Mehmet YILMAZ
22 Temmuz’da yapılan seçimlerin üzerinden yedi hafta geçti. Abdullah Gül’ün Çankaya Köşkü’ne çıkmasının üzerinden de iki hafta. Bu arada Bakanlar Kurulu belirlendi, 60. hükümet Meclis’ten güvenoyu aldı. Normal şartlarda siyasetin kendi mecrasında akması, hayatın normale dönmesi beklenir değil mi? Hayır beklenemez; çünkü burası Türkiye… Yeryüzünün nevi şahsına münhasır ülkesi…
Sahi neler oluyor Türkiye’de? Son birkaç haftada yaşadıklarımıza bakar mısınız? Cumhurbaşkanlığı seçimini gerginlik politikası hâline getiren ve Köşk’ü boykot eden bir ana muhalefet partisi var ortada. Yeni cumhurbaşkanına bir gün “Sayın Cumhurbaşkanı” diye hitap eden, ertesi gün aynı ifadeyi “Sayın Cumhurbaşkanım” şeklinde düzeltenler de. Peki şu DTP’lilerin yaptıklarına ne demeli? Türk askerini “kimyasal silah kullanmak” ile itham ediyor, asıl bölücülüğü askerlerin yaptığını söylüyor, “ılımlı” kişiliği olduğu söylenen Ahmet Türk. Bunlar yetmezmiş gibi bu kez Osman Baydemir sahne alıyor, Diyarbakır’ı “kale” olarak nitelendiriyor ve bu şehri savunmak için savaşmaya hazır olduklarını sayıklıyor. Hükümet ise daha icraata geçmeden ilk iş olarak gündemine “anayasa” değişikliğini alıyor.Tüm bu olanları nasıl yorumlamak lâzım? Kamuoyu yeni bir “kontrollü gerginlik” stratejisiyle mi karşı karşıya acaba? Ne olduğunu kavrayabilmek için bu yılın başlarına gitmek gerekiyor galiba.2007 iki seçimin yapılacağı bir yıldı malumunuz. Bu iki seçimi “garanti” altına almak için birtakım güçler harekete geçti yılbaşından itibaren. Bir yandan siyaset içi aktörlerin AK Parti karşısında “sıklet merkezi” oluşturabilmesi için Cumhuriyet Mitingleri düzenlendi, diğer yandan da iktidarın mevcut güç temerküzünü yeniden elde etmesini engellemek için parti kadroları arasında bir rekabet havası oluşturulmaya çalışıldı. Özellikle de Bülent Arınç, Abdullah Gül, R. Tayyip Erdoğan ve Abdüllatif Şener arasında. Projenin kamuoyu nezdinde bir karşılığının olabilmesi için de kitleleri ortak bir paydada, ulusalcılık fikri etrafında toplamak gerekiyordu. Bu amaçla anti Amerikancılık körüklendi antiemperyalizm kisvesi altında… Dinî hassasiyetleri harekete geçirmek için ülkenin her yanını misyonerlerin kuşattığı safsatası atıldı ortaya. Milliyetçi duyguları galeyana getirmek için de vatan topraklarının yabancılara peşkeş çekildiği şayiası yayıldı Anadolu’nun dört bir yanında…Kitlelerin harekete geçmesiyle ikinci safhası başladı projenin. Siyaset içi aktörler, AK Parti karşıtlığı ortak paydasında yeni bir sıklet merkezi oluşturmak için tek bir çizgide buluşturulacaktı. Merkez sağ (DYP ile ANAP) ve merkez sol (CHP ile DSP) partiler birleşerek seçime girecekti yani. Solda ortaklık sağlandı; ama sağda işler beklendiği gibi gitmedi. Buna rağmen demokraside çareler tükenmez denildi ve CHP-MHP koalisyonu kurulabilmesi için “solcular CHP’ye, sağcılar MHP’ye oy versin” propagandası yapıldı. Yapıldı yapılmasına ama eskiden çok işe yarayan toplum mühendisliği bu kez ters tepti. AK Parti gücüne güç katarak çıktı sandıktan. Arkasından da Abdullah Gül’ü dört ay rötarla Çankaya’ya çıkarmayı başardı.Bugün siyaset içi aktörlerle AK Parti’nin önünü kesmek çok zor. 2009’da yapılacak yerel seçimlerde bu gücünü pekiştirmesi işten bile değil. Muhalefet partilerinin iktidar alternatifi olmaya takatleri de vizyonları da yok. O halde yasama ile yürütmeyi (cumhurbaşkanlığı ile başbakanlık) birlikte idare etme kabiliyetini şeklen kazanan AK Parti’nin önünü kim kesebilir acaba? Siyaset dışı aktörler ve tabii ki istikrarsızlığa sebep olabilecek bir terör dalgası… DTP’li milletvekilleri ile belediye başkanlarının son çıkışlarına bir de bu gözle bakmak lâzım. Onlar kime ve neye hizmet ediyorlar bu “garip” açıklamalarla? Sahi bilen var mı? İyi haftalar.
Sahi neler oluyor Türkiye’de? Son birkaç haftada yaşadıklarımıza bakar mısınız? Cumhurbaşkanlığı seçimini gerginlik politikası hâline getiren ve Köşk’ü boykot eden bir ana muhalefet partisi var ortada. Yeni cumhurbaşkanına bir gün “Sayın Cumhurbaşkanı” diye hitap eden, ertesi gün aynı ifadeyi “Sayın Cumhurbaşkanım” şeklinde düzeltenler de. Peki şu DTP’lilerin yaptıklarına ne demeli? Türk askerini “kimyasal silah kullanmak” ile itham ediyor, asıl bölücülüğü askerlerin yaptığını söylüyor, “ılımlı” kişiliği olduğu söylenen Ahmet Türk. Bunlar yetmezmiş gibi bu kez Osman Baydemir sahne alıyor, Diyarbakır’ı “kale” olarak nitelendiriyor ve bu şehri savunmak için savaşmaya hazır olduklarını sayıklıyor. Hükümet ise daha icraata geçmeden ilk iş olarak gündemine “anayasa” değişikliğini alıyor.Tüm bu olanları nasıl yorumlamak lâzım? Kamuoyu yeni bir “kontrollü gerginlik” stratejisiyle mi karşı karşıya acaba? Ne olduğunu kavrayabilmek için bu yılın başlarına gitmek gerekiyor galiba.2007 iki seçimin yapılacağı bir yıldı malumunuz. Bu iki seçimi “garanti” altına almak için birtakım güçler harekete geçti yılbaşından itibaren. Bir yandan siyaset içi aktörlerin AK Parti karşısında “sıklet merkezi” oluşturabilmesi için Cumhuriyet Mitingleri düzenlendi, diğer yandan da iktidarın mevcut güç temerküzünü yeniden elde etmesini engellemek için parti kadroları arasında bir rekabet havası oluşturulmaya çalışıldı. Özellikle de Bülent Arınç, Abdullah Gül, R. Tayyip Erdoğan ve Abdüllatif Şener arasında. Projenin kamuoyu nezdinde bir karşılığının olabilmesi için de kitleleri ortak bir paydada, ulusalcılık fikri etrafında toplamak gerekiyordu. Bu amaçla anti Amerikancılık körüklendi antiemperyalizm kisvesi altında… Dinî hassasiyetleri harekete geçirmek için ülkenin her yanını misyonerlerin kuşattığı safsatası atıldı ortaya. Milliyetçi duyguları galeyana getirmek için de vatan topraklarının yabancılara peşkeş çekildiği şayiası yayıldı Anadolu’nun dört bir yanında…Kitlelerin harekete geçmesiyle ikinci safhası başladı projenin. Siyaset içi aktörler, AK Parti karşıtlığı ortak paydasında yeni bir sıklet merkezi oluşturmak için tek bir çizgide buluşturulacaktı. Merkez sağ (DYP ile ANAP) ve merkez sol (CHP ile DSP) partiler birleşerek seçime girecekti yani. Solda ortaklık sağlandı; ama sağda işler beklendiği gibi gitmedi. Buna rağmen demokraside çareler tükenmez denildi ve CHP-MHP koalisyonu kurulabilmesi için “solcular CHP’ye, sağcılar MHP’ye oy versin” propagandası yapıldı. Yapıldı yapılmasına ama eskiden çok işe yarayan toplum mühendisliği bu kez ters tepti. AK Parti gücüne güç katarak çıktı sandıktan. Arkasından da Abdullah Gül’ü dört ay rötarla Çankaya’ya çıkarmayı başardı.Bugün siyaset içi aktörlerle AK Parti’nin önünü kesmek çok zor. 2009’da yapılacak yerel seçimlerde bu gücünü pekiştirmesi işten bile değil. Muhalefet partilerinin iktidar alternatifi olmaya takatleri de vizyonları da yok. O halde yasama ile yürütmeyi (cumhurbaşkanlığı ile başbakanlık) birlikte idare etme kabiliyetini şeklen kazanan AK Parti’nin önünü kim kesebilir acaba? Siyaset dışı aktörler ve tabii ki istikrarsızlığa sebep olabilecek bir terör dalgası… DTP’li milletvekilleri ile belediye başkanlarının son çıkışlarına bir de bu gözle bakmak lâzım. Onlar kime ve neye hizmet ediyorlar bu “garip” açıklamalarla? Sahi bilen var mı? İyi haftalar.
0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.