28 Kasım 2007 Çarşamba

Ortadoğu barışı bu şartlarda çok zor


Değiştir
Muhammed H. Fadlallah


İsrail'in Annapolis öncesi Filistinliler tarafından Yahudi devleti olarak tanınmayı talep etmesi, mültecilerin dönüş hakkının ellerinden alınmasını amaçlıyordu. ABD de, İsrail'in güvenliğinin sorumluluğunu alarak, bu devletin bölgedeki Amerikan stratejisini savunmasını istiyor

Annapolis'teki Ortadoğu Konferansı hakkında yapılan konuşmalardan görünen o ki, İsrail'in siyasi tutumu, Filistin Yönetimi'nin durdurulmasını talep ettiği yerleşim birimlerinin inşasının sürmesi ve müzakerelerin sulandırılması için Filistinlilere Yahudilerin istediği güvenlik şartlarını dayatmak. Hal böyleyken İsrail parlamentosu, Filistinlilerle muhtemel çözümün gölgesinde uluslararası topluma, işgal altındaki Doğu Kudüs'ten vazgeçmenin imkânsız olduğuna yönelik açık bir mesaj gönderiyor. Bütün bunlar konferansın, Araplarla Siyonist oluşumun ilişkilerini doğallaştırma ve İsrail'e, Araplarla çekişmesinde merkezi öneme sahip Filistin sorununa çözüm arayan bir barış devleti görüntüsü verme dışında bir hedefinin bulunmadığını teyit ediyor.
'Düşman başbakan', iki tarafın konferanstan önce oluşturmaya çalıştığı ilkeler belgesine ulaşmanın şartı olarak, Filistin Yönetimi'nin
İsrail'i 'Yahudi devleti' sıfatıyla tanımasında ısrar etti. Medyanın da belirttiği gibi böyle bir tanıma, pratikte Filistinlilerin mültecilerin dönüş talebinden ödün vermesi anlamına geliyor. Zira Filistinlilerin dönüşü, Yahudilerin sayısal çoğunluklarını kaybetmelerine yol açıp demografik dengenin Filistinliler lehine değişmesi demek olacaktır.

Bunun yanı sıra, konferansa yönelik Yahudi muhalefeti de söz konusu. Bu muhalefetin iddiasına göre, konferans İsrail'in çıkarları üzerinde tehlikeli sonuçlar doğurabilirmiş.

Filistin'deki iç kavga kınanmalı

Bütün bunlar, Arapların Annapolis konferansında 'barış' dedikleri büyük çözüme ulaşabilme şansını basite indirgiyor. Peki Araplar Filistin sorunundan kurtulacak mı? Araplar ve özellikle de Filistin halkı, Arap dışişleri bakanları toplantısının, sorunun çözümü yönünde olumlu bir sonuca ulaşmak için nihai bir anlaşmanın sağlanması hususundaki faydasını sorguluyor. Çünkü söz konusu bakanlar uluslararası oyunda gerekli kozlara sahip değil; özellikle de ABD dışişleri bakanı işgal altındaki topraklara ziyaretlerinde, gerçekçi değil yok edici bir söylem kullanıp, İsrail güvenliğini intifadayla temsil edilen 'Filistin terörü'nden koruma esasına dayanmayan bir çözüme karşı çıktığını açıklamışken...

Bu durum Filistin içinde birçok çözümsüzlüğe yol açabilir ve Filistin Yönetimi intifada üyeleriyle çatışmaya girerse Filistinliler arasında birçok iç fitne yaratabilir.

Sorun Yahudilerin, Arapların bu kutsal ve tarihi sorunu savunamayacağını baz alarak, her adil çözümü çözümsüz kılmak için Batı kanalıyla harekete geçmelerinde.

Zira Araplar bu sorundan yoruldu ve mesele adeta, 'bütün Filistin'den hangi vesileyle nasıl kurtulacakları' meselesi oldu. Filistinlilere giden yardımları engelleme noktasında Amerikan yönetimine boyun eğmelerinde bunun işaretlerini gözlemliyoruz.

Öte yandan, Arafat'ın ölüm yıl dönümünde Gazze'de yapılan büyük gösteride, bir Filistin hareketinin ötekine güç gösteriminde ortaya çıkan siyasi şov kanalıyla meydana gelen vahşice katliamı kınamalıyız. Bu konuda hiçbir yetkiliyi suçlamak istemiyoruz ancak Filistinlilerin başvurduğu bu şov, sorumlu ve sorumsuz kişilerin sonraki uygulamaları ve yaptıkları hatalar, Filistin sorununu yıkıcı bir duruma götürüyor. Hal böyleyken düşman savunma bakanı Gazze'yi bombalamakla, bütün bir halka ambargo uygulamakla tehdit ediyor, Batı Şeria'da suikastlar ve saldırılar düzenleyip tutuklamalar gerçekleştiriyor.

Bizler bütün Filistinli yetkililere, insanlara şefkat göstermeleri, kurşunlarını gelişigüzel bir biçimde kendi vatandaşlarına ve özellikle de sivil kadın ve çocuklara doğrultmamaları, düşmanın ve arkasındaki küstah dünyanın tasfiyesini planladığı kutsal davanın sorumluluğunu taşımaları için sesleniyoruz. Filistin Allah'ın, bütün Filistin halkının yanı sıra bütün Arap ve Müslümanlara emaneti; bu emaneti korumaları gerek.

Diğer yandan bazı Arap yetkililer, İran'ı Irak'a müdahale etmemesi için uyarıyor, İranlıların bütün Arap dünyasıyla mücadele edecekleri bir konuma gelmeden önce iyi düşünmesi gerektiğini belirtiyor ve Tahran'ın nükleer sorun nedeniyle kendi geleceğini kurban ettiğine dikkat çekiyor. Bizler hiçbir ülkenin Irak'a şartların karmaşıklaşmasına yol açacak bir müdahalesini kabul etmezken şunu da soruyoruz: Niçin Arap yetkililer Irak'taki ABD ve Britanya müdahalesinden, bu ülkeyi işgal edip karmaşa yaratmalarından, topraklarını bazı Arap ülkelerinden beslendiği söylenen teröre bırakmalarından söz edilmiyor?

Bizler İran ve başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap ülkelerine, siyaset, güvenlik ve ekonomi alanlarında işbirliği çağrısı yapıyoruz. Özellikle de İran en büyük Körfez ülkesi sayılırken ve bazı Körfez ülkeleriyle milyarlarca dolarlık ekonomik ilişkileri bulunurken...

İran'ın nükleer dosyası açısındansa, bütün tarafların, özelikle de İran'ın ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun, bu projenin barışçıl olduğunu teyit etmesiyle birlikte diyalog kurması gerek. Bölge ülkelerinin, tüm bölgeyi tehdit eden İsrail nükleer tehlikesinden neden söz etmediğini anlayamıyoruz!
Bir başka düzlemdeyse ABD, Lübnan'a modası geçmiş eğitim uçaklarıyla yardım edeceğini açıkladı. Peki niçin onlarca yıldır İsrail'in yarattığı tehlikelerle mücadele eden bu ülkeye, kendi topraklarını ve halkını savunabilecek yeni uçaklar veya gelişmiş savunma sistemleri vermiyor da, düşman oluşuma kendisinin bile şu ana kadar kullanmadığı en yeni uçakları veriyor? Bunun tek nedeni, ABD'nin İsrail'in güvenliğinden bütün bölgenin aleyhine olacak şekilde sorumlu olması; İsrail'in bölgedeki en güçlü devlet olması isteniyor ki Arap ve Müslümanlarla mücadelede Amerikan stratejisini savunabilsin.

ABD nüfuzunu yaymak için hareket ederken, hâlâ dünyada karmaşayı artırıyor. Çözümsüzlükler üretme ve şartları içinden çıkılmaz kılma planı bu karmaşa ortamına yoğunlaşıyor. Bunu genel özgürlüklerdeki dengenin kaybolduğu birçok bölgede gözlemiyoruz. ABD'nin müttefikleri, terörle suçlanan muhalefete karşı dayatılan olağanüstü yasalar kanalıyla, halklarına daha fazla acı veriyor. Bunu Pakistan ve Afganistan'ın yanı sıra birçok noktada harekete geçen siyasi vesayet kanalıyla Lübnan'da ortaya çıkan endişe verici şartlarda görüyoruz. Hatta ABD, seçilecek Lübnan cumhurbaşkanına yeni şartlar dayatabiliyor. Bunların başında, yeni cumhurbaşkanının, direnişin silahsızlandırılmasını öngören 1559 sayılı BM kararını işleve koyacağına açıkça söz vermesi geliyor.

Lübnan futbol sahası gibi

Lübnan en tehlikeli, hassas ve çözümsüz bir süreçten geçiyor. Zira şartlar, kimsenin olumsuz sonuçlarını öngöremediği anayasal boşlukla, çözümsüz salt çoğunluk sorunu arasında gidip geliyor. Lübnanlılar hâlâ büyük Amerikalı aktörün yanı sıra, çözümde kendisine bir yer arayan Fransa'nın etkisi altında ülkenin geleceğiyle oynuyor. Vatandaşlarsa
kendi gelecekleri konusunda şaşkın.
Şu soru varlığını sürdürüyor:
Acaba, bir devletin değil de futbol sahasının başkanı rolünü oynayacak bir isim mi bekleniyor? Zira Lübnan, oyuncuların vatanla oynadığı bir
top sahasına dönüştü. Ayaklar gol kaydetmek için bu vatanı topa tutuyor...

Radikal
Tarih Bülteni

0 Yorum yapılmış.

Yorum Gönder

*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.

 

Tarih Bilgi Ambarı Copyright 2007-2009