17 Kasım 2007 Cumartesi

İmparatorluk Politikalarında GOP ve Ilımlı İslam


Değiştir
Prof. Dr. Nadim MACİT - TUSAM Danışmanı


Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP) ve Ilımlı İslam bağlantısını ve bunların post-modern imparatorluk açısından stratejik anlamını ortaya koymak için, öncelikle izlenen politikanın mantığına bazı atıfların yapılması gerekir. Post-modern imparatorluk, gücün her yere yayıldığını ve “orada” olduğunu göstermek için üs’ler ağıyla dünyanın çeşitli kısımlarını, fiziksel ve örgütsel olarak birbirine bağlar. Aşırı disipline edilmiş kurumları ve teknolojik donanımla mücehhez askeri güçleri; düşmanlarını toptan yok etmeye çağırır. Dünyaya vermek istediği mesaj şudur: ABD’yi tehdit eden her hangi bir toplum veya devlet mutlak kesinlikte yok edilir. Çünkü post-modern imparatorluk için esas gaye sadece ülkeyi savunmak ve örgütlenmek değildir. Aynı zamanda yayılma gücünü genişletmektir. Dolayısıyla rızaya dayalı politikayı değil; müdahale ve işgal politikasını uygular. Güç dengesini aşan politik dil kullanır.

Post-modern imparatorluğun kutsallık alanı geniş ve araçları yaygındır. Dini hayat eklektiktir. Her inancın kutsal mabedini kendi koleksiyonuna ekler. Ilımlı İslam işte böyle bir koleksiyonun parçasıdır. Politik hedeflerini gerçekleştirme sürecinde dini duyarlılıktan kaynaklanan direnci düşürmek için ürettiği kutsal araçtır. Gelecek tasavvurunu ekonomik planda yürüttüğü halde, böylesi araçları devreye sokmasının nedeni, bir taraftan bütün kapıların kendisine açılmasını sağlamaya; diğer taraftan stratejik amaçlarını kehanetlere ve şifrelere dökerek işgali toplum kesitlerinde meşrulaştırmaya yöneliktir. Yakın dönemde ABD politikasının parçası olan bazı dini hareketlerin dünyanın geleceğini dini şifreler ve kehanetlerle açıklamaları bunun kanıtıdır. Nitekim bütün kâhinler ve mistikler ABD’de yaşamaktadır. Çünkü ancak kâhinler ve mistikler, gücü “hoşgörü” kalıbı altında kutsarlar.

Post-modern imparatorluk; hedef toplumda barış ve hoşgörü alışkanlığını yerleştirir. Teslim olanları geçici olarak ödüllendirir. Zihin yönlendirme aracı olan medyada ve sözde düşünce geliştirme mahfillerinde devşirdiği kişileri yüceltir. Böylesi yerlerde politik-dinsel metinler iç içedir. Kendi adına lobicilik faaliyetini ve öncelikli yere sahip olma eğilimini kutsar. Dünya vatandaşlığını savunur. Çünkü kürenin kendisine ait olduğuna inanır. Bu yüzden post-modern imparatorluğun gıdası; savaştır. Zaten ABD politikası iki çizgi üzerinde yürür: İşgal etmek ve ekonomik kaynakları ele geçirmek. Bunun ötesine düşen her şey “gerçek politik hedeflerin” üzerini örtmek için üretilen etiketlerdir.

Post-modern savaş kimler arasında olacak?

İki kutuplu dünya sisteminin çöküşünden sonra post-modern imparatorluk; dünyanın yeniden yapılandırılması sürecinde “öteki kim?” sorusunun cevabını “düşman aranıyor” başlığı altında sundu. Ötekinin adını; bağlantısızlar arkı gibi oldukça teknik ve işlevsel deyimle tanımladı. Tanımlamanın bizzat kendisi tahakküme ve deşifre etmeye yönelik olunca, yeni dönemde tahakküm ve deşifre edilecek ülkeler, doğal olarak bağlantısızlar arkında yer alan ülkeler olacaktır. Böylece merkez-boşluk ayrımına bağlı olarak ürettiği bağlantısız kavramı ve buna yüklediği anlam çerçevesinde 21. yüzyılda yeni savaşın kimler arasında olacağı açıkça ilan etti. Tahakküm etmek için seçilen ifade: Terörizmle mücadele. Deşifre etmek için seçilen ifade ise küresel kuralların dışında kalan ülkeleri yeniden yapılandırmak…

Muhayyel ‘Öteki’ne Müdahale ve Sahte Dinle Meşrulaştırma

Sınırları geniş tutulan projenin sürdürülmesi için çeşitli aşamalara ihtiyaç olduğunu dillendiren egemen güç: GOP’u politik pratiğinin birinci aşamasına yerleştiriyor. Bağlantısızlar kavramı çerçevesinde ürettiği ikinci aşamaya ise “küresel kuralların dışında gösterdiği ülkeleri” konumlandırıyor. Böylece ötekinin alanı genişletiliyor. Küresel egemen güç, “alternatif güçleri” kontrol etmek ve kendi çıkarlarına uygun düşecek tarzda biçimlendirmek için ürettiği yeni stratejinin bir tarafına “küresel ekonomik ve politik kurallar adına” bağlantısız kalıbına yerleştirdiği ülkeleri koyuyor. Öteki tarafına ise GOP aracılığıyla İslâm coğrafyasını yeniden biçimlendirmek ve işgal etmek için diğer 22 ülkeyi yerleştiriyor. Bu çerçevede GOP, yeniden icat edilen ötekinin mekânını ve kimliğini belirleyen ırkçı ve emperyalist proje olarak karşımıza çıkıyor.

Kesintisiz sermaye birikimini elinde tutan ve kurallar koyan merkezi gücün, politik pratiklerini İslâm coğrafyası üzerinde kolayca sürdürmek için genelde İslâm’ın, özel de ise merkez-boşluk arasına yerleştirdiği Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin içini boşaltması gerekiyor. İslâm’ın içeriğini boşaltmak istiyor, çünkü onlar biliyor ki, “tarihte başka bir dini kültürün, hangi yolla olursa olsun herhangi bir Müslüman kültürün ayağını kaydırıp onun yerine geçtiği pek görülmüş bir şey değildir” Zira İslâm, inanç ve değer boyutuyla sömürgeci güçlere karşı direnişi sağlayacak emsalsiz hükümler içermektedir. Bunu çok iyi bilen egemen güç GOP çerçevesinde ilan ettiği savaşı sürdürmek ve zihniyet değişimini gerçekleştirmek için Ilımlı İslâm gibi ara vektörü devreye sokmaktadır. Buna paralel olarak özelde bu coğrafyanın kilit ülkesi olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin içini boşaltması gerekiyor, çünkü cumhuriyetin kuruluş felsefesi bütün ruhunu emperyalist karşıtı olmaktan alır. Öyleyse bu stratejinin gerçekleşmesi Türkiye’nin düşürülmesine bağlıdır. Yani esas hedef Türkiye’dir.

Ötekini tanımlayan keskin ayrımın güvenlik kavramının üzerinden yapıldığı hatırlanırsa, özgürlük ve demokrasi adına ilan edilen savaşın haritasında yer alan ülkelerin tehdit sıralamasını belirgin çizgiler üzerinden önem sırasına göre çıkarmak mümkündür. Ne var ki eziyet çekmeyelim diye CIA’ya bağlı Milli İstihbarat Konseyi Global Trend 2015 adı altında bir rapor yayınlayarak bize yardımcı oluyor! Çünkü bu raporda ülkemizle ilgili ilginç değerlendirmeler yer alıyor. Konumuzla ilgili olarak “Türkiye’de etnik ve dini sorunların artacağı” ifade ediliyor. ABD ve AB parası ile yabancı ve yerli vakıfların, diğer STK’lerin dini ve etnik konuları kurcalamak için gösterdikleri olağanüstü çaba dikkate alınırsa, ülkemize biçilen konumun ne olduğu görülür. Ülkemize yönelik olarak oluşturulan politik-stratejinin etnik boyutunu bir tarafa bırakırsak bu süreçte tasarlanan din projesinin özgürlük adı altında küresel politik temalara bürünmüş İslâm anlayışı olduğu ortaya çıkar. Bu sürecin her safhasında Ilımlı İslam üzerinden Diyalog ve Hoşgörü gibi değer içerikli etiketlerin çok teknik bir dille; siyasi iktidar ve yandaşları tarafından ince ince işlendiğini görüyoruz. Ülkemizde yıllarca sermayenin amaçlarına uygun olarak yorumlanan İslâm’ın, bizzat dini değerleri paylaştığını söyleyen insanlar tarafından küresel sermayenin amaçlarına uygun olarak yorumlanması üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.

Stratejik nöbet değişiminin yeni tanımlarından birisi olan GOP çerçevesinde tasarlanan İslâm, özel tanım ve açıklamalara tabii tutulur. Çünkü böyle bir politik proje içerisinde yer alan İslâm, küresel gücün çekici yüzünü tanımlar. Değer içerikli kavramlarla küresel politik sermayenin amaçlarına uygun dini zihniyet inşa etmek ancak böyle bir projeyle mümkün olur. Çünkü bu coğrafyada kapitalist liberal temalara uygun olarak üretilen İslâm, hem fiili saldırıdan daha etkin iş görür, hem de toplumu dönüştürür ve böler. “Yeni dönemde küresel politik gücün en büyük arzusu İslâm’ın liberal değerlere uyum içinde siyasallaşması ve kurumsallaşmasıdır” sözü bu gerçeği doğrular. Şöyle ki liberal sistemi belirleyen fikri ve politik ölçütler açısından yorumlanmış İslâm; Batılılaşmış İslâm’dır. Diğer bir deyişle ülkemizin stratejik kaynaklarını küresel istikrar için merkeze aktarmayı meşru gören İslâm; ABD’nin arzuladığı ve sunduğu İslâm anlayışıdır.

Kabul etmemiz gerekir ki dünya ölçeğinde faaliyet gösteren vurguncuların amaçlarına uygun bir İslâm anlayışını telkin eden dini etiketli bazı cemaatler, anılan projenin ekonomik ve bürokratik zeminini oluşturmuşlardır. Çünkü Batılılaşmış İslâm; Batı sömürgeciliğini değer içerikli ifadelerle meşrulaştıran kutsal aygıttır. Küresel güç açısından önemli olan ise anılan coğrafyanın ekonomik değerlerini elde etmektir. Bu gerçeği Cheney şöyle ifade ediyor: “Gelecekte nükleer füzyon ve elektrikle işleyen arabaların petrolü tahtından indirmesi bekleniyor. Ancak Ortadoğu 2050 yılına kadar stratejik etkisini sürdürecektir.” Stratejik değeri olan enerji kaynaklarını ve bu coğrafyanın dünya hâkimiyetini ele geçirme noktasında işlevsel stratejik değerini buna eklersek ABD’nin bu coğrafyayı dönüştürme ve işgal etme faaliyetini kendi amacı doğrultusunda sürdürmek istemesi doğaldır. Doğal olmayan husus: İslâm’ı özel dile çeviren bazı dini grupların bu değirmene su taşımasıdır. Böyle bir tutum sergilemek İslâm’ın bütün esaslarına aykırı olduğu halde, bunların, egemen gücün çıkarlarına uygun bir İslâm anlayışı telkin etmelerinin anlamı nedir? Herhalde bunlar, her türlü değere tasallut eden işgalcileri, barışın elçileri görüyor ve İsa Mesih adına kutsuyorlar.

Yeni Dönemin Politik Aktörleri İroniciler ve Takiyyeciler

Kapitalist kültürel mantıkla İslâm arasında bağ kurmaya çalışan ironiciler ve takiyyeciler sürekli olarak küresel ekonomik ve politik kurallardan söz ederler. Uluslararası kültürü, kutsayan bu çevreler; milli değerlerden vazgeçmeyi özgürlüğün zorunlu şartı gördüklerinden ortak tasavvur biçimlerini özgürlük adına etnik ve dini cemaatlerin özel diline çevirip, bunu demokratik toplum olmanın ölçütü sayıyorlar. Böyle bir anlayış, etnik ve dini cemaatlerle, medeniyetler arası çatışma ve diyalog arasında gidip gelen yeni tanım ve politik sınırların yerleştiği küresel politik stratejiyle birebir örtüşür. Ancak belirtmemiz gerekir ki her ne kadar bu proje küresel iktidarın diline uygun olarak paketlenmiş olsa da kapitalist-liberal sistemle İslâm arasında kurulan bağ felsefi temellerden yoksun bir görüştür. Kaldı ki bu görüş, Tanrı öldü sloganı ile sınırlarını aşan ve kendi ölümünü ilan eden Batı’nın duygusuz ve değersiz simgelerine eklenen politik görüştür. Dolayısıyla bunun da geleceği yoktur. Üstelik böyle bir düşünce din açısından da sorunludur, çünkü batının simgesel değiş tokuş sürecinde oluşturulan din, dini değerler açısından ölüdür. Yani ülkemizde sermayenin ve bürokrasinin amaçlarına uygun olarak yorumlanan İslâm anlayışının da geleceği yoktur. Ölüdür. Çünkü İslâm’ın bütün bilgi kaynakları hayatın estetiğini bozan ve içeriksizleştiren tutumlara karşı tavır almayı egemenliğin zorunlu şartı görür.

Ilımlı İslâm, özel ve stratejik bir seçimdir; özel bir seçimdir, çünkü gücü meşrulaştıran kapitalist kültürel mantığın hiyerarşik diline eklemlenen demokrasi tezinin boş ve anlamsız olduğunu saklar. Stratejik bir seçimdir, çünkü Batılı küresel güçlerin İslâm coğrafyasına yönelik stratejilerini ancak liberal temalara bürünmüş bir İslâm anlayışıyla meşrulaştırmak mümkündür. Kaldı ki liberal sistemin omurgasını teşkil eden kapitalizm ile İslâm arasında derin bir çatlak vardır. Birbiriyle çelişen temaların üst üste ve yan yana konulmasından ibarettir. Çünkü maddi güçten, güçlüden ve güçlü bireyden yana tavır koyan ve güçlülerin varlığını sürdürmesi için bunu gerekli gören liberalizm; emperyalizmin yalın ve inceltilmiş formudur. Çağımızın tipik özelliği olan yoksulların elenmesi kapitalist kültürel mantığın ürünüdür. Hâlbuki İslâm, bütün ruhuyla servetin tekelleşmesine karşıdır. Kapitalist kültürel mantığa eklemlenmiş demokrasi anlayışı da Batı’nın yaralı bilincini yansıtır. Gerçek bir demokratik sistem, milletin iradesini, katılımını, hukukun üstünlüğünü ve sosyal adaleti talep eder ve korur. Bunun dışına düşen demokrasi etiketli politik sistem sermayeyi elinde tutan kişilerin ve şirketlerin kontrolü altında olmayı zorunlu kılar. Zaten küresel politik strateji etrafında örülen dil içinde demokrasi, küresel sömürgeciliğin standartlarını benimsemek anlamında kullanılır.

Batılı güçlerin ekonomik ve teknolojik üstünlüğüne eşlik eden tarihi süreci İslâm’ın ne ölçü de sahih bir din olup olmadığına bağlayan kapitalist-liberal söylem; çarpık bir kıyasla İslâm’ı sömürgeleştirilmiş, ekonomik ve teknolojik gücün altında ezilmiş, politik sistemlerin diktatörlüğü ve beceriksizliği yüzünden aşağılanmış milletlere özgü din tanımına yerleştirir. Bunların dilinde doğu, yani İslâm coğrafyası mahkemede olduğu gibi hakkında hüküm verilen, müfredat programında olduğu gibi etüt edilen ve anlatılan, hapishanede olduğu gibi disipline edilen ve bir zooloji el kitabında olduğu gibi resmedilen bir şeydir. Böyle bir tanımın kurduğu efendi-köle ayrımı zihinlerde, uluslar arası politik dilde, hukuk ve ortak çıkarda çözülmediği sürece küresel değerlerden söz etmek mümkün değildir. Kaldı ki batılı küresel güç stratejileri üzerinde söz söyleyenlerin ürettikleri modeller ve kullandıkları dil, anılan ayrımı daha da derinleştirici özelliğe sahiptir. Kendi değer ve iddialarımızdan vazgeçmeyi telkin eden küresel egemen gücün sözcüleri geleceği şöyle tasarlarlar: “ Şimdilik liberalizme karşı meydan okuyan ideolojilerin ölü olduğunu beyan edecek olursak, liberalizmle rekabet edecek başka ideolojilerin varlığından söz etmek mümkün olabilir mi? Burada ortaya iki ihtimal çıkıyor; din ve milliyetçilik. Ne var ki tarihin sonunda tüm toplumların liberal toplumlar olması gerekmiyor. Sadece onların farklı ve daha yüksek insan toplumu biçimlerini temsil etme şeklindeki ideolojik iddialarına son vermeleri yeterlidir.” Görüldüğü üzere bize telkin edilen şey kendi varlığımızı sürdürmek için dayandığımız fikri ve milli dayanaklarımızı terk ederek küresel egemen güce eklemlenmektir.

Ilımlı İslâm; geçmişin yanlışlığını ileri sürerek günümüz dünyasında bütünleşmiş bir sistemden medet umma girişiminin biçimsiz bir görüntüsüdür. Batılı güçlerin ürettiği küresel kültürü benimseyerek evrensel modele dâhil olma eğilimini Hz. İsa’nın şahsi manevisine bağlanma ile açıklama çabası, toplumsal ve ekonomik farklılaşmayı aşmanın yolu olarak gösterilmektedir. Bu öncül hiçbir şekilde savunulamaz, çünkü liberal düşünce üzerine oturan küreselleşme dini terimlerle açıklanamaz. Hiçbir ilahi din; insanı insana yabancılaştıran küresel emperyalizmi onaylamaz. Böyle bir anlayış ilahi geleneğin tamamlayıcısı olan İslâm’ın temel maksatlarına aykırıdır. Nitekim Ilımlı İslâm anlayışını benimseyenler; Irak işgalini, İslâm coğrafyasının demokratikleşmesinin bir parçası görmüş ve yapılan katliam karşısında sessiz kalmışlardır. Belli bir dil sistemine ait olan Kur’ân her ne kadar farklı yorumlara açık olsa da, böyle bir durumu meşrulaştırıcı biçimde yorumlanamaz. Eğer böyle bir yorum Kur’ân’a dayalı olarak dile getiriliyorsa bilinmelidir ki bu doğrudan tahriftir. Politik dinciliğin ikinci tip formudur.


TUSAM

Bu Yazıyı Facebook'ta Paylaş
Tarih Bülteni

0 Yorum yapılmış.

Yorum Gönder

*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.

 

Tarih Bilgi Ambarı Copyright 2007-2009