27 Kasım 2007 Salı

Siyasi Tarih , Gelenek ve Strateji


Değiştir

Prof. Dr. Nadim MACİT

TUSAM Danışmanı



Geçmişi aydınlatmak; geleceği inşa etmenin yoludur. Türk tarihinin önemli kesitlerinden biri olan Osmanlı Devleti’nin çöküşü ve dağılışı döneminde yaşanan siyasi olayları, duruş ve tutumları aydınlatmak geleceğimizi inşa etmenin yollarından biridir. Çünkü cumhuriyetimiz, bu devletin bakiyesi üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla yıkılış ve kuruluş döneminde yaşanan siyasi olayları, siyasi duruş ve tutumları olmamış gibi saymak ya da böyle davranmak bu gün karşılaştığımız birçok hadiseyi değerlendirme yöntemimizi, daha doğrusu stratejimizi kaybetmek anlamına gelir. Bir toplumun siyasi geleneği, aynı zamanda o toplumun stratejisidir. Bu noktada anlaşılması gereken husus şu iki sorunun cevabında saklıdır:

• Egemen güçlerin taleplerine ve politik amaçlarına açık olmanın, güdümlerine girmenin ve onların taleplerine uygun davranmanın götürdüğü sonuç nedir?
• Egemen güçlerin politik-stratejik amaçlarını anlayarak politik duruş almanın ve tavır geliştirmenin götürdüğü sonuç nedir?

Gerçekten her iki tutumun kendine özgü politik dili ve yöntemi vardır. Politik dilleri birbirinden farklıdır. Egemen işgalci güçlere boyun eğmenin politik dili, egemen gücün zihniyetiyle benzeşir. Örtüşür. Onların politik dilini ve stratejik amaçlarını anlayan politik tutumda ise çelişkileri dile getirme, sorgulama, direniş ve bir milleti temsil etmenin getirdiği sorumluluk ve haysiyet vardır. Bu yönüyle Sevr, birinciye örnektir. Emperyalist güçlere karşı bağımsızlık mücadelesi de ikincisine örnektir.

Tam bu noktada cevabı aranması gereken soru şudur: Hangi politik dil veya hangi politik yöntem, egemen gücün politik dili ve stratejik amaçlarına benzemekte, onun içinde yok olmaktadır. Her ne kadar politik dilin kendine özgü mantığı olsa da, her dil düzeni, arkasındaki zihniyeti yansıtır. Bir metni oluşturan kavramların; anlam derecelerini ortaya koymak, aslında, o metnin arkasındaki zihniyeti ortaya koymaktır. Bu nedenle, siyasi tarihin dilini ve yöntemini çözümlemek, aslında, bir zihniyet çözümlemesidir. Ayrıca siyasi geleneği anlamak, yeni durumlara karşı duruş geliştirmenin yolunu gösteren strateji geliştirmektir. Bu anlamda gelecek, stratejidir.

Emperyalist Çözümün Politik Dili ve Mantığı: Sevr

Bir devletin yok edilmesi üzerine kurulan Sevr Antlaşması, emperyalist çözümün politik dilini, duruş ve tutumunu anlamanın en çarpıcı misalidir. Ancak bu antlaşma aynı zamanda egemen güçlere yaslanan iktidarların, onların vassalı mesabesinde olan siyasi ve fikri hareketlerin dilini ve tutumunu bize anlatır. Sevr Antlaşması egemen güçlerin ve vassalların politik duruşunu, dilini ve yöntemini içeren kodlarla, kalıplarla ve sicillerle doludur. Bugün egemen güçlerin politik ve stratejik amaçlarına dâhil olan, onların talepleri üzerine kapanan, kendi siyasi varlığını sürdürmek için cumhuriyetin kuruluş felsefesine karşı mevzileşen siyasi ve fikri hareketlerin dilini anlamanın yolu; siyasi geleneğimizi hatırlamak ve onu yeniden okumaktan geçer. Egemen güçlerin, ülkemizi işgal etme heves ve arzularını gösteren Sevr belgesini okumak gerekir. O dönemdeki aktörler-vassallar ilişkisini hiçbir eksikliğe yer vermeksizin bugünün aktörler-vassallar ilişkisini anlattığını görmek için belgenin tarihini bir tarafa bırakarak sadece alınan kararları okumak yeterlidir. Bu benzerlik Batılı egemen güçlerin ülkemize yönelik maksat ve tutumlarının, kullandıkları araç ve etiketlerin hiç değişmediğini, sadece söz konusu amacın yönteminin değiştiğini gösterir. Öyle ki Osmanlı Devleti’nin parçalanması sürecinde etkili olan dini, etnik ve batıcı hareketlerle bugünkü dini-etnik ve batıcı hareketlerin sözleri, duruşları ve tutumları arasında hiçbir fark yoktur.

Emperyalist Güçle Stratejik İttifak ve Sonuçları

Müttefik devletlerin her biri farklı bir rol üstlenmişti. Her birisinin Türkiye ile ilgili bir çıkarı vardı. Eğer bu çıkarlar yeterli değilse, yeni bir çıkar alanı ve ona uygun bir siyasi karar üretiliyordu. Türkiye bir taraf değil, ganimetti. Neyin, nasıl istendiğini padişah hükümetine dikte etmek yeterli idi. Mustafa Kemal önderliğindeki milliyetçi direniş hareketine gelince, bu hareket, büyük güçler için sadece bir baş ağrısıydı. Paylaşma savaşını hızlandıran güçler; Anadolu’da başlayan uyanışı haydut kelimesiyle tanımlıyorlar ve bunu engellemek için her yolu deniyorlardı. İç ve dış mahfillerse ortaya çıkan milli direnişi; maskara kelimesiyle tanımlıyorlardı. Halkların eşit hakları deyimiyle ülkeyi parçalayan güçler, kendilerince Türk olmayan bölgeleri Avrupa devletlerinin nüfuz alanları olarak görüyorlardı. Bu durum gösteriyor ki egemen gücün taleplerinin geçerli gerekçesi olmaz, daha doğrusu egemen gücün taleplerinde gerekçe aranmaz. Egemen güç, gerekçe inşa eder. Telkin eder. Bunun üzerinden amaçlarını gerçekleştirir.

Egemen işgalci güçlerin politik dilinin nasıl işlediğini görmek için 10 Ağustos 1920’de müttefik devletlerle Türkiye arasında imzalanan Sevr antlaşmasında geçen tanımlara, kodlara ve kalıplara bakmak yeterlidir. Antlaşmanın başında yer alan, bu antlaşma düşmanca eylemlerde bulunan savaşın yerini, sağlam, adaletli ve sürekli bir barışa bırakması isteği üzerine yapılmıştır, sözü görünüşte egemen güçlerin barıştan, haktan ve adaletten yana oldukları izlenimi vermektedir. Aslında Sevr antlaşmasının en ağır ifadesi budur. Çünkü bu ifade, antlaşmanın hiçbir hukuki ve ahlaki değerinin olmadığını ilan eder. Siyasi tarihin en vahşi olayları değer içerikli kavramlar üzerinden yapılmıştır. Nitekim bugün Batılı egemen güçler, İslam coğrafyasının işgalini demokrasi ve özgürlük gibi değer ifade eden kavramlar üzerinden yapmaktadır. Bu kavramların Batılı-küresel aktörler ve vassalları tarafından sıkça tekrar edilmesi, bu coğrafyada ciddi katliamların yapılacağını gösteren en açık veridir. Söz konusu işgali, aynı dille ve kavramlarla meşrulaştıranlar ise egemen gücün yerli vassallarıdır. Ülkemizde faaliyet gösteren terör hareketini örgütleyen ve destekleyen, uydurma bahânelerle Afganistan’ı ve Irak’ı işgal eden güçlerin işgalini, demokrasi ve özgürlük adına kutsayanlar, her nedense akıtılan kanı ve bunun gerekçesini hiç sorgulamıyorlar. Dini ve etnik ayrışmaları kutsuyorlar. Türk milleti ifadesinden hiç hoşlanmıyorlar. Bu duruş ve tutum, Sevr olayına zemin hazırlayan zihniyetin post-modern sürümüdür.

Egemen Gücün Karşısında Çatallanan Politik Dil

Vatan savunması için şehit olan insanları yok sayan, fakat milletin ortak kimliğine ve değerlerine saldıran insanlara karşı tepki göstermeyi demokrasi ve özgürlüğe aykırı gören siyasi dil; çatallı dildir. Şüphe yok ki bu dil; devşirmeciliğin ve vassallığın ayırt edici ve belirtici göstergesidir. Batıcı ve dini-etnik ayrışma üzerinden politika yapan siyasi hareketlerin ikili dil kullanmaları, Sevr’e götüren zihniyetle şimdiki zihniyetin buluştuğu noktadır. O dönemde faaliyet gösteren İngiliz Muhipler Cemiyeti, Kürt Teal-i Cemiyeti, İslam Teal-i Cemiyeti gibi politik hareketlerle bu gün aynı görevi sürdüren politik hareketler arasında hiçbir fark yoktur. Tarihi misyonlarını aynı dille ve iştiyakla sürdüren bu çevreler; ülkemizin daha demokrat olması için devleti küçültmenin, bazı kurumları özelleştirmenin, her etnik ve dini ayrışmayı milli eğitimin, güvenliğin ve adaletin parçası yapmanın öneminden bahsederler. Eğer böyle yapılırsa devlet sistemi ve halklar daha özgür olacak. Bu durum açıkça gösteriyor ki egemen güç-vassal ittifakının zihninde barış ve özgürlüğün anlamı: Türkiye Cumhuriyeti Devletini bağımsız devlet olmaktan çıkarmak ve egemen güçlerin kullanacağı etkili ve verimli bir araç yapmaktır. Anılan çevrelerin dilindeki demokrasi ve özgürlüğün kelime anlamı da, tanımı da budur.

Egemen Güç Hukuka Uymaz, Amaçlarına Uygun Hukuk İnşa Eder.

Uluslararası hukuk kurallarına kesinlikle uymak adına yapılan Sevr Antlaşması, bir işgalin, hukuk adına nasıl yazılı belgeye döküldüğünü gösteren politik entrikadır. Bu antlaşma da alınan kararların hiçbir fikri, hukuki ve ahlaki geçerliliği yoktur. Sevr antlaşması; bir siyasi entrikanın belgesidir. Diğer bir deyişle egemen güçlerin; kendi politik ve stratejik amaçları için uydurdukları gerekçelerin sıralandığı bir belgedir. Aslında egemen-işgalci güçlerin politik mantığı böyle işler. İşgal mantığının omurgasını şu kalıplar oluşturur:
• Osmanlı İmparatorluğu, antlaşma maddelerinde öngörülen hükümleri yerine getirmeyi şimdiden kabul eder.
• Müttefik devletlerin temsilcileri, diploması ayrıcalıklarından ve dokunulmazlıklarından yararlanacaktır.
• Osmanlı Hükümetinin alınan kararları yerine getirip getirmediği raporla yetkililere bildirilecek ve her durumdan haberdar edilecektir.
• Şimdiki ve eski sınırların saptanmasına ilişkin tutanakların doğruluğu onaylanmış örnekleri, Osmanlı makamlarının elinde bulunan haritalar, geodezik veriler, yayınlamamış olsa bile yer ölçmesi haritaları, söz konusu antlaşmanın yürürlüğe konulmasından sonra otuz gün içinde İstanbul’da, başlıca müttefik devletlerinin göstereceği ilgili komisyonların temsilcisine teslim edilecektir.

Yukarıdaki dört kalıp ve bunlara benzeyen ifadeler, işgalci hakim gücün dilini ve mağlup olan devletin güç karşısındaki halini ve mantığını özetler: İşgalci mantığın politik kalıbı şöyle dile getirilir: Türkiye, iş bu antlaşma ile bunu tamamlayan antlaşmaların ve sözleşmelerin hükümlerine, özellikle soy, din ve dil azınlıklarının haklarına dürüst biçimde saygı göstermekte kusur ederse, müttefik devletler, alınan kararları değiştirme hakkına sahiptirler. Türkiye, bu bakımdan alınacak bütün karaları kabul etmeyi şimdiden yükümlenir. (Madde 36) İşgal mantığının ötekine ilişkin diline ilişkin en çarpıcı örnekte şudur: Eskiden Osmanlı İmparatorluğuna bağlı bulunan kimi topluluklar, kendi kendilerini yönetmeye yetenekli olacakları zamana kadar, yönetimlerine bağlı bulundukları egemen gücün öğütleri ve yardımı kılavuz olmak koşuluyla, bağımsız uluslar olarak varlıkları geçici nitelikte tanınabilecek bir gelişme düzeyine erişmişlerdir. Hangi devletin güdümüne girecekleri, bu toplumların tercihine bırakılmalıdır. Bunların tercihleri göz önünde tutulmalıdır. (Madde 21) Yönetme yeteneğinden yoksun ve egemen güçlerin yol göstermesine muhtaç toplukların yetenekli görüldüğü konu; kendine yol gösterecek gücü seçme hakkıdır.

Egemen Gücün Politik Araçları: Etnik ve Dini Farklılıklar

Batılı egemen güçler dün de bugün de politikalarını dini ve etnik farklılıklar üzerinden yürütmüşlerdir. Bu politika Sevr antlaşmasında kendini şöyle açığa vurur: İş bu antlaşmanın yürürlüğe konuluşundan bir yıl sonra 62. maddede belirtilen bölgelerdeki Kürtler, bu bölgelerdeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye’den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak milletler cemiyeti konseyine başvururlarsa ve konsey de bu nüfusun bu bağımsızlığa yetenekli olduğu görüşüne varırsa bu bağımsızlığı onlara tanımayı Türkiye’de salık verirse; Türkiye bu tavsiyeye uymayı ve bölgeler üzerinde bütün haklarından ve sıfatlarından vazgeçmeyi, şimdiden kabul eder. (Madde 64) Bu maddenin federatif sistem ve yetkileri mahalli idarelere devretme şeklinde CFR tarafından siyasi iktidarlara telkin edilen görüş ve daha birçok karar yukarıdaki maddenin post-modern politik dildeki karşılığıdır.

Batılı egemen güçlerin ülkemize yönelik borçlandırma, ayartma, bağlama ve işgal etme amacı hiç değişmedi. Sevr Antlaşmasında izlenen sürecin sonucunu ifade eden kararlar şöyle dile getirilir: Türkiye aktarılan toprak üzerindeki haklarından ve sıfatlarından, karar tarihinden başlamak üzere geçerli olarak vazgeçtiğini şimdiden bildirir. (Madde 90) Osmanlı devletinden kopmuş sömürgelerin malları, bağlı bulunduğu devletin mallarının hükmüne tabidir. (Madde 108) Yine ana bünyeden kopmuş devletlerde Osmanlı Devletine ait bütün taşınır ve taşınmaz mallar karşılığı ödenmeksizin o devlete kalacaktır. (Madde 110) Daha önce faize bağlanan borçlar Osmanlı Devleti tarafından ödenecektir. Bu maddelere ek olarak bölünen ve ayrılan parçaları kendileriyle özdeşleştirmeleri ve Osmanlı Devleti şu ülkenin yararına haklarından ve sıfatlarından vazgeçer tümcesini kullanmaları işgal mantığının politik dilini göstermek için yeterlidir.

Egemen güç-vassal ittifakını anlatan şu kararlar, Batıcı, dini-etnik ayrışma üzerinden politika yapan bazı kişilerin niçin kural tanımadıklarını ve saldırgan olduklarını anlatır: “Türkiye, ister bir başka uyrukluğa geçme ister bir antlaşma hükmüyle müttefik devletlerin ya da yeni devletlerin yasaları gereğince ve bu devletlerin yetkili makamlarının kararları uyarınca kendi uyrukluğundan her hangi bir yeni uyrukluğa geçmiş ya da geçecek olanların bu uyrukluğunu tanımayı ve bu yeni uyrukluğu almalarıyla bu uyrukları asıl devletlerine karşı her bakımdan her türlü bağlılıktan kurtulmuş saymayı yükümlenir.” (Madde 128) “Türkiye’de oturanlardan hiçbiri, 1 Ağustos 1914 tarihinden sonra işbu antlaşmanın yürürlüğe girişine kadar, askerlik ya da siyasi davranışları, ya da müttefik devletlere ya da bunların uyruklarına yaptıkları her hangi bir yardımdan ötürü, hiçbir bahane ile rahatsız edilemeyecek ve incitilmeyecektir. Türkiye’de oturan bir kişiye ilişkin olarak bu nedenle, verilen herhangi bir yargı kararı tümüyle yok sayılacak ve başlamış herhangi bir kovuşturma durdurulacaktır. (Madde 137)

Geldiğimiz noktada ülkenin ortak kimliğine, tarihine, değerlerine ve kurumlarına saldıran kişilerin Batılı aktörler tarafından korunması tarihi misyonun değişmediğini gösterir. Batıcı ve İslamcı çevre milli mücadele hareketini ve öncülerini maskaralıkla itham etmiş ve çözümü mandacılıkta görmüşlerdir. Geldiğimiz nokta bundan farklı değildir. Batıcı ve İslamcı kesimin alan genişleterek devleti denetleme noktasına gelmeleri, cumhuriyete karşı muhalefetin bütün kanatlarını harekete geçirmiştir. Bunların amacı İslam etiketli ABD mandası bir devlettir. Şu andaki bütün çabalar bunu gerçekleştirmeye yöneliktir. Dolaysıyla bunların din, iman, ibadet ve özgürlük gibi kavramları dile getirmeleri siyasi amaçla ilgilidir. Gerçek anlamda dinle ve özgürlükle ilgilendikleri ve böylesi duyarlılıkları paylaştıkları söylenemez. Böyle bir duruş bir yönüyle entelektüel sıkışmışlığın diğer yönüyle kendi var oluşunu dış mahfillerle arayışın alametidir. “Diğer politik hareketlere karşı koyabilmek için abartılı kültürel kimlik edinirken Batılılaşmak” kendi toplumunu ve kültürünü eğlenceye almaktır. Son zamanlarda ilginç bir yöntemle gündeme yansıyan anayasa tartışması, AB ilerleme raporlarında dini-etnik cemaatler için önerilen hususların yasalaşmasına dönük bir girişimdir. Yani federatif devlet sistemine geçiş için ön hazırlıktır.

TUSAM

Tarih Bülteni

0 Yorum yapılmış.

Yorum Gönder

*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.

 

Tarih Bilgi Ambarı Copyright 2007-2009