Ali H. ASLAN
Yeni Dışişleri Bakanımız Ali Babacan'ın yoğun çalışma temposu dolayısıyla bakanlığın ışıklarının bir önceki makamındaki gibi gece geç vakitlere kadar yanacağı söyleniyor.
Herhalde Sayın Babacan'a ayak uydurmakta hiç zorluk çekmeyecek yerlerin başında Washington Büyükelçiliğimiz gelecektir. Çünkü diplomatlar, Ermeni iddialarına şimdiye kadar set çeken Amerikan Musevi surunda ADL cenahından açılan deliği kapatmak için son birkaç haftadır gecesini gündüzüne katarak çabalıyor.
İnsan, 'nedir şu diplomatlarımızın Ermeni meselesinden çektiği?' diye düşünüyor. Öyle ya, zamanında ASALA tarafından öldürülen, yaralanan, tehdit edilenler de onlardı. Şimdilerde soykırım iddialarını dünya platformuna taşıyarak Türkiye'ye suikastlerını silahsız metotlarla sürdüren lobiye verilen uluslararası mücadelenin de başını onlar çekiyor. Öte yandan, çıkardığımız gürültüye bakılırsa çok koldan, çok organize götürülüyor olduğu zehabına kapınılan bu mücadelede, özellikle Washington'daki diplomatlarımızın aslında ne kadar yalnız ve desteksiz kaldığını görmek de insanı şaşırtıyor. Bu, hakikaten hayati bir milli mesele ise onun hakkını verecek çapta bir iş yönetimi ve organizasyonu yapmalı. Yok öyle değilse, bu kadar mesaiye, harcamaya ve diş kirasına değip değmediği masaya yatırılmalı.
Üzülerek söylemek gerekirse, bugün itibarıyla ABD'de entelektüel zeminde Ermeni davası kaybedilmiştir. Türk tarih tezini destekleyenler sayıca çok azdır. Muhaliflerin sesi gür çıkmaktadır. Siyasi alanda da Türkiye hızla zemin kaybetmekte, Ermeni tezleri eyalet yasama organlarında benimsenmeye devam etmektedir. ADL olayı, bu sürecin son halkalarındandır. Amerikan Kongresi'ndeki tasarıyla mücadeleye destek veren 'Türk dostu' Amerikalıların dahi çoğu entelektüel olarak soykırıma inanmaktadır. Sırf siyasi sebeplerle, ulusal çıkar ve milli güvenlik argümanının arkasına sığınarak tasarıya karşı çıkıyorlar.
Bu konuda Türkiye'nin hassasiyetlerini en iyi anlayanların başında Amerikan Musevi kuruluşları geliyordu. Türk-Amerikan-İsrail ilişkilerinin ve Türkiye'deki Musevi azınlığın selameti uğruna 'soykırım' konusundaki düşüncelerini kendilerine saklıyorlardı. Dünya gerçeklerini bilen Musevi tepe yöneticilerini aşamayan Ermeni tezi sempatizanları, bu örgütleri tabandan etkileme gayretlerini yoğunlaştırdı. ADL krizi, New England bölgesinin merkeze kazan kaldırması ile baş gösterdi. Kuruluşun başkanı Abraham Foxman, Boston'da soykırım tezini destekleyen Andrew Tarsy'i görevden almasına tabandan gelen tepkiler ayyuka çıkınca çark etti. Ve ADL olarak soykırımı tanıdıklarını açıkladı. Gerçi Foxman, Amerikan Kongresi'ndeki tasarıya karşı çıkmaya devam edeceklerini söylüyor. Türkiye'nin baskısı üzerine tarih komisyonu kurulması görüşüne de destek verdi. Ama bir kez 'soykırıma eşdeğer' dendikten sonra ne tasarı ne de tarih komisyonu konusunda desteğin eskisi gibi sonuçlar vermesi zor. ADL'nin çıkışı talihsiz olmuştur. Çünkü eğer Amerikan Kongresi soykırım tasarısını kabul ederse, Türk kamuoyu bunu büyük ölçüde Yahudilerden bilecektir.
Türkiye'nin stratejisi, ADL sendromunun diğer Musevi örgütlerine yayılmaması. Türk Musevi toplumundan ve İsrail'den Amerika'ya mesaj trafiği sayesinde, şimdilik bu başarılmış gibi. ADL'nin de üyesi olduğu ve çok sayıda etkili Musevi örgütünün çatı kuruluşu olan Başkanlar Konferansı'nın (Conference of Presidents of Major Jewish Organizations) icracı başkan yardımcısı Malcolm Hoenlein, bu konuda kamuoyuna görüş bildirilmemesi ricasında bulunmuş ve şimdilik hüsnü kabul görmüş. Ancak tepeden gelen isteklerin tabanı ne ölçüde yatıştıracağını Allah bilir. Mesela 1 Kasım'da yapılacak ADL Ulusal Komisyon toplantısında gündeme konuyla ilgili bir karar tasarısı getirilmesine kesin gözüyle bakılıyor. Diğer örgütlerin yasama organlarında da benzer eylemler beklenebilir. Taban baskısına muhatap olan siyasî organlar Ermeni lobisinin tesir alanına daha fazla girmekte, icracı birimler ise genel olarak daha dikkatli davranmakta. Aynı davranış farklılığı Amerikan devletindeki yasama ve icra kanatları arasında da görülüyor. Bush yönetimi dahil Amerikan hükümetleri 'soykırım' kelimesini kullanmazken, Amerikan Kongresi'nde ise sürekli soykırım tasarıları Demokles'in kılıcı gibi Türkiye'nin başında sallandırılıyor. Ermenilerin iç siyasetinde son derece etkin olduğu liberallerin kalesi Kaliforniya eyaletinin Demokrat Parti'nin seçim zaferinden sonra Kongre'de daha da artan ağırlığı, Türkiye için büyük risk. Tasarının akıbeti iki dudağı arasında olan Meclis Başkanı Nancy Pelosi de Kaliforniyalı ve Ermeni dostlarına verdiği sözden geri adım atmış değil. Bir sonraki hamlesinin ne olacağına dair işaret vermiyor.
ABD'de hükümet düzeyinde soykırım tezlerinin açıktan tasvip edilmesi mümkün değil. Kongre ve sivil toplum düzeyinde ise gidişat Türk tezlerinden yana görünmüyor. Şu durumda sakin ve gerçekçi olmak lazım. ADL gibi sivil toplum örgütlerinin ve Amerikan Kongresi gibi siyasi organların Türkiye'yi hukuken bağlamayan karar ve açıklamalarına tepkilerimiz medenice ve ölçülü olmalı. Daha uzun vadeli, önalıcı hamlelere ağırlık verilmeli. Aksi halde, topyekün tanıtım stratejimize kendi elimizle balta vurur ve dünya kamuoyunda hasımlarımızca pompalanan 'zalim ve hoşgörüsüz Türk' imajını pekiştirmiş oluruz. ADL'nin hareketi tüm Yahudilere, Amerikan Kongresi'nin tutumu da tüm Amerikalılara teşmil edilmemeli. Bir grup azgın azınlığın Türkiye'yi dünyadan tecrid tuzağına düşüp, toplumlar arası ve milletlerarası ilişkilerimiz sıkıntıya sokulmamalı.
Yeni Dışişleri Bakanımız Ali Babacan'ın yoğun çalışma temposu dolayısıyla bakanlığın ışıklarının bir önceki makamındaki gibi gece geç vakitlere kadar yanacağı söyleniyor.
Herhalde Sayın Babacan'a ayak uydurmakta hiç zorluk çekmeyecek yerlerin başında Washington Büyükelçiliğimiz gelecektir. Çünkü diplomatlar, Ermeni iddialarına şimdiye kadar set çeken Amerikan Musevi surunda ADL cenahından açılan deliği kapatmak için son birkaç haftadır gecesini gündüzüne katarak çabalıyor.
İnsan, 'nedir şu diplomatlarımızın Ermeni meselesinden çektiği?' diye düşünüyor. Öyle ya, zamanında ASALA tarafından öldürülen, yaralanan, tehdit edilenler de onlardı. Şimdilerde soykırım iddialarını dünya platformuna taşıyarak Türkiye'ye suikastlerını silahsız metotlarla sürdüren lobiye verilen uluslararası mücadelenin de başını onlar çekiyor. Öte yandan, çıkardığımız gürültüye bakılırsa çok koldan, çok organize götürülüyor olduğu zehabına kapınılan bu mücadelede, özellikle Washington'daki diplomatlarımızın aslında ne kadar yalnız ve desteksiz kaldığını görmek de insanı şaşırtıyor. Bu, hakikaten hayati bir milli mesele ise onun hakkını verecek çapta bir iş yönetimi ve organizasyonu yapmalı. Yok öyle değilse, bu kadar mesaiye, harcamaya ve diş kirasına değip değmediği masaya yatırılmalı.
Üzülerek söylemek gerekirse, bugün itibarıyla ABD'de entelektüel zeminde Ermeni davası kaybedilmiştir. Türk tarih tezini destekleyenler sayıca çok azdır. Muhaliflerin sesi gür çıkmaktadır. Siyasi alanda da Türkiye hızla zemin kaybetmekte, Ermeni tezleri eyalet yasama organlarında benimsenmeye devam etmektedir. ADL olayı, bu sürecin son halkalarındandır. Amerikan Kongresi'ndeki tasarıyla mücadeleye destek veren 'Türk dostu' Amerikalıların dahi çoğu entelektüel olarak soykırıma inanmaktadır. Sırf siyasi sebeplerle, ulusal çıkar ve milli güvenlik argümanının arkasına sığınarak tasarıya karşı çıkıyorlar.
Bu konuda Türkiye'nin hassasiyetlerini en iyi anlayanların başında Amerikan Musevi kuruluşları geliyordu. Türk-Amerikan-İsrail ilişkilerinin ve Türkiye'deki Musevi azınlığın selameti uğruna 'soykırım' konusundaki düşüncelerini kendilerine saklıyorlardı. Dünya gerçeklerini bilen Musevi tepe yöneticilerini aşamayan Ermeni tezi sempatizanları, bu örgütleri tabandan etkileme gayretlerini yoğunlaştırdı. ADL krizi, New England bölgesinin merkeze kazan kaldırması ile baş gösterdi. Kuruluşun başkanı Abraham Foxman, Boston'da soykırım tezini destekleyen Andrew Tarsy'i görevden almasına tabandan gelen tepkiler ayyuka çıkınca çark etti. Ve ADL olarak soykırımı tanıdıklarını açıkladı. Gerçi Foxman, Amerikan Kongresi'ndeki tasarıya karşı çıkmaya devam edeceklerini söylüyor. Türkiye'nin baskısı üzerine tarih komisyonu kurulması görüşüne de destek verdi. Ama bir kez 'soykırıma eşdeğer' dendikten sonra ne tasarı ne de tarih komisyonu konusunda desteğin eskisi gibi sonuçlar vermesi zor. ADL'nin çıkışı talihsiz olmuştur. Çünkü eğer Amerikan Kongresi soykırım tasarısını kabul ederse, Türk kamuoyu bunu büyük ölçüde Yahudilerden bilecektir.
Türkiye'nin stratejisi, ADL sendromunun diğer Musevi örgütlerine yayılmaması. Türk Musevi toplumundan ve İsrail'den Amerika'ya mesaj trafiği sayesinde, şimdilik bu başarılmış gibi. ADL'nin de üyesi olduğu ve çok sayıda etkili Musevi örgütünün çatı kuruluşu olan Başkanlar Konferansı'nın (Conference of Presidents of Major Jewish Organizations) icracı başkan yardımcısı Malcolm Hoenlein, bu konuda kamuoyuna görüş bildirilmemesi ricasında bulunmuş ve şimdilik hüsnü kabul görmüş. Ancak tepeden gelen isteklerin tabanı ne ölçüde yatıştıracağını Allah bilir. Mesela 1 Kasım'da yapılacak ADL Ulusal Komisyon toplantısında gündeme konuyla ilgili bir karar tasarısı getirilmesine kesin gözüyle bakılıyor. Diğer örgütlerin yasama organlarında da benzer eylemler beklenebilir. Taban baskısına muhatap olan siyasî organlar Ermeni lobisinin tesir alanına daha fazla girmekte, icracı birimler ise genel olarak daha dikkatli davranmakta. Aynı davranış farklılığı Amerikan devletindeki yasama ve icra kanatları arasında da görülüyor. Bush yönetimi dahil Amerikan hükümetleri 'soykırım' kelimesini kullanmazken, Amerikan Kongresi'nde ise sürekli soykırım tasarıları Demokles'in kılıcı gibi Türkiye'nin başında sallandırılıyor. Ermenilerin iç siyasetinde son derece etkin olduğu liberallerin kalesi Kaliforniya eyaletinin Demokrat Parti'nin seçim zaferinden sonra Kongre'de daha da artan ağırlığı, Türkiye için büyük risk. Tasarının akıbeti iki dudağı arasında olan Meclis Başkanı Nancy Pelosi de Kaliforniyalı ve Ermeni dostlarına verdiği sözden geri adım atmış değil. Bir sonraki hamlesinin ne olacağına dair işaret vermiyor.
ABD'de hükümet düzeyinde soykırım tezlerinin açıktan tasvip edilmesi mümkün değil. Kongre ve sivil toplum düzeyinde ise gidişat Türk tezlerinden yana görünmüyor. Şu durumda sakin ve gerçekçi olmak lazım. ADL gibi sivil toplum örgütlerinin ve Amerikan Kongresi gibi siyasi organların Türkiye'yi hukuken bağlamayan karar ve açıklamalarına tepkilerimiz medenice ve ölçülü olmalı. Daha uzun vadeli, önalıcı hamlelere ağırlık verilmeli. Aksi halde, topyekün tanıtım stratejimize kendi elimizle balta vurur ve dünya kamuoyunda hasımlarımızca pompalanan 'zalim ve hoşgörüsüz Türk' imajını pekiştirmiş oluruz. ADL'nin hareketi tüm Yahudilere, Amerikan Kongresi'nin tutumu da tüm Amerikalılara teşmil edilmemeli. Bir grup azgın azınlığın Türkiye'yi dünyadan tecrid tuzağına düşüp, toplumlar arası ve milletlerarası ilişkilerimiz sıkıntıya sokulmamalı.


0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.