Demokratik ülkelerde kamuoyu büyük dış politika kararlarında çok etkilidir. Kamuoyunun hakim unsurları sivil toplum ve medyanın Türk-Amerikan ilişkilerinde de ağırlığı giderek artıyor.
Eskiden daha ziyade elitler arası özel bağlantılarla yürütülen ilişkiler şimdi yoğun bir medya ve sivil toplum merceği altında. Demokratikleşmeye paralel olarak özellikle Türkiye cenahında işler çok değişti.
Kamuoyu, ülkelerin bazen çıkarına bazen aleyhine eylemleri teşvik edebilir. Olumlu tesire örnek olarak Amerika'daki Ermeni tasarısı olayı gösterilebilir. Şimdiye kadar hiçbir telkin ve baskıya boyun eğmeyen tasarının başhamisi Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi geçen hafta biraz sendelediyse, bunda en büyük pay Amerikan kamuoyunun. 'Irak'ta askerlerimiz Türkiye'nin müttefikliğine muhtaçken soykırım tasarısıyla Türkleri kızdırmaya ne gerek var?' şeklinde özetlenebilecek yaklaşım, ABD'nin Washington Post ve Wall Street Journal gibi önde gelen gazetelerinde, ulusal televizyon haber ve yorum programlarında yüksek sesle işlendi. Dolayısıyla Amerikan Ermeni lobisinin kamuoyu oluşturma kabiliyeti daha geniş kitlelerin (soykırım iddialarına değil) zamanlamaya muhalefetiyle ivme kaybetti.
Pelosi'nin büsbütün pes ettiği söylenemez. Bu hafta tasarının destekçileriyle bir toplantı yapacakmış. Ama artık partisinin tabanını eskisi kadar sağlam tutamayacaktır. Çünkü Amerikan kamuoyunca milli güvenlik konularında zaten zayıf bulunan Demokratlar'ın en azından bir kısmı, 2008 seçimlerini düşünerek, normalde sessiz sedasız geçeceğini sandıkları bu tasarıya desteklerini çekecektir. Bu nedenle tasarının şu sıralar genel kurula gelse dahi geçmesine eskisi kadar yüksek ihtimal verilmiyor.
Amerikan kamuoyu, ulusal çıkarlarının nerede olduğunu ülkenin üç numaralı koltuğundaki kişiden çok daha iyi okudu, aklıselime işaret etti. Ancak kamuoyu, dış politikaya her zaman böyle olumlu tesir icra etmiyor. Şu sıralar PKK'dan intikam ve Amerika'ya tepki saikiyle hükümeti aşırı sert hamlelere yönlendiren bazı Türk kamuoyu hareketleri bu cümleden sayılabilir.
Aslında Türk devletinin iç istişare halkalarında makuliyet ağır basıyor. Kuzey Irak'a büyük bir askerî müdahalenin hem diplomatik hem askerî açıdan yanlış olacağı biliniyor. Ama kamuoyundaki sertlik çağrıları duymazdan gelinirse hükümetin de ordunun karizması çizilecek. Devlet sesini yükselterek belki de taviz koparmak isterken üzerine daha fazla uluslararası baskı çekiyor. Şu halde Kuzey Irak'a girersek, neredeyse tüm dünyayı karşımıza almış olacağız! Kim var arkamızda Allah aşkına, Suriye'ye mi güveniyoruz?
Türkiye güçsüzdür demiyorum. Gerekirse yedi düvelle savaşmasını ve kazanmasını bilir. Ama operasyonel getirisi çok şüpheli, daha önce defalarca yapıldığı halde verim alınamamış bir hamleyi, hele uluslararası kamuoyu ve konjonktür bu derece aleyhimizde iken yapmak zorunda mıyız? Washington'da Türkiye'yi bilenler arasında tezkerenin ardından yaygın kanaat, olsa olsa Kuzey Irak'a noktasal operasyonlar yapılacağı, büyük bir maceradan kaçınılacağı yönünde. Peki neticede yapılacak buysa, o kadar gürültü çıkarmaya ne gerek var? Bir çırpıda yapardınız, olur biterdi, kimse de fazla itiraz edemezdi.
Bugün Türkiye'nin iç ve dış siyasi istikrarını en çok tehdit eden Kuzey Irak'taki fiilî durum sadece ABD'nin ve Irak'ın aymazlığından kaynaklanmıyor. Bizim de sorumluluğumuz var. Bush'un gayrimueşru savaşına sınırsız destek veriyor duruma düşmemek için 1 Mart 2003 tezkeresinin karşılığında Kuzey Irak'taki hadiselerin kontrolünü bize vaat eden Mutabakat Muhtırası'nı reddetmedik mi? Bir tercih yaptık, şimdi bedelini ödüyoruz. İnisiyatifi Iraklı Kürtlere hediye eden, ABD'yi Barzani gibilerine muhtaç bırakan biziz. Şimdi Iraklı Kürtler de PKK belasıyla bedava cedelleşmek istemiyor. Karşılığında Kerkük'ü tapularına geçirmelerine karışmamamızı, hatta belki ileride kurmayı hayal ettikleri devlete ses çıkarmamamızı talep ediyorlar. Üstelik aynen Türk düşmanı milliyetçi Ermeniler gibi milliyetçi Kürtler de dünya kamuoyunun ekseriyetini kendilerinin mazlum, Türkiye'nin mütecaviz olduğuna ikna etmiş durumda.
Jeostratejik konumumuz ve Batı'yla müstesna ilişkimiz ABD gibi bölgemize müdahil bazı ülkeler için Türkiye'yi hâlâ vazgeçilmez kılıyor olabilir. Ancak modern dünyada kamuoyu ve ekonomi gibi yumuşak cephelerde var olmaksızın nihai netice alınamıyor. Yabancı ülkelere nazınızı geçirmenin en etkili yolu bu. Mesela ABD'ye lehinizde bir şey yaptıracaksanız, Amerikan kamuoyunda da güçlü olacaksınız. Nitekim Dr. Ian Lesser, Woodrow Wilson Merkezi'nin desteğiyle hazırlanan ve Türk-Amerikan ilişkilerini ele alan 'Şüpheciliğin Ötesinde' adlı yeni raporunda sivil bağlantıların eksikliğini vurguluyor. 'Sürdürülebilir bir ilişki, NGO kurumları, iş dünyası ve bireyler seviyesinde daha çeşitlilik arz eden bir bağlar ağı ile desteklenmeli.' diyor.
Bu bağlamda, Türk sivil toplumunun parlayan yıldızlarından TUSKON'un (Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu) Washington'a büro açması gayet olumlu bir adım. Açılış vesilesiyle ünlü Mayflower Oteli'nde yapılan yüksek profilli toplantıda konuşan Hazine'den sorumlu Bakan Mehmet Şimşek de üstün performansıyla uluslararası camiada Türkiye'nin yumuşak gücünü çok iyi temsil eden sözcülerden biri olacağını ispatladı.
Umarım AK Parti hükümetinin şimdiye kadar uyguladığı yumuşak gücü ön plana çıkaran dış politikadan büyük bir sapma olmaz ve Başbakan Erdoğan kasım başında ısrarla gelmek istediği Washington'da Amerikan kamuoyunun Türkiye'ye artan ilgisini yaralı imajımızı iyileştirme adına iyi değerlendirir.
Eskiden daha ziyade elitler arası özel bağlantılarla yürütülen ilişkiler şimdi yoğun bir medya ve sivil toplum merceği altında. Demokratikleşmeye paralel olarak özellikle Türkiye cenahında işler çok değişti.
Kamuoyu, ülkelerin bazen çıkarına bazen aleyhine eylemleri teşvik edebilir. Olumlu tesire örnek olarak Amerika'daki Ermeni tasarısı olayı gösterilebilir. Şimdiye kadar hiçbir telkin ve baskıya boyun eğmeyen tasarının başhamisi Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi geçen hafta biraz sendelediyse, bunda en büyük pay Amerikan kamuoyunun. 'Irak'ta askerlerimiz Türkiye'nin müttefikliğine muhtaçken soykırım tasarısıyla Türkleri kızdırmaya ne gerek var?' şeklinde özetlenebilecek yaklaşım, ABD'nin Washington Post ve Wall Street Journal gibi önde gelen gazetelerinde, ulusal televizyon haber ve yorum programlarında yüksek sesle işlendi. Dolayısıyla Amerikan Ermeni lobisinin kamuoyu oluşturma kabiliyeti daha geniş kitlelerin (soykırım iddialarına değil) zamanlamaya muhalefetiyle ivme kaybetti.
Pelosi'nin büsbütün pes ettiği söylenemez. Bu hafta tasarının destekçileriyle bir toplantı yapacakmış. Ama artık partisinin tabanını eskisi kadar sağlam tutamayacaktır. Çünkü Amerikan kamuoyunca milli güvenlik konularında zaten zayıf bulunan Demokratlar'ın en azından bir kısmı, 2008 seçimlerini düşünerek, normalde sessiz sedasız geçeceğini sandıkları bu tasarıya desteklerini çekecektir. Bu nedenle tasarının şu sıralar genel kurula gelse dahi geçmesine eskisi kadar yüksek ihtimal verilmiyor.
Amerikan kamuoyu, ulusal çıkarlarının nerede olduğunu ülkenin üç numaralı koltuğundaki kişiden çok daha iyi okudu, aklıselime işaret etti. Ancak kamuoyu, dış politikaya her zaman böyle olumlu tesir icra etmiyor. Şu sıralar PKK'dan intikam ve Amerika'ya tepki saikiyle hükümeti aşırı sert hamlelere yönlendiren bazı Türk kamuoyu hareketleri bu cümleden sayılabilir.
Aslında Türk devletinin iç istişare halkalarında makuliyet ağır basıyor. Kuzey Irak'a büyük bir askerî müdahalenin hem diplomatik hem askerî açıdan yanlış olacağı biliniyor. Ama kamuoyundaki sertlik çağrıları duymazdan gelinirse hükümetin de ordunun karizması çizilecek. Devlet sesini yükselterek belki de taviz koparmak isterken üzerine daha fazla uluslararası baskı çekiyor. Şu halde Kuzey Irak'a girersek, neredeyse tüm dünyayı karşımıza almış olacağız! Kim var arkamızda Allah aşkına, Suriye'ye mi güveniyoruz?
Türkiye güçsüzdür demiyorum. Gerekirse yedi düvelle savaşmasını ve kazanmasını bilir. Ama operasyonel getirisi çok şüpheli, daha önce defalarca yapıldığı halde verim alınamamış bir hamleyi, hele uluslararası kamuoyu ve konjonktür bu derece aleyhimizde iken yapmak zorunda mıyız? Washington'da Türkiye'yi bilenler arasında tezkerenin ardından yaygın kanaat, olsa olsa Kuzey Irak'a noktasal operasyonlar yapılacağı, büyük bir maceradan kaçınılacağı yönünde. Peki neticede yapılacak buysa, o kadar gürültü çıkarmaya ne gerek var? Bir çırpıda yapardınız, olur biterdi, kimse de fazla itiraz edemezdi.
Bugün Türkiye'nin iç ve dış siyasi istikrarını en çok tehdit eden Kuzey Irak'taki fiilî durum sadece ABD'nin ve Irak'ın aymazlığından kaynaklanmıyor. Bizim de sorumluluğumuz var. Bush'un gayrimueşru savaşına sınırsız destek veriyor duruma düşmemek için 1 Mart 2003 tezkeresinin karşılığında Kuzey Irak'taki hadiselerin kontrolünü bize vaat eden Mutabakat Muhtırası'nı reddetmedik mi? Bir tercih yaptık, şimdi bedelini ödüyoruz. İnisiyatifi Iraklı Kürtlere hediye eden, ABD'yi Barzani gibilerine muhtaç bırakan biziz. Şimdi Iraklı Kürtler de PKK belasıyla bedava cedelleşmek istemiyor. Karşılığında Kerkük'ü tapularına geçirmelerine karışmamamızı, hatta belki ileride kurmayı hayal ettikleri devlete ses çıkarmamamızı talep ediyorlar. Üstelik aynen Türk düşmanı milliyetçi Ermeniler gibi milliyetçi Kürtler de dünya kamuoyunun ekseriyetini kendilerinin mazlum, Türkiye'nin mütecaviz olduğuna ikna etmiş durumda.
Jeostratejik konumumuz ve Batı'yla müstesna ilişkimiz ABD gibi bölgemize müdahil bazı ülkeler için Türkiye'yi hâlâ vazgeçilmez kılıyor olabilir. Ancak modern dünyada kamuoyu ve ekonomi gibi yumuşak cephelerde var olmaksızın nihai netice alınamıyor. Yabancı ülkelere nazınızı geçirmenin en etkili yolu bu. Mesela ABD'ye lehinizde bir şey yaptıracaksanız, Amerikan kamuoyunda da güçlü olacaksınız. Nitekim Dr. Ian Lesser, Woodrow Wilson Merkezi'nin desteğiyle hazırlanan ve Türk-Amerikan ilişkilerini ele alan 'Şüpheciliğin Ötesinde' adlı yeni raporunda sivil bağlantıların eksikliğini vurguluyor. 'Sürdürülebilir bir ilişki, NGO kurumları, iş dünyası ve bireyler seviyesinde daha çeşitlilik arz eden bir bağlar ağı ile desteklenmeli.' diyor.
Bu bağlamda, Türk sivil toplumunun parlayan yıldızlarından TUSKON'un (Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu) Washington'a büro açması gayet olumlu bir adım. Açılış vesilesiyle ünlü Mayflower Oteli'nde yapılan yüksek profilli toplantıda konuşan Hazine'den sorumlu Bakan Mehmet Şimşek de üstün performansıyla uluslararası camiada Türkiye'nin yumuşak gücünü çok iyi temsil eden sözcülerden biri olacağını ispatladı.
Umarım AK Parti hükümetinin şimdiye kadar uyguladığı yumuşak gücü ön plana çıkaran dış politikadan büyük bir sapma olmaz ve Başbakan Erdoğan kasım başında ısrarla gelmek istediği Washington'da Amerikan kamuoyunun Türkiye'ye artan ilgisini yaralı imajımızı iyileştirme adına iyi değerlendirir.


0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.