Türkiye Cumhuriyeti ve Demokrasi tarihinin en önemli belgelerinden birinin 22 Haziran 1919 günü Mustafa kemal ve bir avuç asker arkadaşı tarafından yayınlanan Amasya Bildirgesi olduğunu hatırlıyoruz. Bize göre bu bildiri en az Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları ve ABD’nin Bağımsızlık Bildirileri kadar büyük bir olaydır. Bu bildiride özellikle belirtilen konu; Halkın İstanbul’a güvenmekten vazgeçip kendi hak ve menfaatlerine, geleceğine sahip çıkmak için kendi seçtiği temsilcilerden oluşan bir kurul oluşturmasıdır. Bunun için en uygun yer Sivas’tır. Sivas’ta toplanacak bir Kongrede bütün sorunlar masaya yatırılıp çözüm imkânları aranacaktır.
Bu günlerde barış görüşmelerinde Ermenilere verilmesi kesinleşmiş gibi olan “Doğu Anadolu” illerinin haklarının nasıl korunacağını araştırmak üzere Erzurum’da bir toplantı yapılacaktır. Bu toplantıya davet edilen Mustafa kemal Paşa Kongreye katılmak amacıyla Erzurum’a gidecek, seçimler tamamlanıp temsilciler Sivas’ta toplanınca o da Sivas’a gelip toplantıya katılacaktır. Bildirinin son maddesi oldukça oldukça düşündürücü ve acı bir tavsiyeyi içermektedir. Ulusun selameti bakımından bu çalışmaların gizli yürütülmesine dikkat edilmelidir. Bundan güdülen amaç tabii ki İşgal Güçleri ve onun sadık müttefiki Osmanlı Halife Sultan ve Hükümetinin engellemesini önlemektir. Nitekim gelişmeler onların ne kadar haklı ve öngörü sahibi olduklarını gösterecektir.
Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey Sivas Kongresinden önce Erzurum’da yapılması planlanan bölgesel kongreye katılmak için Amasya’dan ayrılırken (25 Haziran) İstanbul hükümeti 23 Haziran tarihli kabine toplantısında, İngilizlerin talep ve ısrarına karşı koyamayarak onu görevinden azledecektir. İçişleri Bakanı Ali Kemal Bey hiç vakit kaybetmeden aynı gün valilere gönderdiği şifreli bir emirle “Büyük bir asker olan Mustafa Kemal Paşa’nın görevinde başarısız olduğunu” bildirmişti. 26 Haziranda yayınladığı beyannamede “Milli ordu teşkil etmenin ve Müdafaai Milliye hazırlamak gibi faaliyetlerin bir felaket olduğunu” ” ilan ederek Mustafa Kemal Paşa’nın mümkünse tevkif edilip İstanbul’a gönderilmesini istemiş ve bu amaçla Elazığ valisi Ali Galip Bey görevlendirilmişti.(1)
Çok iyi bilinen bir olayda şimdi Mustafa Kemal’in hareketlerini izleyelim:
“Ayın yirmi beşinci günü, Sivas’ta bana karşı bir takım uygunsuz olaylar gelişmeye başlatıldığını öğrendim. 25/26 Haziran gecesi yaverim Cevat Abbas Bey’i çağırdım ve “Yarın sabah karanlıkta Amasya’dan güneye gideceğiz” dedim. Bu gidişimizin gizli tutularak hazırlık yapılması için emir verdim.
Bir yandan da Beşinci Tümen Komutanı ve kurmaylarımla, gizli olarak, şu önlemi kararlaştırdık; “Beşinci Tümen Komutanı, tümeninden seçme subay ve erlerle olabildiğince güçlü bir atlı piyade birliğini hemen o geceden başlayarak çabucak kuracaktı (Çünkü birlik yoktu, dağıtılmıştı). Ben, 26 Haziran sabahı karanlıkta arkadaşlarımla birlikte otomobil ile Tokat’a gitmek üzere yola çıkacaktım. Birlik, kurulur kurulmaz, Tokat üzerinden Sivas’a doğru gönderilecek ve benimle bağlantı kurulacaktı. Gidişimiz hiçbir yere telle bildirilmeyecek ve elden geldiğince Amasya’da da açığa vurulmayacaktı.”(2)
Mustafa Kemalin önündeki günlerde belirsizlikler vardır. Anadolu’ya geçeli bir ay olmuşken düşmanlar süratli davranıp onun maksat ve niyetini anlamışlar ve görevinden azlettirmişlerdir. Elinde yeterli bir askeri güç yoktur, sivil idari makamlar ona bir tuzak kurmuş beklemektedirler. Bir Kumandan olarak o “Seri davranışlarla beklenmedik bir zamanda düşmanın üzerine gitme” mecburiyetindedir. Mustafa Kemal böylece Sivas’a girer kendisine karşı kurulmak istenen tuzakları boşa çıkarır ve şehri kongre hazırlıklarıyla bırakarak Erzurum’a geçer. Ancak, Erzurum’da iken İstanbul hükümeti ile ilişkiler sertleşecek ve nihayet 8/9 Temmuz gecesi ünlü “Sine-i Millete dönme”(3) olayı gerçekleşecektir.*
Mustafa Kemal ve Rauf Beyler artık ordu mensubu değildirler. Kendilerine teklif edilen her türlü nimeti vatan ve millet sevgisi nedeniyle reddettiklerinden, emekli bile değil, ancak Müstafi (istifa etmiş) subay statüsündedirler. Hiçbir resmi görev ve sorumlulukları kalmamıştır. Erzurumlu bile değildirler. Kongreye Erzurum delegesi olarak seçilmiş olan Emekli Binbaşı Kazım ve Cevat Dursunoğlu Beylerin istifaları ile katılmaları sağlanmıştır. Mustafa Kemal’in bu kongrede Başkan seçilmesi,(4) onu bundan sonra “halk iradesinin temsilcisi” yapacaktır. 8 Temmuz gününe kadar Devlet’in temsilcisi olan Mustafa Kemal, 15 günlük bir aradan sonra 23 Temmuz’dan itibaren halkın bir bölümünün temsilcisi olarak siyasi hayata girmiş bulunmaktadır. Aynı pozisyonda askeri komutanlarla da ilişkisini kesmemiş, Anadolu’da yeni bir otoriteyi ortaya çıkarırken, bir boşluğun olmasına izin vermemiştir.
Erzurum Kongresinde Mustafa Kemal ve ordunun kongreden beklentileri şunlardır:
1. Doğu’daki Ermeni, Kuzey’’deki Rum Pontus, Güneydoğu’daki İngiliz işgaline ve İngilizlerin Kürt aşiretleri arasında yaptığı kışkırtmalara (5) karşı birlikte hareket etmeleri,
2. Sorunların sadece bölgeye ait olmayıp bütün ulusun sorunları olduğu gerçeğinin benimsenmesi,
3. Ulusun geleceği için “Milli İrade”nin ortaya çıkarılması ve bütün ülkede hâkim kılınması esasının benimsenmesidir.” (6)
4. Askerler ilk defa bir milli vatan tanımı ortaya koymuş ve milli hudutları çizmişlerdir. (Mustafa Kemal’in tanımı basittir. Bu sınır 30 Ekim 1918 tarihinde Türk süngüsünün kontrolü altındaki topraklardır. Mustafa Kemal Paşa’nın bu konudaki sözleri şöyledir:
“Gerek Erzurum Kongresinde, gerek Sivas Kongresinde Türkiye’nin milli hududunu tespit için bir esasa isnat etmek lazım geldiği vakit ben Türk süngülerinin tespit ettiği bu hattı ileri sürdüm” (7)
Erzurum Kongresinde alınan kararlardan “Milli Kuvvetlere dayanarak Milli İradeyi hâkim kılmak” ifadesi; Türk toplumu içinde Demokrasi’nin kurulması ve bunu milli kuvvetlere (yani Ordu’ya) dayanarak gerçekleştirilebileceğinin açık bir beyanıdır. Bölgesel bir Kogre olmasına rağmen Erzurum Kongresinde Yeni Türk Devleti ile birlikte yeni Türk Demokrasisinin de temelleri, ilk adımları atılmıştır diyebiliriz. Bunun yanında Türkiye’nin geleceği ile ilgili kararlar da daha netleşmeye başlamıştır.
Erzurum’dan itibaren Mustafa Kemal’in yakın arkadaşları arasına katılan eski valilerden Mazhar Müfit (Kansu) anılarında, bir gece Mustafa Kemal’in kendisine şu hususları not ettirdiğini nakleder.
“Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce de bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim. Bu bir, iki; Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır. Üç, tesettür kalkacaktır. Dört, fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir. Beş, Latin harfleri kabul edilecek…” (8)
Erzurum Kongresi öncesinde hiçbir yetkisi kalmamış Mustafa Kemal, Rauf bey ve arkadaşlarının yollarına devam etme azim ve kararlılığını göstermeleri ve başta Kolordu Komutanı Kazım (Karabekir) Paşa olmak üzere Ordu’nın yanlarında yer alması (9) Ordu’nun, tıpkı 1908 olaylarında olduğu gibi bundan sonra da iç politikanın en önemli unsuru olmaya devam edeceğinin bir işaretidir.
Mazhar Müfit, Erzurum’dan itibaren Mustafa Kemal ve arkadaşlarının özel mali işler sorumlusu olmuştur. Yalnız elindeki sınırlı bütçe tükenmiştir. Bir yerden para bulmak lazımdır. Hatta Temsil Heyeti’nin Sivas’a gidecek parası kalmamıştır. Mustafa Kemal Paşa, Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak 17 kişilik karargâhı ile İstanbul’dan ayrılırken üç aylık ödeneklerini de almışlardı. Ödenek kısa zamanda tükendiğinden Amasya’dan Erzurum’a geliş, Mustafa Kemal’in tüm askerlik hayatı boyunca biriktirdiği 800 liranın harcanmasıyla sağlanabilmişti.(10) Mustafa Kemal Paşa’nın para ile başının hoş olmadığı öteden beri bilinen bir husustur. İstanbul’dan ayrılmadan önce parasının tümüne yakın bir kısmını (3000 lira) ticaretle çoğaltmayı teklif eden uyanık bir vatandaşa kaptırması(11) bu konuda onu iyice güçsüz bırakmıştır. Buna rağmen yakınlarının bölgedeki bankalardan borç alma teklifini kesinlikle reddederek(12) davaya bağlı olmasında şüphe edilen Erzurum’un yeni valisi Reşit Paşa’nın Trabzon’dan gelirken “icap ederse Kop dağında temizlenmesi” teklifine karşı da Rize temsilcisi Hoca Necati Bey’e şu anlamlı cevabı verecektir.
“Hocam ne diyorsun, haydutlar gibi yol kesip adam mı vuracağız. Bu memlekette hükümsüz vatandaş öldürülemez. Vatandaş ancak mahkeme kararıyla cezalandırılır. Devlet adamının böyle düşünmesi lazımdır.”(13)
Bu sıkıntı içinde para sorununu yine bir askerin olağanüstü fedakârlığı çözecektir. Olayı Cevat Dursunoğlu şöyle açıklamaktadır:
“O gün Mustafa Kemal Paşa’nın yanından gelen Kazım (Dirik), arkadaşlara Paşa’nın yola çıkmasını sağlamak için bizim para temin etmek vazifemiz olduğunu hatırlattı. Hiç birimizde de para yoktu. Hepimiz kutilayemut (ölmeyecek kadar) yaşayabiliyorduk. Paşa’ya hiç olmazsa bin lira kadar bir para temin etmeliydik. İlk tedbir olarak çoluk çocuğumuzun ziynet eşyasına başvurmayı hatırladık… Heyeti faale azasından emekli Binbaşı Süleyman Bey Hızır gibi imdadımıza yetişti. Süleyman Bey “Çocuklar benim tasarruf edilmiş dokuz yüz liram var. Altmışını geçmiş bir adamım. Allahın rızasından, milletin selametinden başka hiç bir dileğim yok. Bu parayı size veririm. Fakat bu parayı verdiğimizi ne Paşa ne de başkası bilmeyecek. İleride Müdafaaai Hukuk’un parası olursa verirsiniz., olmazsa helal olsun” dedi. Hepimizin gözleri yaşarmıştı. Yüz lira da aramızda toplayarak bin lira yaptık ve Kazım Bey vasıtasıyla Paşa’ya ulaştırdık.”(14)
DİPNOTLAR :
(1) Ali Galip, Kayserili Feyzioğlu ailesindendir. 1911’de Kurmay Yarbay iken ittihatçı düşmanlığı nedeni ile istifa etmiş, bir yıl sonra Meclise mebus olarak girmiş, 3 Mayısta Elazığ valiliğine atanmıştu (Bknz. M. Kemal Öke, İngiliz Ajanı Binbaşı W.C. Noel’in Kürdistan Misyonu s.88); Belge için bknz. Atatürk Özel Arşivinden Seçmeler, s.74-81 (Ankara-1981)
(2) Söylev-I, s.29
(3) Mazhar Müfit Kansu, ezurum’dan Ölümüne Kadar, Atatürk’le Beraber-I, s.37-40 (Türk Tarih Kurumu, Ankara-1988)
* Sine-i Millete dönme, günümüzde de bazı muhalif politikacıların sakız gibi çiğnedikleri, ancak ne hikmetse bir türlü cesaret edip göze alamadıkları büyük bir olaydır.
(4) Cevat Dursunoğlu,Milli Mücadelede Erzurum, s.100-112 (Ankara-1946)
(5) Bknz. Binbaşı Noel’inm Kürdistan Misyonu
(6) Celal Bayar, Atatürk’ten Hatıralar, s.33
(7) Uluğ İğdemir, Atatürk’ün Yaşamı-I, s.131
(8) M.M. Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber-I, s.131-132, Mazhar Müfit bu sözleri mübalağaları bulup, “Vatanı kurtaralım da yeter” dediğini. Şapka inkilabından hemen sonra bir karşılaşmaları sırasında Mustafa Kemal’in kendisine kaçıncı maddedeyiz, notlarına bakıyormusun diye takıldığını anlatır. Aynı eser, s.130-132 ve (Muzaffer Erendil, İlginç Olaylar ve Anekdotlarla Atatürk, s.28-29, Gn.kur, Ankara-1988)
(9) Muzaffer Erendil, İlginç Olaylar ve Anektotlarla Atatürk, s.20, Kazım karabekir, İstiklal Harbimizin Esasları, s.65 (istanbul-1953), İstiklal Harbimiz s.98 (istiklal-1960); A.F. Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, s.98-100
(10) Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşı Mali Kaynakları, s.156 (Yapı Kredi Bankası, İkinci Baskı, İstanbul-1981)
(11) Falih Rıfkı Atay, Mustafa Kemal’in Mütareke Defteri, s.50-54 (Kültür Bakanlığı, Ankara-1981)
(12) M. M. Kansu-I, s.172-173
(13) Cevat Dursunoğlu, s.117-118
(14) Cevat Dursunoğlu, s.137-138; A. Müderrisoğlu, s.158
0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.