Kosova'nın nihai statüsünün belirlenmesi için uluslararası Troyka ve Kosova Müzakere Heyeti arasında gerçekleştirilen 120 günlük ek müzakereler sonuç vermedi. Aslında kimse bu müzakerelerden bir sonuç beklemiyordu. Adeta umutsuz bir hasta için yapılan tedavi denemesi gibi, yapılan son görüşmeler de Kosova'nın geleceğinin biçimlendirilmesinde karşılıklı memnuniyet olmasına fayda sağlamadı.
Kosova'nın nihai statüsünün belirlenmesi sürecinde taraflar arasında arabuluculuk yapmakla görevlendirilen uluslararası Troyka, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki Monn'a sunacağı raporun öncesinde Kosova Müzakere Heyeti ile son kez görüştü. Avrupa Birliği Büyükelçisi Wolfgang İschinger, ABD Büyükelçisi Frank Wisner ve Rusya Büyükelçisi Aleksander Botsan Karçenko, Priştine'yi ve Belgrad'ı ikna edemedi. Böylelikle "ek süre" olarak belirlenen 120 günlük süreç de -beklendiği gibi- umutsuzlukla sona erdi.
Müzakerelerin ardından Avrupa Büyükelçisi Wolfgang İschinger, "Daha önce de altını çizdiğimiz gibi müzakerelerden sonuç alınamazsa, bu tarafların başarısızlığı ve aleyhine olacaktır demiştik" dedi. İschinger gibi Wisner de, Kosova mesaisinin önemli bölümünü tamamladı. Çünkü artık Troyka’nın yaptığı veya yapabileceği herhangi bir şey kalmadı.
Müzakere sürecinde masanın taraflarından Kosova halinden memnun. Kosova Müzakere Heyeti'ne başkanlık yapan Kosova Devlet Başkanı Fatmir Sejdiu, müzakere sürecini sona ermiş olarak değerlendirdiklerini ve Kosova tarafının statüsünün belirlenmesine yönelik müzakerelerin tekrar yapılmasını kabul etmeyeceklerini belirtti.
Görüldüğü kadarı ile Kosova bundan sonra -zayıf bir ihtimal olsa da- yeni bir müzakere masasını kabul etmeyecek. Sejdiu'nun "Ahtisaari Planı'nın Kosova açısından iyi bir plan olduğu" şeklindeki sözleri ise, çok önemli. Haberlerde ve yorumlarda genelde satır aralarında geçen ve fazlaca ayrıntısına girilmeyen Ahtisaari Planı, birçok bakımdan dikkate alınmayı hak ediyor.
Finlandiya'nın eski Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari’nin Kosova için hazırladığı plan Kosova’ya bayrak, milli marş ve daha da önemlisi uluslararası anlaşmalar yapma ve uluslararası kuruluşlara üye olma hakkı veriyor.
Ahtisaari’nin planı Kosova’yı çoklu etnik bir toplum haline getirmeyi amaçlıyor. Eğer plan uygulanırsa, Kosova'da Arnavut olmayan topluluklara da önemli haklar tanınacak. Kosova'da nüfusunun %90-%95 seviyesindeki Arnavutların dışında Sırp, Türk ve Boşnak topluluklar da var. Büyük bir olasılıkla Arnavut dışı toplulukların sistemde dengeleyici rolü olacak.
Örneğin Kosova’da gelecekte azınlık partilerinin hem hükümetin kurulmasında hem de hükümet politikalarının belirlenmesinde kritik rolü olacak. Ayrıca plana göre;
Ahtisaari Planı'nda yer alan unsurları içeren bir anayasa hazırlanacak. Bu anayasanın hazırlanmasında üçü Sırp topluluğundan ve üçü de diğer küçük azınlıklardan, 21 üyeli bir anayasa komisyonu kurulacak. Anayasanın meclis tarafından kabul edilmesinden dokuz ay sonra seçimlere gidilecek.
Ahtisaari Planı yeni bir seçim sistemi de öngörüyor. Bu kapsamda 120 sandalyeli mecliste on adet Sırplar ve on adet diğer topluluklar kontenjan olacak. Bazı yasal düzenlemeler, yasa değişiklikleri ve yeni yasalar için hem meclisin hem de meclisteki azınlıkların çoğunluk oyu gerekecek. Hükümette bir Sırp bakan ve bir de diğer azınlıklardan bakan olacak. Keza bakan sayısı on ikiden fazla olduğunda, kabineye küçük azınlıklardan bir bakan ve bir bakan yardımcısı daha eklenecek.
Kosova ileride anayasada değişiklik isterse, hem meclisin üçte ikisinin, hem de küçük azınlıkları temsil eden vekillerin üçte ikisinin kabul oyu gerekecek. Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi'ndeki hakimlerin en az %15’i azınlık topluluklarından gelecek.
Kosova’nın resmi dilleri Arnavutça ve Sırpça olacak. Azınlıkların eğitim hakkına, ulusal simgelerine, diline ve alfabesine dokunulmayacak. Diğer azınlıklar ise nüfusun %10’undan fazlasını oluşturduğu yerlerde belediye meclisi başkan yardımcılığı görevini alacak. Ohri Çerçeve Anlaşması uyarınca , Kosova'da toplumunun çoklu etnik yapısı, kamu hizmetlerine yansıtılacak.
Ahtisaari Planı merkeziyetçilikten uzak bir sistem istiyor. Örneğin Sırpların yaşadığı Kuzey Mitroviça’da yüksek öğretim ve sağlık konularında yerel yönetim yetkili olacak. Sırpça eğitim veren okullarda, Sırbistan’da ilgili bakanlıklar tarafından geliştirilen kitaplar okutulacak.
Bu karmaşık sistemin işleyişi de bir gözlemciye verilecek. Uluslararası Sivil Gözlemcisi -ki aynı zamanda Avrupa Birliği'nin özel temsilcisi olacak- sistemin işleyişini denetleyecek.
Elbette en iyi plan, uygulanabilen plandır. O nedenle Ahtisaari Planı'nın Kosova'da çözümün anahtarı veya kilidi açacak sihir olduğundan umutlanmak için çok erken. Belgrad'ın boykot çağrısı yapması ihtimali dahi bu sistemi kilitler.
Kosova'nın yeni dönemde Sırpların yaşadığı bölgeleri "kendi Kosova'sı" olarak görmesi de mümkün. Acaba şu ana kadar müzakerelerde Priştine'nin yanında yer alan uluslararası toplum, yarın "Kosova" ile "Kosova'nın Kosova’sı" arasındaki sorunlar uzlaşmaya sürüklendiğinde ve "Kosova'nın Kosova’sı" da Priştine'nin bugünkü argümanlarına dayanarak aynı hukuku talep ederse, ne yapacak?
Diplomasi de -özellikle ihtilaflarda, çatışmalarda, çözümlerde ve anlaşmalarda- teamül gözetilmez. Her vaka ayrıdır. Ama güçlüler hukuku her zaman geçerlidir. Aynı şekilde "bozucu güç" de her zaman geçerlidir.
Ahtisaari Planı eksiksiz ve sorunsuz uygulanırsa, etnik tansiyonun her gün tırmandığı dünyamızda Kosova'yı geleceğin ışık saçan modeli haline getirebilir. Plan Kosova'ya bağımsızlıktan fazlasını veriyor. Bu plan hayata geçirilirse, Kosova savunması NATO'yla ve siyaseti Avrupa Birliği ile özdeş bir konuma yükselecek.
Arnavut çoğunluk şu anda sadece "bağımsızlık" ile ilgileniyor. Bağımsızlıktan sonrası henüz kimseyi ilgilendirmiyor. Ancak kutlamalar için kaldırılan şampanya kadehleri yeniden masaya bırakıldığında ve son havai fişeğin pırıltısı da gecenin karanlığında söndüğünde, Kosova soğuk gerçekle karşılaşacak.
Toronto Üniversitesi Munk Uluslararası Araştırmalar Merkezi'nden Robert C. Austin'in de tespit ettiği gibi Kosova'daki Arnavutlar Ahtisaari Planı ile büyük bir sorumluluğun altına girdi ve bu planın sadece Arnavutların arzusu ve kararlılığı ile uygulanması da mümkün değil.
Büyük bir ihtimalle NATO'nun Avrupa Ortak Kuvvetleri Komutanı görevine yeni atanan ABD'li Amiral Mark Fitzgerald'ın, Kosova Barış Gücü'nün (KFOR) Kosova'da patlak verebilecek şiddetin her çeşidine karşı koymakta kararlı olduğuna dair mesajı da aynı haklı kaygılardan kaynaklanıyor.
NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer de Kosova için "şiddete göz yummayız" demişti. Kosova'da uzlaşma sağlayamayan uluslararası toplumun, yine Kosova'da güvenliği ne derecede sağlayabileceği de şüpheli. Kosova'da belki birden belki de yavaş yavaş bir şiddet sarmalı kendisini gösterir. Belki de hiçbir şiddet eylemi olmaz. Hatta NATO'nun varlığı sayesinde Kosova hiçbir ülkenin tehdidine de maruz kalmaz. Ama kesin olan bir şey var; Kosova'da olacaklar ve yaşanacaklar hiç kimseyi tatmin etmeyecek.
Athisaari'nin bu kapsamlı ve karmaşık planı Finlandiya tarihinden süzerek çıkarmadığı muhakkak. Ahtisaari'nin planın hazırlanışında başvurduğu kaynaklar ve esinlenmeleri konusunda bir açıklaması yok. Ancak -oryantalizmin fedaileri ve küreselleşmenin muhafızları için yıkıcı ve acı bir gerçek olsa da- Ahtisaari adını verdiği bu planı Osmanlı Tarihi kitaplarından kopyalamış.
Balkanlar'daki Osmanlı barışı -Pax Ottomana-, siyasetin, sosyolojinin ve demografinin değişmez ve ortak bir kuralına dayanıyordu. Birbirileri ile çatışma potansiyeline bunun için gereken enerjiye sahip toplumların huzur ve istikrar içinde bir arada, yanyana ve iç içe yaşaması, sadece bu grupların üzerine oturacak güçlü bir otorite ile mümkündü. Baştaki otorite adaletli ve hakkaniyetli davranarak ve taraflara tavizlerini dikte ettirerek çatışmayı önlüyordu.
Osmanlı Devleti Balkanlar'da kültürlere, tarihleri, dinlere ve lisanlara saygı gösterdi. Kimseyi kimseye kırdırmadı, tutturmadı. Fakat Athisaari'nin planının Osmanlı Barış modeline kıyasla ciddi eksiklikleri var. Uluslararası gözetim, Osmanlı'nın ve Osmanlı'nın yerel kimliklere gösterdiği saygı ve uygun düzenlemeleri Ahtisaari Planı'nın hacimli bir kısmı ile ortaya konulmuş olsa da, Avrupa'nın Balkan politikasındaki kanlı parmak izleri ve gönülleri fethetmemesi, Athisaari'nin onu heyecanlandıran Osmanlı eserleri ile aynı neticeye ulaşamayacağını gösteriyor.
Türkiye açısından bakıldığında ise Kosova -ki bundan Makedonya'yı hariç düşünmek hata olur- Preşevo Vadisi'nde başlayan ve imparatorluk çökerken yine Preşevo Vadisi'nde geçici olarak yaşanan vedalaşmanın ardından, aynı sürecin muhtemelen yine Preşevo Vadisi'nde yaşanabilecek yeni etnik gerilimlerin, bölgede göstereceği vakum etkisi ile canlanması anlamına geliyor.
Kosova'daki Sırp Mitroviça ile Sırbistan'daki sınırdaş Preşevo'nun takasına kadar varabilecek gelişmeler, modern dünyanın bundan sonraki iştahı ve kabusu olabilir.
19. Asrın başlarında beliren huzursuzluk sonucunda, Yunanistan 1830'da, Sırbistan ve Romanya 1878'de Bulgaristan 1908'de ve Arnavutluk 1912’de Osmanlı Devleti'nden bağımsızlığını kazandılar.
Osmanlı Balkanlar'da ilk aldığı Makedonya'yı en son terk etti. Kabaca Bulgaristan 545 yıl, Yunanistan 400 yıl, Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Kosova ve Makedonya 539 yıl, Slovenya 250 yıl, Romanya ve Moldova 490 yıl ve Arnavutluk 435 yıl Osmanlı Devleti'nin egemenliğinde kaldı.
Birinci Balkan Savaşı 1912'de, İkinci Balkan Savaşı 1913'te yaşandı. Osmanlı Devleti, 19. Asır'da Balkanlar'da yaşadığı soykırım ve bu iki savaş ile Balkanları terk ettikten sonra, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı bütün Balkan Yarımadası'nı sarstı.
İkinci Dünya Savaşı'nın ardından gelen Soğuk Savaş döneminin devamında, Türkiye açısından 1912 ve 1913'ün doğal uzantısı olan üçüncü ve dördüncü Balkan savaşları olarak görülmeye müsait, yine soykırımlarla harmanlanmış 1992-1995 arasındaki Bosna Savaşı ve NATO'nun 1998'deki Kosova Operasyonu yaşandı.
Aslında bu savaşlar da 1364, 1389, 1396,1444 ve 1448 tarihlerindeki, Türklerin Balkanları egemenliğine almasını sağlayan savaşların da devamı ve sonucuydu.
Avrupa Balkanlar için kanlı 1990'lı yılların başlarında "Güney Doğu Avrupa" terimini hayata geçirirken, aslında Coğrafyacı Theobald Fischer'in Bulgaristan ve Arnavutluk'un bağımsızlığı ile birinci ve ikinci dünya savaşlarının öncesinde ürettiği deyimi canlandırıyordu.
İster Balkan Yarımadası isterse Güney Doğu Avrupa olsun, bu bölgede başlayan gelecekte, Avrupa destekli Arnavutlar ve Rusya destekli Slavlar iki temel kampı meydana getirirken, bölge ülkeleri de bu kamp ile ilişkileri ölçüsünde taraf olabilirler.
Bu gelişmede kabaca hesaplamalar ile Bulgaristan'daki %13, Makedonya'daki %33, Bosna-Hersek'teki %44, Arnavutluk'taki %70, Romanya'daki %5 Müslüman nüfus ve Bulgaristan'daki 725.000, Yunanistan'daki 120.000, Makedonya'daki 78.000, Romanya'daki 35.000 ve Kosova'daki 15.000, toplamda 1.1 milyon Türk kritik bir konuma sahip olabilir.
Elbette burada, Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanma sürecinde Balkanlarda McCarhty'ye göre "en az 1.7 milyon Türkün katledildiğini" yazdığını ve İngiliz gazeteci David Barchard'ın 08.09.2005'te Financial Times'ta "yaklaşık 5.5 milyon Avrupalı Müslümanın, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde, 1821-1923 yılları arasında, Hristiyan etnik-milliyetçilerinin faaliyetleri sonucu öldüğünü" belirttiğini -zorla sürülen ve göç ettirilenler hariç-bugün Balkanlar'da "Türk nüfusu açığının" en az 65 milyon olduğu sonucuna varılabilir.
Tarih Kosova'daki yeni dönem ile beraber travmalar silsilesi halindeki tarihin izlerini silemese de, tarihsel perspektifte Türklerin Balkanlarda bir daha asla 65 milyon olmayacağı, ama oynanan Balkan Ruleti'nde 1.1 milyon Türkün 65 milyondan daha fazla etkili olmasının mümkün olduğu savunulabilir.
Gelinen gün ve oluşan şartlara bakıldığı zaman, Soğuk Savaşın Balkanlar'da kesintiye uğrattığı sıcak ve zaman zaman sürek avına dönüşen sürecin yakın zamanda yeni bir bölgesel gerilime yol açması kaçınılmaz olduğu anlaşılıyor.
Sürece ve yönelimlere dikkatle bakıldığında, Kosova'da başlayan geleceğin küreselleşmeye can ve oryantalizme ömür verenler ile Türkler için farklı ve zıt anlamlara geldiği görülüyor.
Diplomatik Gözlem
Kosova'nın nihai statüsünün belirlenmesi sürecinde taraflar arasında arabuluculuk yapmakla görevlendirilen uluslararası Troyka, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki Monn'a sunacağı raporun öncesinde Kosova Müzakere Heyeti ile son kez görüştü. Avrupa Birliği Büyükelçisi Wolfgang İschinger, ABD Büyükelçisi Frank Wisner ve Rusya Büyükelçisi Aleksander Botsan Karçenko, Priştine'yi ve Belgrad'ı ikna edemedi. Böylelikle "ek süre" olarak belirlenen 120 günlük süreç de -beklendiği gibi- umutsuzlukla sona erdi.
Müzakerelerin ardından Avrupa Büyükelçisi Wolfgang İschinger, "Daha önce de altını çizdiğimiz gibi müzakerelerden sonuç alınamazsa, bu tarafların başarısızlığı ve aleyhine olacaktır demiştik" dedi. İschinger gibi Wisner de, Kosova mesaisinin önemli bölümünü tamamladı. Çünkü artık Troyka’nın yaptığı veya yapabileceği herhangi bir şey kalmadı.
Müzakere sürecinde masanın taraflarından Kosova halinden memnun. Kosova Müzakere Heyeti'ne başkanlık yapan Kosova Devlet Başkanı Fatmir Sejdiu, müzakere sürecini sona ermiş olarak değerlendirdiklerini ve Kosova tarafının statüsünün belirlenmesine yönelik müzakerelerin tekrar yapılmasını kabul etmeyeceklerini belirtti.
Görüldüğü kadarı ile Kosova bundan sonra -zayıf bir ihtimal olsa da- yeni bir müzakere masasını kabul etmeyecek. Sejdiu'nun "Ahtisaari Planı'nın Kosova açısından iyi bir plan olduğu" şeklindeki sözleri ise, çok önemli. Haberlerde ve yorumlarda genelde satır aralarında geçen ve fazlaca ayrıntısına girilmeyen Ahtisaari Planı, birçok bakımdan dikkate alınmayı hak ediyor.
Finlandiya'nın eski Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari’nin Kosova için hazırladığı plan Kosova’ya bayrak, milli marş ve daha da önemlisi uluslararası anlaşmalar yapma ve uluslararası kuruluşlara üye olma hakkı veriyor.
Ahtisaari’nin planı Kosova’yı çoklu etnik bir toplum haline getirmeyi amaçlıyor. Eğer plan uygulanırsa, Kosova'da Arnavut olmayan topluluklara da önemli haklar tanınacak. Kosova'da nüfusunun %90-%95 seviyesindeki Arnavutların dışında Sırp, Türk ve Boşnak topluluklar da var. Büyük bir olasılıkla Arnavut dışı toplulukların sistemde dengeleyici rolü olacak.
Örneğin Kosova’da gelecekte azınlık partilerinin hem hükümetin kurulmasında hem de hükümet politikalarının belirlenmesinde kritik rolü olacak. Ayrıca plana göre;
Ahtisaari Planı'nda yer alan unsurları içeren bir anayasa hazırlanacak. Bu anayasanın hazırlanmasında üçü Sırp topluluğundan ve üçü de diğer küçük azınlıklardan, 21 üyeli bir anayasa komisyonu kurulacak. Anayasanın meclis tarafından kabul edilmesinden dokuz ay sonra seçimlere gidilecek.
Ahtisaari Planı yeni bir seçim sistemi de öngörüyor. Bu kapsamda 120 sandalyeli mecliste on adet Sırplar ve on adet diğer topluluklar kontenjan olacak. Bazı yasal düzenlemeler, yasa değişiklikleri ve yeni yasalar için hem meclisin hem de meclisteki azınlıkların çoğunluk oyu gerekecek. Hükümette bir Sırp bakan ve bir de diğer azınlıklardan bakan olacak. Keza bakan sayısı on ikiden fazla olduğunda, kabineye küçük azınlıklardan bir bakan ve bir bakan yardımcısı daha eklenecek.
Kosova ileride anayasada değişiklik isterse, hem meclisin üçte ikisinin, hem de küçük azınlıkları temsil eden vekillerin üçte ikisinin kabul oyu gerekecek. Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi'ndeki hakimlerin en az %15’i azınlık topluluklarından gelecek.
Kosova’nın resmi dilleri Arnavutça ve Sırpça olacak. Azınlıkların eğitim hakkına, ulusal simgelerine, diline ve alfabesine dokunulmayacak. Diğer azınlıklar ise nüfusun %10’undan fazlasını oluşturduğu yerlerde belediye meclisi başkan yardımcılığı görevini alacak. Ohri Çerçeve Anlaşması uyarınca , Kosova'da toplumunun çoklu etnik yapısı, kamu hizmetlerine yansıtılacak.
Ahtisaari Planı merkeziyetçilikten uzak bir sistem istiyor. Örneğin Sırpların yaşadığı Kuzey Mitroviça’da yüksek öğretim ve sağlık konularında yerel yönetim yetkili olacak. Sırpça eğitim veren okullarda, Sırbistan’da ilgili bakanlıklar tarafından geliştirilen kitaplar okutulacak.
Bu karmaşık sistemin işleyişi de bir gözlemciye verilecek. Uluslararası Sivil Gözlemcisi -ki aynı zamanda Avrupa Birliği'nin özel temsilcisi olacak- sistemin işleyişini denetleyecek.
Elbette en iyi plan, uygulanabilen plandır. O nedenle Ahtisaari Planı'nın Kosova'da çözümün anahtarı veya kilidi açacak sihir olduğundan umutlanmak için çok erken. Belgrad'ın boykot çağrısı yapması ihtimali dahi bu sistemi kilitler.
Kosova'nın yeni dönemde Sırpların yaşadığı bölgeleri "kendi Kosova'sı" olarak görmesi de mümkün. Acaba şu ana kadar müzakerelerde Priştine'nin yanında yer alan uluslararası toplum, yarın "Kosova" ile "Kosova'nın Kosova’sı" arasındaki sorunlar uzlaşmaya sürüklendiğinde ve "Kosova'nın Kosova’sı" da Priştine'nin bugünkü argümanlarına dayanarak aynı hukuku talep ederse, ne yapacak?
Diplomasi de -özellikle ihtilaflarda, çatışmalarda, çözümlerde ve anlaşmalarda- teamül gözetilmez. Her vaka ayrıdır. Ama güçlüler hukuku her zaman geçerlidir. Aynı şekilde "bozucu güç" de her zaman geçerlidir.
Ahtisaari Planı eksiksiz ve sorunsuz uygulanırsa, etnik tansiyonun her gün tırmandığı dünyamızda Kosova'yı geleceğin ışık saçan modeli haline getirebilir. Plan Kosova'ya bağımsızlıktan fazlasını veriyor. Bu plan hayata geçirilirse, Kosova savunması NATO'yla ve siyaseti Avrupa Birliği ile özdeş bir konuma yükselecek.
Arnavut çoğunluk şu anda sadece "bağımsızlık" ile ilgileniyor. Bağımsızlıktan sonrası henüz kimseyi ilgilendirmiyor. Ancak kutlamalar için kaldırılan şampanya kadehleri yeniden masaya bırakıldığında ve son havai fişeğin pırıltısı da gecenin karanlığında söndüğünde, Kosova soğuk gerçekle karşılaşacak.
Toronto Üniversitesi Munk Uluslararası Araştırmalar Merkezi'nden Robert C. Austin'in de tespit ettiği gibi Kosova'daki Arnavutlar Ahtisaari Planı ile büyük bir sorumluluğun altına girdi ve bu planın sadece Arnavutların arzusu ve kararlılığı ile uygulanması da mümkün değil.
Büyük bir ihtimalle NATO'nun Avrupa Ortak Kuvvetleri Komutanı görevine yeni atanan ABD'li Amiral Mark Fitzgerald'ın, Kosova Barış Gücü'nün (KFOR) Kosova'da patlak verebilecek şiddetin her çeşidine karşı koymakta kararlı olduğuna dair mesajı da aynı haklı kaygılardan kaynaklanıyor.
NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer de Kosova için "şiddete göz yummayız" demişti. Kosova'da uzlaşma sağlayamayan uluslararası toplumun, yine Kosova'da güvenliği ne derecede sağlayabileceği de şüpheli. Kosova'da belki birden belki de yavaş yavaş bir şiddet sarmalı kendisini gösterir. Belki de hiçbir şiddet eylemi olmaz. Hatta NATO'nun varlığı sayesinde Kosova hiçbir ülkenin tehdidine de maruz kalmaz. Ama kesin olan bir şey var; Kosova'da olacaklar ve yaşanacaklar hiç kimseyi tatmin etmeyecek.
Athisaari'nin bu kapsamlı ve karmaşık planı Finlandiya tarihinden süzerek çıkarmadığı muhakkak. Ahtisaari'nin planın hazırlanışında başvurduğu kaynaklar ve esinlenmeleri konusunda bir açıklaması yok. Ancak -oryantalizmin fedaileri ve küreselleşmenin muhafızları için yıkıcı ve acı bir gerçek olsa da- Ahtisaari adını verdiği bu planı Osmanlı Tarihi kitaplarından kopyalamış.
Balkanlar'daki Osmanlı barışı -Pax Ottomana-, siyasetin, sosyolojinin ve demografinin değişmez ve ortak bir kuralına dayanıyordu. Birbirileri ile çatışma potansiyeline bunun için gereken enerjiye sahip toplumların huzur ve istikrar içinde bir arada, yanyana ve iç içe yaşaması, sadece bu grupların üzerine oturacak güçlü bir otorite ile mümkündü. Baştaki otorite adaletli ve hakkaniyetli davranarak ve taraflara tavizlerini dikte ettirerek çatışmayı önlüyordu.
Osmanlı Devleti Balkanlar'da kültürlere, tarihleri, dinlere ve lisanlara saygı gösterdi. Kimseyi kimseye kırdırmadı, tutturmadı. Fakat Athisaari'nin planının Osmanlı Barış modeline kıyasla ciddi eksiklikleri var. Uluslararası gözetim, Osmanlı'nın ve Osmanlı'nın yerel kimliklere gösterdiği saygı ve uygun düzenlemeleri Ahtisaari Planı'nın hacimli bir kısmı ile ortaya konulmuş olsa da, Avrupa'nın Balkan politikasındaki kanlı parmak izleri ve gönülleri fethetmemesi, Athisaari'nin onu heyecanlandıran Osmanlı eserleri ile aynı neticeye ulaşamayacağını gösteriyor.
Türkiye açısından bakıldığında ise Kosova -ki bundan Makedonya'yı hariç düşünmek hata olur- Preşevo Vadisi'nde başlayan ve imparatorluk çökerken yine Preşevo Vadisi'nde geçici olarak yaşanan vedalaşmanın ardından, aynı sürecin muhtemelen yine Preşevo Vadisi'nde yaşanabilecek yeni etnik gerilimlerin, bölgede göstereceği vakum etkisi ile canlanması anlamına geliyor.
Kosova'daki Sırp Mitroviça ile Sırbistan'daki sınırdaş Preşevo'nun takasına kadar varabilecek gelişmeler, modern dünyanın bundan sonraki iştahı ve kabusu olabilir.
19. Asrın başlarında beliren huzursuzluk sonucunda, Yunanistan 1830'da, Sırbistan ve Romanya 1878'de Bulgaristan 1908'de ve Arnavutluk 1912’de Osmanlı Devleti'nden bağımsızlığını kazandılar.
Osmanlı Balkanlar'da ilk aldığı Makedonya'yı en son terk etti. Kabaca Bulgaristan 545 yıl, Yunanistan 400 yıl, Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Kosova ve Makedonya 539 yıl, Slovenya 250 yıl, Romanya ve Moldova 490 yıl ve Arnavutluk 435 yıl Osmanlı Devleti'nin egemenliğinde kaldı.
Birinci Balkan Savaşı 1912'de, İkinci Balkan Savaşı 1913'te yaşandı. Osmanlı Devleti, 19. Asır'da Balkanlar'da yaşadığı soykırım ve bu iki savaş ile Balkanları terk ettikten sonra, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı bütün Balkan Yarımadası'nı sarstı.
İkinci Dünya Savaşı'nın ardından gelen Soğuk Savaş döneminin devamında, Türkiye açısından 1912 ve 1913'ün doğal uzantısı olan üçüncü ve dördüncü Balkan savaşları olarak görülmeye müsait, yine soykırımlarla harmanlanmış 1992-1995 arasındaki Bosna Savaşı ve NATO'nun 1998'deki Kosova Operasyonu yaşandı.
Aslında bu savaşlar da 1364, 1389, 1396,1444 ve 1448 tarihlerindeki, Türklerin Balkanları egemenliğine almasını sağlayan savaşların da devamı ve sonucuydu.
Avrupa Balkanlar için kanlı 1990'lı yılların başlarında "Güney Doğu Avrupa" terimini hayata geçirirken, aslında Coğrafyacı Theobald Fischer'in Bulgaristan ve Arnavutluk'un bağımsızlığı ile birinci ve ikinci dünya savaşlarının öncesinde ürettiği deyimi canlandırıyordu.
İster Balkan Yarımadası isterse Güney Doğu Avrupa olsun, bu bölgede başlayan gelecekte, Avrupa destekli Arnavutlar ve Rusya destekli Slavlar iki temel kampı meydana getirirken, bölge ülkeleri de bu kamp ile ilişkileri ölçüsünde taraf olabilirler.
Bu gelişmede kabaca hesaplamalar ile Bulgaristan'daki %13, Makedonya'daki %33, Bosna-Hersek'teki %44, Arnavutluk'taki %70, Romanya'daki %5 Müslüman nüfus ve Bulgaristan'daki 725.000, Yunanistan'daki 120.000, Makedonya'daki 78.000, Romanya'daki 35.000 ve Kosova'daki 15.000, toplamda 1.1 milyon Türk kritik bir konuma sahip olabilir.
Elbette burada, Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanma sürecinde Balkanlarda McCarhty'ye göre "en az 1.7 milyon Türkün katledildiğini" yazdığını ve İngiliz gazeteci David Barchard'ın 08.09.2005'te Financial Times'ta "yaklaşık 5.5 milyon Avrupalı Müslümanın, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde, 1821-1923 yılları arasında, Hristiyan etnik-milliyetçilerinin faaliyetleri sonucu öldüğünü" belirttiğini -zorla sürülen ve göç ettirilenler hariç-bugün Balkanlar'da "Türk nüfusu açığının" en az 65 milyon olduğu sonucuna varılabilir.
Tarih Kosova'daki yeni dönem ile beraber travmalar silsilesi halindeki tarihin izlerini silemese de, tarihsel perspektifte Türklerin Balkanlarda bir daha asla 65 milyon olmayacağı, ama oynanan Balkan Ruleti'nde 1.1 milyon Türkün 65 milyondan daha fazla etkili olmasının mümkün olduğu savunulabilir.
Gelinen gün ve oluşan şartlara bakıldığı zaman, Soğuk Savaşın Balkanlar'da kesintiye uğrattığı sıcak ve zaman zaman sürek avına dönüşen sürecin yakın zamanda yeni bir bölgesel gerilime yol açması kaçınılmaz olduğu anlaşılıyor.
Sürece ve yönelimlere dikkatle bakıldığında, Kosova'da başlayan geleceğin küreselleşmeye can ve oryantalizme ömür verenler ile Türkler için farklı ve zıt anlamlara geldiği görülüyor.
Diplomatik Gözlem
0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.