Ali BAYRAMOĞLU
Demokrasi talep edenlerin, demokrasinin ilkelerini benimsemesi, her özgürlük arayışı ve özgürleşme hamlesinin önkoşuludur.
Bu ülke insanları, bu ülkenin muhafazakârları, taşralıları, kara tenlileri, özgürlükten dem vuruyor, demokrasi arıyor, demokrasiyi talep ediyor.
Ne var ki demokrasi siz onu başkası için isteyebildiğiniz ölçüde demokrasidir.
Salt kendiniz için istediğiniz özgürlük, sadece kendiniz için istediğiniz demokrasi ise ya ayrıcalıkların ya siyasi-kültürel değerlerin muhafazası için kullanılan işlevsel ve faydacı kalkandan öte bir şey olmaz…
Demokrasi ne kurum ne de değer olarak “diktatoryal bir zihniyet ve düzenin doğrulayıcısı” olabilir.
Demokrasi kuru faydacılığın, biz ve siz ayrımı üzerine kurulu cemaatçiliğin hâkim olduğu yerlerde yeşermez…
Böyle durumlarda siyaset hâkim olan öfkeli, gözü dönmüş bir içe kapanma ve korku refleksinin kölesi haline gelir…
Böyle zamanlar, milliyetçiliğin “ekonomik politikası”na işaret eder, siyasetin, siyasi ilişkilerin bir rant alanı içinde ve dar hesaplaşmalar çerçevesinde vücuda gelmesini gösterir.
Böyle oldukça talepler milliyetçilik üzerinden ve dar alan siyasetine mahkum olur.
Bu siyasetin tek silahı insanların “muhayyilelerini, ufuklarını, hülyalarını askerileştiren, tek boyutlu kılan şiddettir…”
Ve sonuçta insanlar ve talepleri şiddet merkezli tek bir hücreye, toplumsalı siyasetin içine sıkıştıran örgütsel bir hücreye hapsolur.
Dün gazeteye ve bana öfke yağdı…
Kimliğim, niyetim, duruşum sorgulandı…
Sövgü de eleştiri de, doğru ve eğri, haklı ve haksız, ait olunan ve olunmayan kimliklerden dem vurdu…
Yanıtım şu:
“Haklı kimlik” yoktur...
Esas olan “haklı ve meşru talepler”dir, “haklı ve meşru duruşlar”dır.
Tarihsel, kökensel, etnik haklıyı tespit etmeye çalışmak, fiili ya da simgesel anlamda savaşmak, tek yanlı çözüm dayatmak ya da çözümsüzlük üretmek, bu çerçevede şiddet dozunu arttırarak şiddeti meşrulaştırmak anlamına gelir...
Sadece bu anlama gelir…
Belki birkaç kişinin daha farkına varmasına yarar diye, bir kez daha Foucault'nun şu sözlerinden yardım istemeli:
“...'Herhangi bir ölüm, bir çığlık, bir başkaldırı toplumun genel çıkarı karşısında değer taşımaz', 'şu ya da bu ilkenin içinde bulunduğumuz özel koşullarda anlamı olamaz' diyen adama faydacı deniyorsa eğer, benim için bu kişinin siyasetçi, tarihçi, devrimci, milliyetçi şu ya da bu haklı davanın yandaşı olmasının önemi yoktur.
Benim teorik ahlakım bunun tersidir…
Bu ahlak, tek tek ve her özgürlük arayışlarına saygılı, evrensel değerleri tahrip eden her iktidara karşı tavizsiz olmak demektir.
Bu, basit, ama zor tercihtir.
Çünkü her şeyi aynı anda sorgulamayı gerektirir. Biraz, herhangi bir sorunu şekillendiren, yönünü etkileyen 'tarih'in dışında kalmayı, biraz da bu soruna kaçınılmaz olarak sınırlar koyan 'siyaset'in gerisinde durmayı gerektirir...
Bu benim işim:
Bunu yapan ne ilk ne tek insanım. Ama onu seçen benim...”
İşte böyle…
Bu ülke insanları, bu ülkenin muhafazakârları, taşralıları, kara tenlileri, özgürlükten dem vuruyor, demokrasi arıyor, demokrasiyi talep ediyor.
Ne var ki demokrasi siz onu başkası için isteyebildiğiniz ölçüde demokrasidir.
Salt kendiniz için istediğiniz özgürlük, sadece kendiniz için istediğiniz demokrasi ise ya ayrıcalıkların ya siyasi-kültürel değerlerin muhafazası için kullanılan işlevsel ve faydacı kalkandan öte bir şey olmaz…
Demokrasi ne kurum ne de değer olarak “diktatoryal bir zihniyet ve düzenin doğrulayıcısı” olabilir.
Demokrasi kuru faydacılığın, biz ve siz ayrımı üzerine kurulu cemaatçiliğin hâkim olduğu yerlerde yeşermez…
Böyle durumlarda siyaset hâkim olan öfkeli, gözü dönmüş bir içe kapanma ve korku refleksinin kölesi haline gelir…
Böyle zamanlar, milliyetçiliğin “ekonomik politikası”na işaret eder, siyasetin, siyasi ilişkilerin bir rant alanı içinde ve dar hesaplaşmalar çerçevesinde vücuda gelmesini gösterir.
Böyle oldukça talepler milliyetçilik üzerinden ve dar alan siyasetine mahkum olur.
Bu siyasetin tek silahı insanların “muhayyilelerini, ufuklarını, hülyalarını askerileştiren, tek boyutlu kılan şiddettir…”
Ve sonuçta insanlar ve talepleri şiddet merkezli tek bir hücreye, toplumsalı siyasetin içine sıkıştıran örgütsel bir hücreye hapsolur.
Dün gazeteye ve bana öfke yağdı…
Kimliğim, niyetim, duruşum sorgulandı…
Sövgü de eleştiri de, doğru ve eğri, haklı ve haksız, ait olunan ve olunmayan kimliklerden dem vurdu…
Yanıtım şu:
“Haklı kimlik” yoktur...
Esas olan “haklı ve meşru talepler”dir, “haklı ve meşru duruşlar”dır.
Tarihsel, kökensel, etnik haklıyı tespit etmeye çalışmak, fiili ya da simgesel anlamda savaşmak, tek yanlı çözüm dayatmak ya da çözümsüzlük üretmek, bu çerçevede şiddet dozunu arttırarak şiddeti meşrulaştırmak anlamına gelir...
Sadece bu anlama gelir…
Belki birkaç kişinin daha farkına varmasına yarar diye, bir kez daha Foucault'nun şu sözlerinden yardım istemeli:
“...'Herhangi bir ölüm, bir çığlık, bir başkaldırı toplumun genel çıkarı karşısında değer taşımaz', 'şu ya da bu ilkenin içinde bulunduğumuz özel koşullarda anlamı olamaz' diyen adama faydacı deniyorsa eğer, benim için bu kişinin siyasetçi, tarihçi, devrimci, milliyetçi şu ya da bu haklı davanın yandaşı olmasının önemi yoktur.
Benim teorik ahlakım bunun tersidir…
Bu ahlak, tek tek ve her özgürlük arayışlarına saygılı, evrensel değerleri tahrip eden her iktidara karşı tavizsiz olmak demektir.
Bu, basit, ama zor tercihtir.
Çünkü her şeyi aynı anda sorgulamayı gerektirir. Biraz, herhangi bir sorunu şekillendiren, yönünü etkileyen 'tarih'in dışında kalmayı, biraz da bu soruna kaçınılmaz olarak sınırlar koyan 'siyaset'in gerisinde durmayı gerektirir...
Bu benim işim:
Bunu yapan ne ilk ne tek insanım. Ama onu seçen benim...”
İşte böyle…
0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.