan Talabani, PKK'ya silah bırakma çağrısında bulunuyor ve şöyle diyor: "Bu savaş, Türkiye'deki Kürtlere sadece yıkıntı, göç ve ölüm getirdi. Oysa AK Parti politikaları umut verdi. Bu yüzden, Kürtler Diyarbakır'da bile AKP'yi tercih ederek DTP'den 4 ve AK Parti'den 8 milletvekili seçti. Bölgede gelecek AKP'nindir." Kürt lider, bağımsız Kürt devleti konusunda ise şöyle diyor: "Bunu savunanlara hep şunu söylerim: Diyelim ki Kürt devletini ilan ettik ve Suriye, İran, Irak, Türkiye bize savaş ilan etmeyip yalnızca ambargo uyguladı. Bu durumda nasıl yaşayacağız? Dışarıya nasıl gideceğiz? Ayrıca Kürt toplumu henüz bir Kürt devletini yürütecek durumda değil. Bağdat, bize parasal yardımı keserse nasıl yaşarız?" Umarız, dünyada sınırlar kalkarken bu bölgeye yeni sınırlar çekmek, asırlardır birlikte yaşamış akrabalar arasına fitne ekmek isteyen güçler ve onlara alet olanlar da milletin bu mesajını anlar. Siyasetten Talabani kadar anlamayan Barzani'nin kontenjanından Dışişleri Bakanlığı koltuğunda oturan H. Zebari de Türkiye'nin Kerkük'e ilgisini Yunanistan'ın İzmir'e ilgisine benzetmenin ne kadar abes olduğunu idrak eder.
0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.