Mümtaz'er TÜRKÖNE
"Sivil Anayasa" müzakerelerinin düğümlendiği konuların başında "vatandaşlık" tanımının yer alacağı görünüyor. Konu öncelikle Türkiye'nin etnik sorununu yakından ilgilendiriyor.
Kürt siyaseti yapanlar, Anayasa'nın 66. maddesindeki vatandaşlık tanımının "Türk ile vatandaşlık" arasında kurduğu özdeşlik ile, herkesi "etnik köken olarak Türk haline getirmesi"ne itiraz ediyorlar. Karşısında bu "Türk" lafzının "etnik kökene işaret etmediği" savunması yapılıyor ki, bu da doğru. Bir insanın etnik kökeni hukuk kuralı ve Anayasa ile belirlenemez. İlkiyle bağlantılı ikinci sorun, bu tanımdan vazgeçilmesinin üniter ulus-devlet yapısından vazgeçmenin başlangıcı olacağı iddiası. Böylece vatandaşlık tanımı kendiliğinden bir "rejim sorunu"na dönüşüyor. Üçüncüsü Anayasa'nın başlangıç kısmındaki "Atatürk milliyetçiliği"nin mevcut tanımın da referansı olduğu iddiası. Tartışmalar aslında dönüp dolaşıp "üniter ulus-devlet"e dayanıyor. Görülen o ki, vatandaşlık tanımını değil ulus-devleti tartışıyoruz.
Anayasa tartışmaları için farkında olmamız gereken önemli bir husus, bugüne kadar yürürlükte olan anayasalar, reşit olmadığına inanılan bir toplumu daha uygun araçlarla yönetmek için hazırlandı. Çocuklar için "Yabancılardan uzak dur" yasağı basit bir koruyucu kuraldır. Reşit olanlar ise bu muhakemeye güvenirler. Çocuklara koyduğunuz kuralı büyüklere de koyduğunuzda tehlikeyi değil, birçok fırsatı engellersiniz. Bu yüzden "sivil anayasa"nın ayrıntılara dikkat etmesi, toplumun özgürce yer alacağı alanları genişletmesi gerekir. Medeniyet, ayrıntı demektir. Nüansları yok edecek totolojiler veya genel hükümler mutlaka üzerinde yeniden düşünülecek ve düzenlenecek hükümlere konu edilmelidir.
1876 Kanun-ı Esasî'sinin, o gün için benimsediği formülü ulus-devlete uyarladık. "Devleti Osmaniye tâbiyetinde bulunan efradın cümlesine herhangi din ve mezhepten olur ise bilâ istisna Osmanlı tabir olunur..." maddesi, Osmanlı Milleti yaratma idealini ifade ediyordu. Ulus-devletler çağında çok milletli imparatorluğu yaşatmanın yolu, o çok milleti tek millete dönüştürmekten geçiyordu. "Osmanlılık", Osmanlı Devleti'ni kuran Osman Bey'in adına atfen, vatan ideali etrafında, Fransız patriotizmini emsal alan bir tür vatanseverlikti. Bu tür milliyetçilik için ortak payda vatan olunca, "Osmanlılık"ın vatandaşlık olarak tanımlanması doğaldı.
"Vatandaş" kelimesi, etimolojik olarak "aynı vatanda, yani siyasî coğrafyada yaşayan insanlar" demektir. "Vatandaş", insanlar arasındaki bağı veya yakınlığı "aynı vatanı paylaşma" ölçüsüne göre belirlemek demektir. Osmanlı tabirinin etnik çağrışımı olmadığı için aynı zamanda "vatandaş" anlamına gelmesi doğaldı.
1924 Anayasası'nın 88. maddesindeki vatandaşlık tanımı, 1876 Anayasası'ndaki tanımdan "Osmanlı"yı çıkartarak yerine "Türk" kelimesinin konmasından başka bir şey değildi. Yine de bu tanım "vatandaşlık itibarıyla" yapıldığı için 1961 ve 82 anayasalarından farklı. Mevcut Anayasa'nın yol açtığı zorluk, vatandaşlık ile Türklük arasında kurduğu özdeşlikten değil, bambaşka bir şeyden kaynaklanıyor. 82 Anayasası diyor ki: "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür." Yani Anayasa'nın 66. maddesi aslında vatandaşlığı değil "Türklük"ü tanımlıyor. Tartışırken de "Türklük tanımını" tartıştığımızı fark etmiyoruz. Tanımlamalarda asgarî usûl, bir tanımın "mefhum-ı muhalifi" üzerinde düşünmektir. Nedir 66'nın mefhum-ı muhalifi? "Türk olmayanlar" değil mi?
"Sivil Anayasa" tartışmalarında hareket noktamız 82 Anayasası'nın 66. maddesi olmamalı. Çünkü burada vatandaşlık yerine "Türklük" tanımı var. Anayasa'nın "Türklük tanımı"na ihtiyacı olup olmadığı ayrı bir konu; ama bir "vatandaşlık tanımı"nın mutlaka yapılması gerekir. "Vatan"ı temel alan, hukukî değeri olan bir "vatandaşlık" tanımına yeni anayasada mutlaka yer vermemiz gerekir. Yanıldığımız sorunu da "anayasada mevcut olmayan vatandaşlık tanımı nasıl yapılabilir?" şeklinde yeniden sormalıyız.
Kürt siyaseti yapanlar, Anayasa'nın 66. maddesindeki vatandaşlık tanımının "Türk ile vatandaşlık" arasında kurduğu özdeşlik ile, herkesi "etnik köken olarak Türk haline getirmesi"ne itiraz ediyorlar. Karşısında bu "Türk" lafzının "etnik kökene işaret etmediği" savunması yapılıyor ki, bu da doğru. Bir insanın etnik kökeni hukuk kuralı ve Anayasa ile belirlenemez. İlkiyle bağlantılı ikinci sorun, bu tanımdan vazgeçilmesinin üniter ulus-devlet yapısından vazgeçmenin başlangıcı olacağı iddiası. Böylece vatandaşlık tanımı kendiliğinden bir "rejim sorunu"na dönüşüyor. Üçüncüsü Anayasa'nın başlangıç kısmındaki "Atatürk milliyetçiliği"nin mevcut tanımın da referansı olduğu iddiası. Tartışmalar aslında dönüp dolaşıp "üniter ulus-devlet"e dayanıyor. Görülen o ki, vatandaşlık tanımını değil ulus-devleti tartışıyoruz.
Anayasa tartışmaları için farkında olmamız gereken önemli bir husus, bugüne kadar yürürlükte olan anayasalar, reşit olmadığına inanılan bir toplumu daha uygun araçlarla yönetmek için hazırlandı. Çocuklar için "Yabancılardan uzak dur" yasağı basit bir koruyucu kuraldır. Reşit olanlar ise bu muhakemeye güvenirler. Çocuklara koyduğunuz kuralı büyüklere de koyduğunuzda tehlikeyi değil, birçok fırsatı engellersiniz. Bu yüzden "sivil anayasa"nın ayrıntılara dikkat etmesi, toplumun özgürce yer alacağı alanları genişletmesi gerekir. Medeniyet, ayrıntı demektir. Nüansları yok edecek totolojiler veya genel hükümler mutlaka üzerinde yeniden düşünülecek ve düzenlenecek hükümlere konu edilmelidir.
1876 Kanun-ı Esasî'sinin, o gün için benimsediği formülü ulus-devlete uyarladık. "Devleti Osmaniye tâbiyetinde bulunan efradın cümlesine herhangi din ve mezhepten olur ise bilâ istisna Osmanlı tabir olunur..." maddesi, Osmanlı Milleti yaratma idealini ifade ediyordu. Ulus-devletler çağında çok milletli imparatorluğu yaşatmanın yolu, o çok milleti tek millete dönüştürmekten geçiyordu. "Osmanlılık", Osmanlı Devleti'ni kuran Osman Bey'in adına atfen, vatan ideali etrafında, Fransız patriotizmini emsal alan bir tür vatanseverlikti. Bu tür milliyetçilik için ortak payda vatan olunca, "Osmanlılık"ın vatandaşlık olarak tanımlanması doğaldı.
"Vatandaş" kelimesi, etimolojik olarak "aynı vatanda, yani siyasî coğrafyada yaşayan insanlar" demektir. "Vatandaş", insanlar arasındaki bağı veya yakınlığı "aynı vatanı paylaşma" ölçüsüne göre belirlemek demektir. Osmanlı tabirinin etnik çağrışımı olmadığı için aynı zamanda "vatandaş" anlamına gelmesi doğaldı.
1924 Anayasası'nın 88. maddesindeki vatandaşlık tanımı, 1876 Anayasası'ndaki tanımdan "Osmanlı"yı çıkartarak yerine "Türk" kelimesinin konmasından başka bir şey değildi. Yine de bu tanım "vatandaşlık itibarıyla" yapıldığı için 1961 ve 82 anayasalarından farklı. Mevcut Anayasa'nın yol açtığı zorluk, vatandaşlık ile Türklük arasında kurduğu özdeşlikten değil, bambaşka bir şeyden kaynaklanıyor. 82 Anayasası diyor ki: "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür." Yani Anayasa'nın 66. maddesi aslında vatandaşlığı değil "Türklük"ü tanımlıyor. Tartışırken de "Türklük tanımını" tartıştığımızı fark etmiyoruz. Tanımlamalarda asgarî usûl, bir tanımın "mefhum-ı muhalifi" üzerinde düşünmektir. Nedir 66'nın mefhum-ı muhalifi? "Türk olmayanlar" değil mi?
"Sivil Anayasa" tartışmalarında hareket noktamız 82 Anayasası'nın 66. maddesi olmamalı. Çünkü burada vatandaşlık yerine "Türklük" tanımı var. Anayasa'nın "Türklük tanımı"na ihtiyacı olup olmadığı ayrı bir konu; ama bir "vatandaşlık tanımı"nın mutlaka yapılması gerekir. "Vatan"ı temel alan, hukukî değeri olan bir "vatandaşlık" tanımına yeni anayasada mutlaka yer vermemiz gerekir. Yanıldığımız sorunu da "anayasada mevcut olmayan vatandaşlık tanımı nasıl yapılabilir?" şeklinde yeniden sormalıyız.
0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.