Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, BM Genel Kurulu vesilesiyle geldiği ABD ziyaretini tamamlayıp Türkiye'ye döndü. Ama işin ucunda Beyaz Saray'la ilişkiler olunca, bizde spekülasyonlar bitmiyor. Bush ile Erdoğan'ın neden görüşmediğine dair senaryolar gırla gidiyor. Halbuki ortada hiçbir anormal durum yok. Kasım başlarında Erdoğan'a Washington yolları görünüyor.
Amerikan yönetiminin, başarılı bir Bush-Erdoğan görüşmesi ayarlamayı ne kadar önemsediğini iyi biliyorum. Erdoğan, ailevi bir ziyaret için Washington'a uğradığında, Yahudi lobisinin kilit isimlerinden biri bana, "Keşke bizim Başkan Erdoğan'la hazır gelmişken görüşseydi. ABD'nin bu görüşmeye çok ihtiyacı var. Nasıl yapmazlar anlamıyorum." diye serzenişte bulunuyordu. Görüşme arzusu her iki tarafta da mevcuttu. Ancak Erdoğan ve Bush, tüm dünya liderlerinin akın ettiği mini Manhattan adasında koşturmaca içinde bir teşehhüd miktarı görüşmektense, ileri bir tarihte salim kafayla Oval Ofis'te bir araya gelmeyi daha uygun buldular. Ve bence doğru karar verdiler. Zaten ABD başkanları, BM toplantıları sırasında geleneksel olarak New York'ta pek az liderle resmî görüşme gerçekleştiriyor. O dönemde misafir liderlere Beyaz Saray daveti de yapılmıyor.
Erdoğan-Bush zirvesinin İstanbul'da ekim sonunda ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın da katılacağı Irak'a komşu ülkeler konferansını müteakiben planlanması çok daha mantıklı. Çünkü Ortadoğu ağırlıklı olacak bu görüşmede, taraflar ellerinde daha fazla veriyle ve daha net bir resimle masaya oturmuş olacaklar. Özellikle İran ve Irak'ta Türkiye'yi yanında görmek isteyen Bush yönetiminin, Ankara'yla yeni bir yakınlaşma (reapproachment) stratejisi geliştirmek istediği ortada. Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Nicholas Burns'ün Atlantic Council'da yaptığı iyi kurgulanmış konuşma, Amerikalıların özellikle Ortadoğu'daki yol haritasında artık Türkiye koordinatlarına çok daha dikkatle baktığını ortaya koyuyordu. Belli ki yapmak istedikleri bazı şeylerin Türkiye'siz zor gerçekleşeceğini daha iyi anlamışlar ve Ankara'nın ikna edilmesini önemsiyorlar.
Kısır yaklaşımlar ve yanlı bakışlar çoğu kez insanın büyük resmi görmesini engelliyor. Büyük resim şudur: Türkiye, son seçim sürecinde ispatladığı demokratik olgunluğun semeresini uluslararası ilişkilerde almaya başlamaktadır. Askerî bürokrasinin karşı çıktığı bir partinin göz alıcı bir zaferle güçlü bir başbakan ve cumhurbaşkanı çıkarması ve Batı'nın büyük kısmını endişelendiren darbe ihtimalinin belki de yakın Türk tarihinde hiç olmadığı derecede gündemden düşmesi, Türkiye'yi dünyada bir üst lige çıkarmıştır. Demokratik istikrarımız tescil edilmiştir. Uzun süre 'ne olur ne olmaz, biz kartlarımızın tümünü sivil idarecilere oynamayalım' çizgisinde olan ve Türkiye'deki sessiz sivil devrimin dayanıklılığını idrakte zorlanan Washington da, artık yeni bir rotaya yöneliyor. Şimdiye kadar Türk devlet karar mekanizmasındaki çok başlı yapıyı kendi lehlerine kullanan, bir kurumun kapısı kapanırsa diğer kurumlara gidip işini halletmeye çalışan ABD dahil dış güçler, Türkiye'de ağırlık merkezinin hızla sivil siyasi iradeye kaydığını görüyor. Ve kendini ona göre konumlandırıyor.
Evet, Türk dış politikası artık büyük oranda Gül-Erdoğan-Babacan üçlüsünden sorulacaktır. Ve Türkiye gibi kilit bir bölgesel güçle iş tutmak isteyen ABD, bu üç liderle de yakın temas için her fırsatı değerlendirmeye çalışacaktır. Gül ve Erdoğan, mevcut Amerikan yönetiminin zaten aşina olduğu, ufak tefek kusurlarından yakınsalar da beraber çalışabildikleri liderler. Rice ile meslektaşı Babacan'ın kaynaşma süreci de uzun zaman almayacaktır. Babacan-Rice ilişkisinin 'kimyasal' seviyesi Gül-Rice tepkimesi kadar yüksek olmayabilir. Ama benzer 'matematiksel' neticeler alınabileceğini düşünüyorum.
Cumhuriyetçi Bush yönetimi gidici. Erdoğan liderliğindeki AK Parti ise en az beş yıl daha Türk dış politikasını yürütecek. Dolayısıyla Erdoğan yönetimiyle Beyaz Saray'ın 2009'daki muhtemel yeni mukimleri arasına şimdiden bağlar kurulması önemli. Bu çerçevede, cuma gecesi Türk sivil toplumunun önde gelen kuruluşlarından New York Türk Kültür Merkezi'nce verilen muazzam iftar yemeğinde ABD'nin bir sonraki başkanlığına en yakın isimlerden Senatör Hillary Clinton'ın Erdoğan'la buluşması anlamlıydı. Clinton, saygılı duruşuyla Erdoğan'ın şahsında Türkiye Cumhuriyeti'ne, demokrasimize ve halkımıza verdiği değeri ortaya koydu. Amerikan siyaset arenasının hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat kanadında Erdoğan'ın şahsına da büyük bir takdir söz konusu. Amerikalılarca oldukça başarılı ve karizmatik bulunan bir başbakanımız var. Erdoğan, Türkiye gibi çabuk alabora olabilecek bir ülkeyi ciddi bir kazaya uğratmaksızın beş yıl yöneterek uluslararası bir marka haline geldi. Erdoğan'la aynı kareye girmek, kafasının içini okumak, mümkünse fikirlerini ve beyanlarını etkilemek başta ABD olmak üzere birçok yabancı ülke için önemli bir öncelik haline geldi. Sayın Başbakan'ın bu şahsi kredisi, Türkiye'nin prestijinin ve çıkarlarının daha ileri noktalara götürülmesine katkıda bulunacaktır. Çok başlılığı istismara devam için Cumhurbaşkanı Gül ile Erdoğan arasında uyumsuzluk ve eşgüdümsüzlük neş'et etmesini arzu eden bazı iç ve dış çevrelerin heveslerinin kursaklarında bırakılması da isabetli olacaktır.
Türkiye demokratikleştikçe, sivilleştikçe, dış politikasında sivil ağırlığı artıyor. Ankara'yla iyi ilişkiler kurmak isteyen ABD dahil dış güçler, bunu iyi not etmeli. Emareler de bu yönde zaten...
Amerikan yönetiminin, başarılı bir Bush-Erdoğan görüşmesi ayarlamayı ne kadar önemsediğini iyi biliyorum. Erdoğan, ailevi bir ziyaret için Washington'a uğradığında, Yahudi lobisinin kilit isimlerinden biri bana, "Keşke bizim Başkan Erdoğan'la hazır gelmişken görüşseydi. ABD'nin bu görüşmeye çok ihtiyacı var. Nasıl yapmazlar anlamıyorum." diye serzenişte bulunuyordu. Görüşme arzusu her iki tarafta da mevcuttu. Ancak Erdoğan ve Bush, tüm dünya liderlerinin akın ettiği mini Manhattan adasında koşturmaca içinde bir teşehhüd miktarı görüşmektense, ileri bir tarihte salim kafayla Oval Ofis'te bir araya gelmeyi daha uygun buldular. Ve bence doğru karar verdiler. Zaten ABD başkanları, BM toplantıları sırasında geleneksel olarak New York'ta pek az liderle resmî görüşme gerçekleştiriyor. O dönemde misafir liderlere Beyaz Saray daveti de yapılmıyor.
Erdoğan-Bush zirvesinin İstanbul'da ekim sonunda ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın da katılacağı Irak'a komşu ülkeler konferansını müteakiben planlanması çok daha mantıklı. Çünkü Ortadoğu ağırlıklı olacak bu görüşmede, taraflar ellerinde daha fazla veriyle ve daha net bir resimle masaya oturmuş olacaklar. Özellikle İran ve Irak'ta Türkiye'yi yanında görmek isteyen Bush yönetiminin, Ankara'yla yeni bir yakınlaşma (reapproachment) stratejisi geliştirmek istediği ortada. Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Nicholas Burns'ün Atlantic Council'da yaptığı iyi kurgulanmış konuşma, Amerikalıların özellikle Ortadoğu'daki yol haritasında artık Türkiye koordinatlarına çok daha dikkatle baktığını ortaya koyuyordu. Belli ki yapmak istedikleri bazı şeylerin Türkiye'siz zor gerçekleşeceğini daha iyi anlamışlar ve Ankara'nın ikna edilmesini önemsiyorlar.
Kısır yaklaşımlar ve yanlı bakışlar çoğu kez insanın büyük resmi görmesini engelliyor. Büyük resim şudur: Türkiye, son seçim sürecinde ispatladığı demokratik olgunluğun semeresini uluslararası ilişkilerde almaya başlamaktadır. Askerî bürokrasinin karşı çıktığı bir partinin göz alıcı bir zaferle güçlü bir başbakan ve cumhurbaşkanı çıkarması ve Batı'nın büyük kısmını endişelendiren darbe ihtimalinin belki de yakın Türk tarihinde hiç olmadığı derecede gündemden düşmesi, Türkiye'yi dünyada bir üst lige çıkarmıştır. Demokratik istikrarımız tescil edilmiştir. Uzun süre 'ne olur ne olmaz, biz kartlarımızın tümünü sivil idarecilere oynamayalım' çizgisinde olan ve Türkiye'deki sessiz sivil devrimin dayanıklılığını idrakte zorlanan Washington da, artık yeni bir rotaya yöneliyor. Şimdiye kadar Türk devlet karar mekanizmasındaki çok başlı yapıyı kendi lehlerine kullanan, bir kurumun kapısı kapanırsa diğer kurumlara gidip işini halletmeye çalışan ABD dahil dış güçler, Türkiye'de ağırlık merkezinin hızla sivil siyasi iradeye kaydığını görüyor. Ve kendini ona göre konumlandırıyor.
Evet, Türk dış politikası artık büyük oranda Gül-Erdoğan-Babacan üçlüsünden sorulacaktır. Ve Türkiye gibi kilit bir bölgesel güçle iş tutmak isteyen ABD, bu üç liderle de yakın temas için her fırsatı değerlendirmeye çalışacaktır. Gül ve Erdoğan, mevcut Amerikan yönetiminin zaten aşina olduğu, ufak tefek kusurlarından yakınsalar da beraber çalışabildikleri liderler. Rice ile meslektaşı Babacan'ın kaynaşma süreci de uzun zaman almayacaktır. Babacan-Rice ilişkisinin 'kimyasal' seviyesi Gül-Rice tepkimesi kadar yüksek olmayabilir. Ama benzer 'matematiksel' neticeler alınabileceğini düşünüyorum.
Cumhuriyetçi Bush yönetimi gidici. Erdoğan liderliğindeki AK Parti ise en az beş yıl daha Türk dış politikasını yürütecek. Dolayısıyla Erdoğan yönetimiyle Beyaz Saray'ın 2009'daki muhtemel yeni mukimleri arasına şimdiden bağlar kurulması önemli. Bu çerçevede, cuma gecesi Türk sivil toplumunun önde gelen kuruluşlarından New York Türk Kültür Merkezi'nce verilen muazzam iftar yemeğinde ABD'nin bir sonraki başkanlığına en yakın isimlerden Senatör Hillary Clinton'ın Erdoğan'la buluşması anlamlıydı. Clinton, saygılı duruşuyla Erdoğan'ın şahsında Türkiye Cumhuriyeti'ne, demokrasimize ve halkımıza verdiği değeri ortaya koydu. Amerikan siyaset arenasının hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat kanadında Erdoğan'ın şahsına da büyük bir takdir söz konusu. Amerikalılarca oldukça başarılı ve karizmatik bulunan bir başbakanımız var. Erdoğan, Türkiye gibi çabuk alabora olabilecek bir ülkeyi ciddi bir kazaya uğratmaksızın beş yıl yöneterek uluslararası bir marka haline geldi. Erdoğan'la aynı kareye girmek, kafasının içini okumak, mümkünse fikirlerini ve beyanlarını etkilemek başta ABD olmak üzere birçok yabancı ülke için önemli bir öncelik haline geldi. Sayın Başbakan'ın bu şahsi kredisi, Türkiye'nin prestijinin ve çıkarlarının daha ileri noktalara götürülmesine katkıda bulunacaktır. Çok başlılığı istismara devam için Cumhurbaşkanı Gül ile Erdoğan arasında uyumsuzluk ve eşgüdümsüzlük neş'et etmesini arzu eden bazı iç ve dış çevrelerin heveslerinin kursaklarında bırakılması da isabetli olacaktır.
Türkiye demokratikleştikçe, sivilleştikçe, dış politikasında sivil ağırlığı artıyor. Ankara'yla iyi ilişkiler kurmak isteyen ABD dahil dış güçler, bunu iyi not etmeli. Emareler de bu yönde zaten...


0 Yorum yapılmış.
Yorum Gönder
*Yorum yazma konusunda yardım almak için buraya tıklayınız.
*Yorum yaparken herhangi bir kişi veya kuruma hakaret unsurları içeren kelimeler kullanmayınız.