Prof. Dr. Nadim MACİT - TUSAM Danışmanı
Dünya devleti / Tanrı Krallığı anlatım açısından farklı, içerik açısından aynıdır. İkisinin arasındaki fark; birisi bunu dünyevi, diğeri din diliyle temellendirir. Dünyanın geleceğine ilişkin her iki tasavvur biçimi, bazı önemli farklılıklarla birlikte aynı kapıya çıkar. Dünya devleti fikri, dini-politik bir mesele olup, bu tasavvurun arkasında Yahudi ve Hıristiyan inançları ve bunların emperyalist amaçları yatmaktadır. Çünkü Tanrı Krallığı inancı ve bunu gerçekleştirme yöntemi “Dünya Devleti” düşüncesiyle birebir örtüşür.
Tanrı Krallığı meselesi, Mesih’in yeryüzüne yeniden dönüşü inancıyla bağlantılıdır. Yahudilik açısından beklenen Mesih, Davut soyundan gelecek ve Yahudileri kurtaracaktır. (Mezmurlar, Bab:17, 18) Bu olayın gerçekleşeceği yer; Ortadoğu’dur. Özellikle Kudüs ve çevresidir. Bu bağlamda Kutsal Mabet’in yeniden inşa edilmesi, Kudüs merkezli teolojik bir hedeftir. “Davut’’un tahtında oturan, yarış atlarına ve diğer atlara binen krallar ve prensler Kudüs’ün kapılarından girecekler” (Yeremya 17/25) Keza Yahudilerle diğerleri arasında olacağı beklenen Armagedon savaşı da yine Ortadoğu’da gerçekleşecektir. Buna göre Yahudi Mesihçiliği vaat edilmiş topraklarda İsrail Krallığının yeniden kurulmasıdır. Bu inanca göre Mesih ortaya çıkmadan önce dinsizlik ve ahlaksızlık hâkim olacak, Tanrı düşmanı olan kuvvetler Kudüs’e hücum edecek, insanlarda utanma duygusu azalacak, büyüklere saygı kalmayacaktır. Kudüs harap olacaktır. Mesih gelerek Yahudi Krallığını yeniden kuracak ve bütün insanlığa hükmedecektir. Hz. Davut’un tahtına oturarak dünyayı yönetecektir. Bu taht Sion tepesinde bulunacaktır.
Hıristiyanlık açısından Mesih’in yeniden dünyaya dönüşü biraz farklıdır. Vatikan’a göre: “Misyoner faaliyetin süresi Mesih’in ilk gelişi ile ikinci gelişi arasındaki zamana yayılır. Sonra kiliseler Tanrı’nın krallığına dönüşür.” Bu zaman aralığında savaşlar, depremler ve kıtlıklar nedeniyle dünya toptan çöküşe gidecektir. Son nokta ise dinsizliği temsil eden Deccal’ın egemenliğiyle gerçekleşecektir. Mesih, dünyaya gelerek hâkimiyeti ele alacak ve dünya düzenini kuracaktır. Ünlü teolog Augustin anılan inancı şöyle yorumlar: “Mesih “benim hükümdarlığım dünyada değil” dememiş, “benim hükümdarlığım bu dünyada değil” demişti. Ne demek istediği “Senin hükümdarlığın gelsin” duasında en iyi şekilde belirtilmiştir. İsa’nın vaadini inkâr etmek Hıristiyan umudunun temelini yıkmaktır.”
Bu teolojik çıkarım; kutsal kitapların şifreli diline yaslanır. Ve bu öykü köktenci Protestan akımlar tarafından daha dramatik şekilde yeniden inşa edilir. Protestan mezhebinden türeyen köktenci akımlara göre Tanrı ve İsa Mesih’in bildiği kilise sayısı vardır. Bu sayı tamamlanınca kilise göğe yükselir. Bunun akabinde türbülasyon denilen yedi yıllık kaos dönemi başlar. Roma’nın yeniden canlanışı, şeytanın gökten atılışı, Deccal’ın yönetimi, İsrail’in işgal edilmesi, Babil’in yıkılışı, sahte peygamberlerin çıkması, 144 bin Yahudi’nin ve büyük bir kalabalığın mühürlenişi bu dönemde gerçekleşir. İsa Mesih üçüncü kez dünyaya gelir ve Armagedon savaşı gerçekleşir. Bin yıllık altın çağ başlar. Bu tarih tasavvuru ABD toplumu ve yönetimi tarafından paylaşılan en yaygın inançtır.
Hıristiyan geleneğinde Mesih’in yeryüzüne dönüşü teolojik tartışmalara ve buna bağlı olarak tarih düşürmelere konu olmuştur. Yedinci Gün Adventist Kilise’si İsa’nın 1843 yahut 1844’de dünyaya döneceğine inanan William Miller’a (1782–1849) dayanır. Öngörülen tarihte İsa’nın dönüşü gerçekleşmeyince bu hareket büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Ne var ki yinede bu hareketin içinde önemli bir kesim Mesih’in yakında döneceğine inanmaya devam eder. Kitab-ı Mukaddes’in geçmişle ve gelecekle ilgili dilini şifre mantığına bağlı olarak çözme girişimleri hiç eksik olmadı. Şifre okuma ve gelecekten haber verme şeklinde tezahür eden bu inanç, kendini yeni iddialarla açığa vurmuş ve bu konuda ilginç ayrışmalar yaşanmıştır. Nitekim Victor Houteff (1885–1955) peygamberliğini ilan etmiş ve bu nedenle Yedinci Gün Adventist Kilise’sinden kovulmuştur. Milenyumcu hareketler tarihsel olarak çok sayıda olsa da Hıristiyanlık sürümündeki ana teolojik görüş Mesih’in dünyaya dönerek bir krallık kuracağı ve Kudüs’te bin yıl hüküm süreceği şeklindedir.
Kaos döneminin ilk yarısında kargaşa ve şiddet egemen olacaktır. İlk üç buçuk yıllık sürenin ardından, aslında, şeytan olan karizmatik bir kişi ortaya çıkacaktır. O da Armagedon’a, yani İsrail’de gerçekleşecek iyi ile kötü arasındaki son savaşa dek üç buçuk yıl hüküm sürecektir. (Daniel 9/ 26–27) Armagedon sırasında birçok Yahudi ölecektir. Mesih’in dünyaya inmesinden sonra sağ kalan Yahudiler, inançlarını değiştirerek İsa’yı Mesihleri olarak kabul edeceklerdir. Şeytan’ın her şeyden uzak tutulacağı bin yıl yaşanacaktır. Bu bin yıl süresince savaş, açlık ve acı olmayacaktır. Altın çağ olarak hedeflenen dünya krallığı Hıristiyan mezheplerinin ortak görüşüdür. Aralarındaki fark, olayın gerçekleşme yöntemi, dönemleri, araçları ve aktörleri etrafında düğümlenir. Üçüncü bin yıl stratejisi II. Jean Paul tarafından ilan edilmiş ve ilk anda yapılması gerekenler diyalogcu kanadın katılımıyla ülkemizde gerçekleştirilmiştir.
Kaosun İşaretleri ve Dünyanın Geleceği
Binyılcılar, kaosun başladığına ilişkin işaretler sunmaktadırlar. İsrail’in 1948’de kuruluşuyla birlikte Tanrı’nın saati kuruldu. Çernobil faciası, iletişim alanında yaşanan teknolojik gelişmeler yoluyla herkesin şifrelenmesi, biyolojik teknoloji, Irak’ın işgali, Fırat’ın kuruması Mesih’in dünyaya yeniden gelişinin işaretleridir. Dünya ölçeğinde olan ve olacak şiddetli depremleri ve benzeri olayları kozmik dönüşümün habercisi sayarlar. (Daniel 12/ 14, Matta:24/17) Ayrıca dünyadaki ekonomik ve politik güç sistemlerinin giderek merkezileşmesini, dünyanın büyük bir bölümünü kandıracak şeytanın cisimleşmiş bir simgesi olarak görürler. (Daniel 7/12; Matta 24/115) Anılan olaylara ilişkin belirlenen coğrafya Ortadoğu olduğuna göre bu coğrafyada her türlü şiddeti ve kargaşayı beslemek dini bir görevdir.
Kaosun yaygınlaşması, İsa Mesih’e bir an önce kavuşma anlamını taşımaktadır. Nitekim “kurtarıcının Sion’a dönmesi (İşaya 52/20) şeklinde dile getirilen beklenti Aziz Paul’un dilinde “kurtarıcı Sion’dan döner” (Romalılara 11/26) anlamında yorumlanır. Öyleyse bu sürece yardımcı olmak gerekir. İyilik ve kötülük güçleri arasında cereyan edecek olan bu savaş bir an evvel olup bitmelidir. Çünkü bunun ardından Mesih’in başında bulunduğu ermiş şehitlerin bin yıllık dönemi ve şeytanının bozguna uğratıldığı ve bir yeryüzü cennetinin kurulduğu dönem başlar. Her türlü şiddeti meşru gören bu anlayışın mensupları, yeni dönemin başlaması için kendilerini feda ediyorlar. Hatta bazı gruplar toptan intihar ediyorlar. Bu veriler üzerine kurulan binyılcılık aynen tarihin sonu modeli gibi ucu kapalı bir tarih bilinciyle örtüşmektedir.
Evanjelik akımın günümüz politik olaylarını Eski Ahit’e göre yorumlamaları ve İsrail’i desteklemeleri doğrudan İsa Mesih’in dönüşü inancıyla bağlantılıdır. Filistin topraklarında Müslümanların kutsal yerlerini yıkarak üçüncü tapınağı inşa etme eğilimi böyle bir kehanetin ürünüdür. Evanjelist yoruma göre bu savaşın aktörleri ABD ve İsrail’dir. Bu çıkarım salt politik bir mesele değil, aynı zaman da teolojiktir. “Judeo-Hıristiyanlık İsrail devletinin varlığını teolojik olarak yorumlar ve bu görüşü: Tanrı, Yahudileri rehberliğinden hariç tutmamıştır önermesine bağlar ve şu yorumu ekler: Judeo-Hıristiyanlık düşüncesine göre ABD İsrail halkı gibi, İsrail’e aittir. Ayrıca Hıristiyan geleneği şu esasa dayanır: Bir bütün olarak kilise, Kutsal Ruh’a göre İsrail’dir. Hıristiyan kilisesi Kutsal Ruh’a göre kendini İsrail olarak tanımlar. Bu gerçek uzun süre unutulmuş olsa bile, Hıristiyanlığın, kökleri Yahudi kökünden gelir.” Teolojik gerekçelere giydirilen bu ifadeler karşılığını İsrail’in yaptığı işler Tanrı’nın onayladığı işlerdir sözünde bulur.
Kudüs’ü kim işgal edecek? Deccal; kimleri temsil ediyor?
İsa Mesih ve ordusu adalet için savaşacaktır. Karşısında Kudüs’ü işgal edecek olan Deccal’ın ordusu bulunur. Öyleyse bu sorunun cevabı Hıristiyan ve Yahudiler açısından bellidir. “Deccal bazen Rusya, bazen Çin’dir. Fakat 11 Eylül’den sonra bunun cevabı: Müslüman ülkelerdir. Vaat edilmiş topraklar açısından bakılırsa cevap oldukça nettir.” Çünkü İslâm, Hıristiyanlığın çarpıtılmış biçimi, Hz. Muhammed ise bunu gerçekleştiren şeytandır. Türkler ise bu dinin dünya ölçeğinde yayılmasını sağlamış millettir. Burada sormak lazım, eğer kastedilen bunlar değilse, kimdir bu kötüler? Anladık Hıristiyanlar değil, ateistler mi, laikler mi?
Evanjelist anlayışa göre Mesih’in ordusunu ABD temsil ediyor. Öyleyse Hıristiyan ve Yahudilerle birlikte olmayan herkes Deccal’ın ordusudur. 1970’lerde giderek ivme kazanan bu hareket; ABD’yi yeni Kudüs yapmak peşindedir. 1976’da Amerikalıları Watergate günahından kurtarmak için dini inançlarını öne çıkaran inançlı bir Babtist, J. Carter ABD başkanı oldu. 1980’de rakibi R. Reagan başkanlığa seçilmesi Moral Majority: Ahlaki Çoğunluk diye bilinen dini-siyasi kuruluşların desteğini alarak seçildi. Bunalımlı bir ABD’den yeni bir Kudüs yaratmak isteyen Evanjelik seçmenlerin katkısı büyük oldu. 1970’li yıllarda ABD’de giderek yaygınlaşan bu anlayış, toplumun tüm kesimlerine yansıdı. Sadece kırsal eyaletlerde değil, şehirlerin merkezlerine doğru uzanan ve dönüştüren bu hareket, iletişim ağlarını ele geçirdi. İçlerinden bazıları J. Carter ve R. Reagan aracılığıyla Beyaz Saray’a ve yüksek kurumlara yerleştiler. İktidarın imkânlarından yararlanarak Hıristiyan değerlerine saygı üzerine kurulu bir toplum kavramını geliştirdiler.
Tam bu noktada cevaplanması gereken soru şudur: Mesih geldiğinde neyi uygulayacak? Şeriatı. Peki, hangi Şeriat’ı uygulayacaktır ve Mesih’in gelişiyle son bulacak olan nedir? Öyle anlaşılıyor ki son bulacak olan demokratik ve laik devlet anlayışlarıdır. Teokratik dünya krallığının bunun dışında bir anlamı yoktur. Bu inanca çağrı aslında teokratik dünya krallığına çağrı olduğuna göre hem ABD’nin demokrasi ve özgürlük adına mücadele verdiği hem de bu çağrı etrafında birleşen dini grupların özgürlük ve diyalog adına sergiledikleri tavır sahtedir. Çünkü ABD’nin demokratik ve insan haklarına saygılı bir devlet olduğunu söylemek oldukça zordur. Müslüman olduklarını söyleyen bazı grupların böyle bir proje etrafında niçin saf tuttuğu bellidir. Bu gruplar, ördükleri dini strateji içerisinde var olma imkânlarını batı ile ittifak etmekte görmüşlerdir. Müttefik-ruhani birlik, mücadelesini Deccal’a karşı verecektir. Bugün ülkemizde İslâm adına hareket ettiklerini ileri süren bazı grupların Türkiye’nin bağımsızlığını savunacakları yerde AB ve ABD’nin kilise merkezli stratejilerinin içinde yer almaları hem İslam’ın içini boşaltmaya hem de cumhuriyetin kuruluş felsefesini tahrip etmeye yöneliktir.
İşin garip tarafı İsevi krallığın kuruluşu, günümüzde ABD’li liderler ve iş adamları tarafından dile getirilmekte ve bu inanç, küresel siyasetin parçası yapılmaktadır. Köktenci akımların dünya tasavvuru ile küresel politik stratejinin savaş üzerine yoğunlaşmış mantığı arasında tam bir benzerlik var. Dini kehanetlere dayalı olarak beklenen Armagedon ile GOP üzerinden yapılmak istenenler aynı sonuca çıkmaktadır. İnsanlığın böyle bir döneme girdiğini söyleyenler sadece köktenci papazlar değil, ABD devletini yöneten Reagan ve Bush gibi liderlerdir. Günümüz dünyasında bunların etrafında yer alan şirketler ve politikacılar dünya krallığını gerçekleştirmek için küresel ölçekte nükleer savaşı çıkarmak peşindedirler.
Niçin, ülkemizde, bazı dini gruplar Mesih’in etrafında birleşelim çağrısı yapıyorlar? Bunun bir yerli bir de batılı nedeni bulunmaktadır. Yerli nedeni, bu çevrelerin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni İslâm’dan kopmuş bir yapı olarak görmeleridir. Batılı nedeni ise Mesih’in şahsında gerçekleşecek olan Teokratik krallığın yegâne düşmanının Türkler olmasıdır. Dini-etnik bölücülüğün içinde yer alan aydınlar tayfası her türlü cemaat despotizmini hoşgörü kelimesiyle örterken, devletin kurumlarını egemen gücün diliyle yerden yere vurmaları batı merkezli damarın uzantısıdır. Ortak bir amacın uzantısı olan bu durum bile küresel tehdidin kime yönelik olduğunu açıkça göstermektedir. “Çünkü bu krallığın kurulması için zorunlu görülen Armagedon savaşı bizim yanı başımızda olacaktır. İsrail Krallığının toprakları ise bizim Güney Doğu Anadolu bölgemizi kaplayacak kadar geniş olacaktır.” Eski Ahit’te yer alan şu metin bu ideolojinin esasını oluşturur: “O gün Rab Abramla ahdedip dedi: Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar bu diyarı... senin zürriyetine verdim.” (Tekvin, 16/18–19) Bu Tanrı’nın emridir. Evanjelist inanca göre Türkiye’nin bölünmesi Tanrı’nın emridir!
TUSAM
Dünya devleti / Tanrı Krallığı anlatım açısından farklı, içerik açısından aynıdır. İkisinin arasındaki fark; birisi bunu dünyevi, diğeri din diliyle temellendirir. Dünyanın geleceğine ilişkin her iki tasavvur biçimi, bazı önemli farklılıklarla birlikte aynı kapıya çıkar. Dünya devleti fikri, dini-politik bir mesele olup, bu tasavvurun arkasında Yahudi ve Hıristiyan inançları ve bunların emperyalist amaçları yatmaktadır. Çünkü Tanrı Krallığı inancı ve bunu gerçekleştirme yöntemi “Dünya Devleti” düşüncesiyle birebir örtüşür.
Tanrı Krallığı meselesi, Mesih’in yeryüzüne yeniden dönüşü inancıyla bağlantılıdır. Yahudilik açısından beklenen Mesih, Davut soyundan gelecek ve Yahudileri kurtaracaktır. (Mezmurlar, Bab:17, 18) Bu olayın gerçekleşeceği yer; Ortadoğu’dur. Özellikle Kudüs ve çevresidir. Bu bağlamda Kutsal Mabet’in yeniden inşa edilmesi, Kudüs merkezli teolojik bir hedeftir. “Davut’’un tahtında oturan, yarış atlarına ve diğer atlara binen krallar ve prensler Kudüs’ün kapılarından girecekler” (Yeremya 17/25) Keza Yahudilerle diğerleri arasında olacağı beklenen Armagedon savaşı da yine Ortadoğu’da gerçekleşecektir. Buna göre Yahudi Mesihçiliği vaat edilmiş topraklarda İsrail Krallığının yeniden kurulmasıdır. Bu inanca göre Mesih ortaya çıkmadan önce dinsizlik ve ahlaksızlık hâkim olacak, Tanrı düşmanı olan kuvvetler Kudüs’e hücum edecek, insanlarda utanma duygusu azalacak, büyüklere saygı kalmayacaktır. Kudüs harap olacaktır. Mesih gelerek Yahudi Krallığını yeniden kuracak ve bütün insanlığa hükmedecektir. Hz. Davut’un tahtına oturarak dünyayı yönetecektir. Bu taht Sion tepesinde bulunacaktır.
Hıristiyanlık açısından Mesih’in yeniden dünyaya dönüşü biraz farklıdır. Vatikan’a göre: “Misyoner faaliyetin süresi Mesih’in ilk gelişi ile ikinci gelişi arasındaki zamana yayılır. Sonra kiliseler Tanrı’nın krallığına dönüşür.” Bu zaman aralığında savaşlar, depremler ve kıtlıklar nedeniyle dünya toptan çöküşe gidecektir. Son nokta ise dinsizliği temsil eden Deccal’ın egemenliğiyle gerçekleşecektir. Mesih, dünyaya gelerek hâkimiyeti ele alacak ve dünya düzenini kuracaktır. Ünlü teolog Augustin anılan inancı şöyle yorumlar: “Mesih “benim hükümdarlığım dünyada değil” dememiş, “benim hükümdarlığım bu dünyada değil” demişti. Ne demek istediği “Senin hükümdarlığın gelsin” duasında en iyi şekilde belirtilmiştir. İsa’nın vaadini inkâr etmek Hıristiyan umudunun temelini yıkmaktır.”
Bu teolojik çıkarım; kutsal kitapların şifreli diline yaslanır. Ve bu öykü köktenci Protestan akımlar tarafından daha dramatik şekilde yeniden inşa edilir. Protestan mezhebinden türeyen köktenci akımlara göre Tanrı ve İsa Mesih’in bildiği kilise sayısı vardır. Bu sayı tamamlanınca kilise göğe yükselir. Bunun akabinde türbülasyon denilen yedi yıllık kaos dönemi başlar. Roma’nın yeniden canlanışı, şeytanın gökten atılışı, Deccal’ın yönetimi, İsrail’in işgal edilmesi, Babil’in yıkılışı, sahte peygamberlerin çıkması, 144 bin Yahudi’nin ve büyük bir kalabalığın mühürlenişi bu dönemde gerçekleşir. İsa Mesih üçüncü kez dünyaya gelir ve Armagedon savaşı gerçekleşir. Bin yıllık altın çağ başlar. Bu tarih tasavvuru ABD toplumu ve yönetimi tarafından paylaşılan en yaygın inançtır.
Hıristiyan geleneğinde Mesih’in yeryüzüne dönüşü teolojik tartışmalara ve buna bağlı olarak tarih düşürmelere konu olmuştur. Yedinci Gün Adventist Kilise’si İsa’nın 1843 yahut 1844’de dünyaya döneceğine inanan William Miller’a (1782–1849) dayanır. Öngörülen tarihte İsa’nın dönüşü gerçekleşmeyince bu hareket büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Ne var ki yinede bu hareketin içinde önemli bir kesim Mesih’in yakında döneceğine inanmaya devam eder. Kitab-ı Mukaddes’in geçmişle ve gelecekle ilgili dilini şifre mantığına bağlı olarak çözme girişimleri hiç eksik olmadı. Şifre okuma ve gelecekten haber verme şeklinde tezahür eden bu inanç, kendini yeni iddialarla açığa vurmuş ve bu konuda ilginç ayrışmalar yaşanmıştır. Nitekim Victor Houteff (1885–1955) peygamberliğini ilan etmiş ve bu nedenle Yedinci Gün Adventist Kilise’sinden kovulmuştur. Milenyumcu hareketler tarihsel olarak çok sayıda olsa da Hıristiyanlık sürümündeki ana teolojik görüş Mesih’in dünyaya dönerek bir krallık kuracağı ve Kudüs’te bin yıl hüküm süreceği şeklindedir.
Kaos döneminin ilk yarısında kargaşa ve şiddet egemen olacaktır. İlk üç buçuk yıllık sürenin ardından, aslında, şeytan olan karizmatik bir kişi ortaya çıkacaktır. O da Armagedon’a, yani İsrail’de gerçekleşecek iyi ile kötü arasındaki son savaşa dek üç buçuk yıl hüküm sürecektir. (Daniel 9/ 26–27) Armagedon sırasında birçok Yahudi ölecektir. Mesih’in dünyaya inmesinden sonra sağ kalan Yahudiler, inançlarını değiştirerek İsa’yı Mesihleri olarak kabul edeceklerdir. Şeytan’ın her şeyden uzak tutulacağı bin yıl yaşanacaktır. Bu bin yıl süresince savaş, açlık ve acı olmayacaktır. Altın çağ olarak hedeflenen dünya krallığı Hıristiyan mezheplerinin ortak görüşüdür. Aralarındaki fark, olayın gerçekleşme yöntemi, dönemleri, araçları ve aktörleri etrafında düğümlenir. Üçüncü bin yıl stratejisi II. Jean Paul tarafından ilan edilmiş ve ilk anda yapılması gerekenler diyalogcu kanadın katılımıyla ülkemizde gerçekleştirilmiştir.
Kaosun İşaretleri ve Dünyanın Geleceği
Binyılcılar, kaosun başladığına ilişkin işaretler sunmaktadırlar. İsrail’in 1948’de kuruluşuyla birlikte Tanrı’nın saati kuruldu. Çernobil faciası, iletişim alanında yaşanan teknolojik gelişmeler yoluyla herkesin şifrelenmesi, biyolojik teknoloji, Irak’ın işgali, Fırat’ın kuruması Mesih’in dünyaya yeniden gelişinin işaretleridir. Dünya ölçeğinde olan ve olacak şiddetli depremleri ve benzeri olayları kozmik dönüşümün habercisi sayarlar. (Daniel 12/ 14, Matta:24/17) Ayrıca dünyadaki ekonomik ve politik güç sistemlerinin giderek merkezileşmesini, dünyanın büyük bir bölümünü kandıracak şeytanın cisimleşmiş bir simgesi olarak görürler. (Daniel 7/12; Matta 24/115) Anılan olaylara ilişkin belirlenen coğrafya Ortadoğu olduğuna göre bu coğrafyada her türlü şiddeti ve kargaşayı beslemek dini bir görevdir.
Kaosun yaygınlaşması, İsa Mesih’e bir an önce kavuşma anlamını taşımaktadır. Nitekim “kurtarıcının Sion’a dönmesi (İşaya 52/20) şeklinde dile getirilen beklenti Aziz Paul’un dilinde “kurtarıcı Sion’dan döner” (Romalılara 11/26) anlamında yorumlanır. Öyleyse bu sürece yardımcı olmak gerekir. İyilik ve kötülük güçleri arasında cereyan edecek olan bu savaş bir an evvel olup bitmelidir. Çünkü bunun ardından Mesih’in başında bulunduğu ermiş şehitlerin bin yıllık dönemi ve şeytanının bozguna uğratıldığı ve bir yeryüzü cennetinin kurulduğu dönem başlar. Her türlü şiddeti meşru gören bu anlayışın mensupları, yeni dönemin başlaması için kendilerini feda ediyorlar. Hatta bazı gruplar toptan intihar ediyorlar. Bu veriler üzerine kurulan binyılcılık aynen tarihin sonu modeli gibi ucu kapalı bir tarih bilinciyle örtüşmektedir.
Evanjelik akımın günümüz politik olaylarını Eski Ahit’e göre yorumlamaları ve İsrail’i desteklemeleri doğrudan İsa Mesih’in dönüşü inancıyla bağlantılıdır. Filistin topraklarında Müslümanların kutsal yerlerini yıkarak üçüncü tapınağı inşa etme eğilimi böyle bir kehanetin ürünüdür. Evanjelist yoruma göre bu savaşın aktörleri ABD ve İsrail’dir. Bu çıkarım salt politik bir mesele değil, aynı zaman da teolojiktir. “Judeo-Hıristiyanlık İsrail devletinin varlığını teolojik olarak yorumlar ve bu görüşü: Tanrı, Yahudileri rehberliğinden hariç tutmamıştır önermesine bağlar ve şu yorumu ekler: Judeo-Hıristiyanlık düşüncesine göre ABD İsrail halkı gibi, İsrail’e aittir. Ayrıca Hıristiyan geleneği şu esasa dayanır: Bir bütün olarak kilise, Kutsal Ruh’a göre İsrail’dir. Hıristiyan kilisesi Kutsal Ruh’a göre kendini İsrail olarak tanımlar. Bu gerçek uzun süre unutulmuş olsa bile, Hıristiyanlığın, kökleri Yahudi kökünden gelir.” Teolojik gerekçelere giydirilen bu ifadeler karşılığını İsrail’in yaptığı işler Tanrı’nın onayladığı işlerdir sözünde bulur.
Kudüs’ü kim işgal edecek? Deccal; kimleri temsil ediyor?
İsa Mesih ve ordusu adalet için savaşacaktır. Karşısında Kudüs’ü işgal edecek olan Deccal’ın ordusu bulunur. Öyleyse bu sorunun cevabı Hıristiyan ve Yahudiler açısından bellidir. “Deccal bazen Rusya, bazen Çin’dir. Fakat 11 Eylül’den sonra bunun cevabı: Müslüman ülkelerdir. Vaat edilmiş topraklar açısından bakılırsa cevap oldukça nettir.” Çünkü İslâm, Hıristiyanlığın çarpıtılmış biçimi, Hz. Muhammed ise bunu gerçekleştiren şeytandır. Türkler ise bu dinin dünya ölçeğinde yayılmasını sağlamış millettir. Burada sormak lazım, eğer kastedilen bunlar değilse, kimdir bu kötüler? Anladık Hıristiyanlar değil, ateistler mi, laikler mi?
Evanjelist anlayışa göre Mesih’in ordusunu ABD temsil ediyor. Öyleyse Hıristiyan ve Yahudilerle birlikte olmayan herkes Deccal’ın ordusudur. 1970’lerde giderek ivme kazanan bu hareket; ABD’yi yeni Kudüs yapmak peşindedir. 1976’da Amerikalıları Watergate günahından kurtarmak için dini inançlarını öne çıkaran inançlı bir Babtist, J. Carter ABD başkanı oldu. 1980’de rakibi R. Reagan başkanlığa seçilmesi Moral Majority: Ahlaki Çoğunluk diye bilinen dini-siyasi kuruluşların desteğini alarak seçildi. Bunalımlı bir ABD’den yeni bir Kudüs yaratmak isteyen Evanjelik seçmenlerin katkısı büyük oldu. 1970’li yıllarda ABD’de giderek yaygınlaşan bu anlayış, toplumun tüm kesimlerine yansıdı. Sadece kırsal eyaletlerde değil, şehirlerin merkezlerine doğru uzanan ve dönüştüren bu hareket, iletişim ağlarını ele geçirdi. İçlerinden bazıları J. Carter ve R. Reagan aracılığıyla Beyaz Saray’a ve yüksek kurumlara yerleştiler. İktidarın imkânlarından yararlanarak Hıristiyan değerlerine saygı üzerine kurulu bir toplum kavramını geliştirdiler.
Tam bu noktada cevaplanması gereken soru şudur: Mesih geldiğinde neyi uygulayacak? Şeriatı. Peki, hangi Şeriat’ı uygulayacaktır ve Mesih’in gelişiyle son bulacak olan nedir? Öyle anlaşılıyor ki son bulacak olan demokratik ve laik devlet anlayışlarıdır. Teokratik dünya krallığının bunun dışında bir anlamı yoktur. Bu inanca çağrı aslında teokratik dünya krallığına çağrı olduğuna göre hem ABD’nin demokrasi ve özgürlük adına mücadele verdiği hem de bu çağrı etrafında birleşen dini grupların özgürlük ve diyalog adına sergiledikleri tavır sahtedir. Çünkü ABD’nin demokratik ve insan haklarına saygılı bir devlet olduğunu söylemek oldukça zordur. Müslüman olduklarını söyleyen bazı grupların böyle bir proje etrafında niçin saf tuttuğu bellidir. Bu gruplar, ördükleri dini strateji içerisinde var olma imkânlarını batı ile ittifak etmekte görmüşlerdir. Müttefik-ruhani birlik, mücadelesini Deccal’a karşı verecektir. Bugün ülkemizde İslâm adına hareket ettiklerini ileri süren bazı grupların Türkiye’nin bağımsızlığını savunacakları yerde AB ve ABD’nin kilise merkezli stratejilerinin içinde yer almaları hem İslam’ın içini boşaltmaya hem de cumhuriyetin kuruluş felsefesini tahrip etmeye yöneliktir.
İşin garip tarafı İsevi krallığın kuruluşu, günümüzde ABD’li liderler ve iş adamları tarafından dile getirilmekte ve bu inanç, küresel siyasetin parçası yapılmaktadır. Köktenci akımların dünya tasavvuru ile küresel politik stratejinin savaş üzerine yoğunlaşmış mantığı arasında tam bir benzerlik var. Dini kehanetlere dayalı olarak beklenen Armagedon ile GOP üzerinden yapılmak istenenler aynı sonuca çıkmaktadır. İnsanlığın böyle bir döneme girdiğini söyleyenler sadece köktenci papazlar değil, ABD devletini yöneten Reagan ve Bush gibi liderlerdir. Günümüz dünyasında bunların etrafında yer alan şirketler ve politikacılar dünya krallığını gerçekleştirmek için küresel ölçekte nükleer savaşı çıkarmak peşindedirler.
Niçin, ülkemizde, bazı dini gruplar Mesih’in etrafında birleşelim çağrısı yapıyorlar? Bunun bir yerli bir de batılı nedeni bulunmaktadır. Yerli nedeni, bu çevrelerin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni İslâm’dan kopmuş bir yapı olarak görmeleridir. Batılı nedeni ise Mesih’in şahsında gerçekleşecek olan Teokratik krallığın yegâne düşmanının Türkler olmasıdır. Dini-etnik bölücülüğün içinde yer alan aydınlar tayfası her türlü cemaat despotizmini hoşgörü kelimesiyle örterken, devletin kurumlarını egemen gücün diliyle yerden yere vurmaları batı merkezli damarın uzantısıdır. Ortak bir amacın uzantısı olan bu durum bile küresel tehdidin kime yönelik olduğunu açıkça göstermektedir. “Çünkü bu krallığın kurulması için zorunlu görülen Armagedon savaşı bizim yanı başımızda olacaktır. İsrail Krallığının toprakları ise bizim Güney Doğu Anadolu bölgemizi kaplayacak kadar geniş olacaktır.” Eski Ahit’te yer alan şu metin bu ideolojinin esasını oluşturur: “O gün Rab Abramla ahdedip dedi: Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar bu diyarı... senin zürriyetine verdim.” (Tekvin, 16/18–19) Bu Tanrı’nın emridir. Evanjelist inanca göre Türkiye’nin bölünmesi Tanrı’nın emridir!
TUSAM
0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.