3 Aralık 2007 Pazartesi

Annapolis'ten sonra ne değişti?


Değiştir
Rami G. Huri


Dengeli olmayan 'yol haritası'nı gelecekteki Filistin-İsrail müzakerelerinin köşe taşı haline getiren Annapolis konferansı, 2000'deki ikinci Camp David görüşmelerini andırıyor. ABD, Araplar ve Avrupalılar yapıcı değişim göstermezse bu süreç de kamuoyu desteği bulamayacak

ABD'nin Annapolis kentinde düzenlenen Ortadoğu barış toplantısı şaşaalı laflar, bazı şaşırtıcı yeni taahhütler, az sayıda cesur vaatlerle doluydu ve akıllara zarar bir rol dağılımı vardı; gerisi temcit pilavından farksız yığınla laf, katı duruşlar ve gına getiren başarısız diplomatik mekanizmalardı. Geride cevaplar kadar şu tür sorular kaldı: Bu ciddi bir Arap-İsrail barış girişimi miydi, yoksa Chesapeake Körfezi'nin istiridyeli kekleriyle süslenmiş bir piyes mi?

Konferanstan bir gün sonrasıyla bir gün öncesi arasında çarpıcı bir benzerlik var, zira bu toplantı hakkında ancak temel meselelere dair müzakereler başlayınca bir yargıya varabiliriz. Onca lider ve yetkiliyi, Ortadoğu'nun en önemli, radikalleştirici ve istikrarsızlaştırıcı meselesini çözecek yeni bir başlangıç için samimiyetle çaba gösterirken seyretmek etkileyiciydi. Birkaç önemli değişiklik yaşandığı ortadaydı -ABD'nin meseleye el atması, Suudi ve Suriye katılımı, barış anlaşmasını bir yıl içinde nihayetlendirmek için elden geleni yapma çağrısı. Ancak bunlar şaşaalı fakat muğlak söylemlerle ve Madrid Konferansı'ndan beri geçen 16 yılda tekrar tekrar (ve felaketler yaratarak) başarısız olan itibarsız diplomatik sürece çaresizce sığınılmasıyla büyük ölçüde etkisizleştirildi.

ABD tarafsız olabilir mi?

Annapolis sürecinin başarılı olup olmayacağının görülmesi için zamana ihtiyaç var -gerçek sınav, mülteciler, yerleşimler, Kudüs, sınırlar ve güvenlik gibi ana meselelerde sıkı pazarlıklar başladığında verilecek. İsrail Başbakanı Olmert ve Filistin Yönetimi Başkanı Abbas yeni bir şey önermedi ve katı tutumlarından taviz vermek yönünde asgari bir irade ortaya koydu. Taraflar arasındaki ortak kavrayış ve Başkan Bush'un konuşması daha önemli, ama aynı ölçüde sorunluydu.
Ortak bildiri, çözümü bakımından referans noktası olarak BM kararlarına özel bir atıfta bulunmuyor; oysa Madrid, Oslo, Taba ve Camp David gibi önceki tüm ciddi barış girişimlerinde bu vardı. Bunun yerine, her iki tarafın 'yol haritası' yükümlülüklerine uyması konusunda ABD yargıç ve hakem kılınıyor. ABD bu gözlemci rolünü daha önce de oynamış ve vahim bir biçimde çuvallamıştı. ABD'nin önceki başarısızlığı, İsrail yanlısı tavrı, diplomatik yetersizliği, kronik samimiyetsizliği ve irade zayıflığının bileşiminden kaynaklanmıştı. Bu durumda herhangi bir değişikliğin meydana gelip gelmediğini görmek önem taşıyor. En fazla birkaç ay içinde manzaranın ne olduğunu görürüz.

ABD 1970'lerden beri Ortadoğu'da tarafsız, kalıcı veya etkili arabuluculuk yapamadığını gösterdi -oysa Kuzey İrlanda'da çatışmanın sona erdirilmesine yardımcı olan parlak bir performans sergiledi. Bush'un 2005'te İsrail Başbakanı Şaron'a yazdığı mektupta İsrail'in sınırlar, yerleşimler ve mülteciler gibi konulardaki görüşünü kararlılıkla desteklemesi, Washington'ın tarafsız bir gözlemci, arabulucu ve hakem olarak kendisine biçtiği bu yeni rolü de batıracak gibi görünüyor.

Bush'un İsrail'den Yahudi halkının anavatanı olarak söz etmesi de ABD'yi mevcut tartışmada (İsrail'in bir Yahudi devleti mi, yoksa beşte birlik Hıristiyan ve Müslüman Arap nüfusu da dahil, bütün vatandaşların devleti mi olduğu tartışması) İsrail'in safına yerleştiriyor. 'Yahudi devleti' kavramı, BM kararları uyarınca Filistinli mültecilerin haklarının geri verilmesi konusunda hiçbir anlaşmaya varılamayacağının da iması gibi görünüyor.

2003'teki 'yol haritasını', ilerideki diplomatik sürecin köşe taşı haline getirmek son derece faydasız. Yol haritasının (ve onu himaye eden ABD, AB, BM ve Rusya'dan menkul Ortadoğu Dörtlüsü'nün) boş, etkisiz ve gerçekçilikten uzak olduğu görüldü. Annapolis tarafları için uygulamada daha önce defalarca başarısız olmuş adımları tekrar gündeme getirmek, amatörce diplomasiden başka bir şey değil.

'Bir yıl' taahhüdü romantik

Yol haritası hiçbir bakımdan dengeli ve sarih bir belge değil. Yerleşimlerin yayılması ve terör gibi kilit konularda İsrailliler ve Filistinlilerce çok farklı yorumlandı -uygulanamamasının kısmi izahı da bu. ABD ve İsrail'in egemen olduğu dörtlü tepeden tırnağa başarısız olduysa, ABD'nin süreci tek başına himaye etmesinin işleri daha kötüleştireceği neredeyse kesin demektir -hele hele İsrail yanlısı histerik ifadelerin havada uçuşacağı bir başkanlık seçimi döneminde.

Yorulmaksızın müzakere etme ve bir yıl içinde nihai barış anlaşmasına ulaşma taahhüdü cesurca, ama müzakere edilecek temel meselelerdeki muazzam farklılıklar göz önüne alındığında romantik. Hiçbir taraf, tam ve kalıcı bir barış için gereken hayati tavizleri vereceğine dair dişe dokunur bir gönüllülük işareti göstermedi. Tarafların ciddi iç muhalefetle kısıtlı olması da cabası. Annapolis tehlikeli bir biçimde 2000'deki İkinci Camp David müzakerelerini andırıyor; o sırada da başkanlık dönemi bitmek üzere olan Clinton, Arapları ve İsraillileri hazır olmadıkları ve hayata geçiremeyecekleri bir müzakere sürecine alelacele itmişti.

Çoğu Filistinli ve İsrailli ihtilafın barışçı çözümünü istiyor ve ciddi, karşılıklı tavizlere de hazırlar. Üzücü olan şu ki, Annapolis tarafların böylesi bir barışa ulaşmak için gereken kamuoyu desteğini sağlamaktan aciz olduğunu bir daha kanıtlayacak gibi görünüyor. Amerikalıların, Arapların ve Avrupalıların müzakerelerdeki tavırlarında kararlı, yapıcı bir değişim göstermesi, bu sallantılı süreci kurtarabilir.

Radikal
Tarih Bülteni

0 Yorum yapılmış.

Yorum Gönder

*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.

 

Tarih Bilgi Ambarı Copyright 2007-2009